- 397 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAFKAS KARTALI
BÖLÜM BİR
Bu sabah gözlerimi açtığımda yirmi beş yıldır her uyandığımda karşılaştığım her bakışımda ayrı bir coşku ayrı bir heyecan verip yüreğimi en derin yerinden etkileyen Ergenekon’dan çıkışı tasvir eden bir ‘’bozkurt’un milletine nasıl önderlik ettiğini anlatan o muazzam sahne ile karşılaştım .Gözlerim her bu sahneye takıldığında aklımın her karışını,beynimin her hücresini ayrı ayrı soru ve düşünceler her saniye meşgul etmekteydi.Acaba biz Ahıska Türkleri de bu tablodaki gibi bize önderlik edecek bir lider bir bozkurt bulabilecek miyiz?Şuan parçalanmış,dünyanın dört bir yanına dağılmış,her türlü asimilasyona maruz kalıp yok olma noktasına gelen aziz milletimde Ergenekon’daki kutlu Türk milleti gibi yeniden dirilip kendi vatanlarına yeniden kavuşabilecekler mi? Sorusu ve cevapları beynimi kurcalarken şanlı Türk tarihinin mazisini düşünüyor kendimde ve milletimde kudret ve kuvvet buluyordum.İçimde dizginleyemediğim taylar koşuşturuyordu.Ben ise dizginleyemediğim tayların peşie takılıyor ana vatanımıza döndüğümüzü,eskiden olduğu gibi şimdide ay-yıldızın gölgesi altında kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in güzellikleri ile yaşamayı hayal ediyordum.Bu hayallere dalarken kendimi Issık Göl kenarında Oğuz Kağan,Ötüken’de Bilge Kağan,Malazgirt Ovasında Sultan Alparslan,Bursa’da Osmangazi,Ankara’da Atatürk gibi hissediyordum.Onlar gibi diriliş ateşini yakmak milletimi derleyip toparlamak ve dünya önünde Türk dimdik ayakta demek istiyordum.Bunları yapamasam bile milletim için elimden gelen ne varsa yapmaya hazırdım.Bu kutlu yolda hiçbir şey yapmamaktansa ölmeyi tercih ederdim!
Hayal aleminden çıktığım sırada içimi bir burukluk kaplardı adeta gök kubbe üzerime çökerdi.Bunun sebebi dört bir yana dağılan,bir birinden habersiz,tarihini unutmuş,toparlanmaması için her türlü baskıya maruz kalan milletimin başsız kalışı ve hiçbir mücadele edemeyişiydi.Böyle düşüncelere daldığım anlarda ise ruhumu Abdülhamit’in,Genç Osman’ın,Celalettin Harzemşah’ın yalnızlığı ve çaresizliği sarıp sarmalardı.Daha sonra kulaklarımda Bilge Kağan’ın ‘’Ey Türk titre ve kendine dön!’’ sözü yankılanırdı.Ölüm uykusundan uyanmışçasına silkinip kendime gelirdim.İşte o anlardan biriydi.Kulaklarımda çınlayan bu ses ile yatağımdan doğruldum.Yatağımın ucundaki siyah ufak komidinin üzerindeki saate baktım.Saat 10:05 idi.Yelkovan ve akrep bana kalkmam gerektiğini işaret ediyordu.İşarete uydum yatağımdan kalktım bir asker çabukluğu ve disiplini ile odamı ve kendimi toparladım.Alt katta bulunan çalışma odama inmek için yürümeye koyuldum.Merdivenleri ağır adımlar ile indim.Merdivenin bitiminde sağ tarafta bulunan oda çalışma odam idi.Çalışma odamın iki duvarı kitaplık ile çevriliydi.Boş kalan yerde ise biz Ahıska Türklerinin Caklı Sargis önderliğinde 1268’de kurduğu Kıpçak Atabek Devletinin arması mevcut idi.Armanın altında uzun ve geniş siyah renkte bir çalışma masası,üzerinde kalemlik,haritalar,daktilo ve birkaç kitap mevcuttu.Kitaplardan göze çarpanları Fahrettin Kirzioğlu’nun Yukarı Kür ve Çoruh Boylarında Kıpçaklar,Yunus Zeyrek’in Ahıska Türkleri isimli eserleriydi.Daktilonun yanı başında ise arasında ayraç ile kaldığım yeri ayırdığım Mircevat Ahıskalı’nın Ahıska Masalları ve Hikayeleri isimli eseri mevcuttu.Eseri tamamlamak üzere başına oturdum.Kitabın sayfaları ve satırları arasında dikkatlice gezinirken kapının zili çaldı.Gelenleri bekletmemek için hızlı adımlar ile kapıya doğru hareketlendim.Gelenlerin kim olduğunu anlayabilmek için kapı deliğinden baktıktan sonra sevinç ve gurur ile kapıyı açtım.Bu duygular ile kapıyı açmamı sağlayan misafirlerim Kırgızistan ve Kazakistan’dan gelen aslen Ahıska Türk’ü olan Atabek ve Arslandı.Misafirlerimi el işareti ile içeriye buyur ettim.Oturma odasına geçtiklerinde rahat edebilmeleri için üzerlerinde bulunan eşyaları çıkarabileceklerini söyledim.Başlarında bulunan siyah kalpağı,bellerinde bulunan kamayı ve keçi kılını anımsatan siyah renkli paltolarını bana uzattılar.Uzatılan eşyaları askılığa astım.Geleneğimiz gereğince içeriye girerken ayakkabılarını çıkardılar.Kapının hemen bitişiğindeki ayakkabılığa yerleştirdiler.Yere serilmiş olan üzerinde Orta Asya’ya has işlemeler bulunan Türkmen kilimleri üzerinde dik başlı ve kendinden emin adımlar ile oturma odasına doğru yürümeye başladılar.Kendi zevkimce döşettiğim oturma odasında,iki adet ikili diye tabir edilen kahverengi deri döşemeli üzerinde sade desenlerin mevcut olduğu koltuklar bulunmaktaydı.İkililerin karşısında bir adet tekli koltuk yer alıyordu..Duvarın bir köşesinde koltukların karşısında lake boyalı duvar ünitesi ve üniteye montalanmış plazma televizyon yer almaktaydı.Arslan ve Atabek odadaki ikili koltuklarından sol köşede bulunanına oturdular.Ben ise konuştuğumuzda daha iyi anlaşabilmek ve göz teması kurabilmek için hemen yanı başlarındaki tekli koltuğa oturdum.
Bakışlarım karşımda oturan iki aziz dostuma takılmıştı. Acaba aradan geçen altı yılda değişmiş midirler? Gözlerimle onları rahatsız etmeyecek bir şekilde incelemeye başladım. Arslan adı gibiydi.Yiğitçe bir duruş ile her an avına saldırmayı bekleyen bir arslan gibiydi.İri vücudu ve kolları vardı.Eğer şuan savaşlar kılıçla olsaydı bir vuruşuyla düşmanı ikiye bölebilecek güçteydi.Hafif esmerdi.Simsiyah olan saçlarına hafiften aklar düşmeye başlamıştı.Demek ki dostum yaşlanıyordu.Karanlık gecede bile parlayan ela gözleri ise halen daha dinçtş.Gözlerine bu dinçliği,ışığı veren ise dava aşkıydı.
Gözlerimi Atabek’e çevirdim.Zaman onu pek değiştirmemiş gibiydi.Saçları eskisi gibi sapsarıydı.Bakana altını anımsatıyordu. Yeşil gözleri,Uygur masallarındaki büyüleyici gözler gibiydi.Hafifte çekikti.Vücudu ne çok iri ne de çok inceydi.Ancak pazılarının büyüklüğü ne kadar kuvvetli olduğunu göstermeye kafiydi.Onda bir Kıpçak Şehzadesinin asaleti ve zarafeti vardı.Dostum Atabek,1268 yılında Posof’un Cak Kalesinde kurulan ve 1578 yılı Osmanlı fethine kadar varlığını sürdürmüş olan Kıpçak Atabek Devleti Hanedanının soyundan gelmekteydi.Bu nedenle bu tür vazifelerde hep en önde o olurdu.Ata mirasını almak için gereken neyse yapmaya hazırdı.Bu sıra aklıma Atabek ile yaşadığımız bir anımız geldi.Olay şöyle vuku bulmuştu: Erzurum’da,Doğu Anadolu Beylikleri konulu konferansa davetliydik. Ben o sıra Kars’ta,Atabek ise bir çalışmasını tamamlamak üzere Azerbaycan’daydı.Atabek ile davete icabet etmek üzere anlaştık.İki kadim dost Erzurum’da buluştuk.Yaklaşık üç buçuk- dört saat süren,bizi her dakikasında bilgi ile donatan konferans bitmişti. Konferansta edindiğimiz bilgileri tartışmak,tehit etmek için Cumhuriyet Mahallesindeki Çifte Minareli Camii’nin arka sokağındaki Peçenek isimli kıraathaneye girdik. Elimizdeki broşür ve kitapçıkları masanın üzerine bıraktık. Karşılıklı olarak sandalyelere oturduk.El işareti ile garsona iki çay söyledim. Kısa sürede dumanı tüten,sıcacık tavşan kanı çaylarımız geldi. Tabiki de yanında Erzurum’un olmazsa olmazı kıtlama şekeri vardı.Çay eşliğinde sohbetimize başladık. Ders kitaplarında Doğu Anadolu’da kurulan Türk Beylikleri içerisinde neden bizim Kıpçak Atabek Devletimiz yer almıyor? diyerek bir tartışmaya girdik.Bu konuyla yakından ilgilenilmesi gerektiğinden bahsederken yan masada oturan genç bir bayanın masamızı izlediğini fark ettim.Konuşmalarımızı tastik edercesine baş sallama hareketleri yaparak dinliyordu.Benimde ona baktığımı fark edince masasından kalkarak yanımıza geldi. Yüzünde büyük bir keşif yapmış Arkeoluğunkini andıran bir heyecan vardı.Önce bana bakarak merhaba dedi.Daha sonra başını Atabek’e çevirdi.Heyecanlı bir ses tonu ile:
-Merhaba sohbetinizi böldüğüm için özür dilerim.Ben Tarih 3.sınıf öğrencisiyim.İsmim Tomris’dir.Az önce içeriye girdiğimde gözüm size takıldı.Daha sonra alanım olduğu için istemeden konuştukarınıza kulak misafiri oldum.Fiziksel özellikleriniz Kıpçak Türk’ü olduğunuzu gösteriyor. Acaba doğrumu tahmin ettim?Nerelisiniz?
Atabek ve ben hafifçe gurur ifade eden bir eda ile gülümsedik.Cevap vermek için Atabek Tomris’e doğru döndü:
-Evet bir Kıpçak Türküyüm!Ahıskalıyım dedi.
Cevabı duyan Tomris sınavından yüz tam puan almışçasına sevindi.Gözlerinin içi parladı,heycanından masada ki çay bardağını yere düşürdü.Bardağı yere düşürüp kırmanın verdiği mahçupluk ile bize dönerek tekrar sözlerine başladı:
- Sizlerle tanıştığıma çok memnun oldum.Fahrettin Kirzioğlu ve Nimet Kurat hocalarımızın kitaplarında Ahıska Türklerini ve Kıpçakları okumuştum.Sizin topraklarınız Türklüğün en kadim topraklarındandır.Topraklarınıza ve tarihinize sahip çıkın.Size söz veriyorum eğer bir gün büyük bir Tarihçi olursam az önce şikayetçi olduğunuz konuyu her ortamda dile getireceğim.Kıpçak Atabek Devleti’nin ders kitaplarında yer alması için elimden gereken her şeyi yapacağım dedi.
Atabek:Böyle düşünmen.bizi desteklemen beni çok gururlandırdı ve sevindirdi.Umarım eğitim hayatında büyük başarılara nail olursun.
Masadaki broşür ve kitapçıklardan birini Tomris’e hediye ettim.Sevinçle hediye kabul etti. Sizi daha fazla rahatsız etmeden müsadenizi istiyorum.İy günler efendim diyerek masamızdan ayrıldı.
Ben bu sahneleri hatırlayıp kendimden geçmişken,ortamda bir sessizlik oluşmuştu.Bu sessizliği Arslan’ın işaret parmağı ile beni dürterek Afşın Beg görüşmeyeli nasılsın?diye yönelttiği soru bozdu. Tebessüm ile yöneltilen soruya cevap verdim.
Afşın:Teşekkür ederim,iyim.Sizleri misafir etmenin ve görmenin şerefini yaşıyorum.Sizler nasılsınız?
Arslan:Bizlerde iyiz ağbey.Sağlığımız sıhhatimiz yerinde çok şükür.Bizi rahatsız eden sadece vatanımız ve milletimizin durumudur.
Atabek:Eğer vatanımıza dönebilirsek,oraya yerleşebilirsek daha iyi olacağız ağbey.Bu derdimizin haricinde Tanrı’ya hamd olsun bir sıkıntımız yok.Alnımızın teriyle geçimimizi sağlayıp ailemizede kendimizede bakıyoruz.
Afşın:Bizler her gittiğimiz ülkelerde kendi işlerimizi kurduk veya başkalarının yanında çalıştık.Yeri geldi tarım,hayvancılık yaptık,yeri geldi ırgatlık yaptık.Ama hiç harama yönelmeden ekmeğimizi taştan çıkardık.Çıkarırızda.Lakin Türk çocuğu aç kalır,öksüz kalır ama vatansız kalmaz!Kalamaz!
Atabek:Bizim tek derdimiz vatandır.
Arslan:Bunun için sizin yanınıza ve Türkiye’ye geldik Afşın Beg.
Afşın:Nasıl yani kadim dostum.Sizi buraya hangi rüzgarın attığını bana daha detaylı anlatırmısın?
-Arslan:Bizi buraya getiren Şeyh Şamil’in özgürlük rüzgarıdır.Milletimizin aydınlanması vatan neresidir,vatana dönüş için neler yapılmalıdır? Gibi konularda bilinçlendirmek için seminerler düzenlemek,gazeteler,dergiler çıkarmak istiyoruz.Daha rahat ve güven içinde çalışabilmek için Türkiye’ye ve sizin yanınıza geldik.
-Afşın:Hoş geldiniz soydaşlarım! Bu çıktığınız yolda Tanrı sizi ve milletimizi utandırmasın.Yapmak istediğiniz hepimizin yapmak istediğidir.Umarım bu kutlu yolda bizede bir vazife düşer.
-Atabek: Aslında buraya gelişimizin bir sebebide budur.Bizim halkımız ve dünya kamoyu zannediyor ki biz Ahıska Türkleri 14 Kasım 1944’te yaşanan sürgünden sonra vatandan vazgeçtik.Tekrar ata topraklarımıza dönmek için hiçbir mücadele bulunmadık.Sürgünü kabullenip,sinerek bir köşeye çekildik.Halkımıza gerçeğin böyle olmadığını cennet mekan Liderimiz Enver Odabaşev ve arkadaşlarının tarihe ve gönüllere sığmayan mücadelesini anlatmak istiyoruz.Bunu da en iyi anlatacak kişi sizsiniz.Çünkü onun soyundansınız.Yıllar önce Enver Bey ile ilgili elinizde hatıratlar ve belgeler olduğunu söylemiştiniz.
Arslan: Bu belgelerden hatıralardan yararlanarak uyuyan halkımızı uyandıracak,mücadele ateşeni körükleyecek bir roman yazabilirmisiniz? Tıpkı Milli Mücadele yıllarında Ömer Seyfettin’in,Ziya Gökalp’in ,Halide Edip Adıvar’ın,Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yaptığı gibi.Kalemin kılıçtan keskin olduğunu gösteriniz.
-Afşın:Bu vazifeyi şerefle ve ciddiyetle yerine getireceğimden emin olabilirsiniz.Tanrı kalemime kut verdikçe davamız için yazacağım.Her harf,her kelime,her cümle dirilişin simgesi olacak.Ahıska’dan Enver diye bağırıldığında Türkistan’da özgürlük diye işitilecek.
Arslan: Tanrı kaleminize kut versin.Ak sakallıların duası üzerine olsun. Bu vazifeyi layığı ile yerine getireceğinize eminiz.
Atabek: Bizler de dergiler,makaleler,gazeteler aracılığı ile tarihi en kökünden anlatacağız İskitler,Meshler,Buntürkler,Oğuzlar,Kıpçaklar gibi kadim Türkleri ve vatanımızdaki varlığını anlatcağız.
Arslan: (Hafif gülümseyerek Afşın’a baktı.)
Afşın:Neden gülüyorsun?
Arslan: Aklıma Milli Şair Ömer Faik Numanzadeninin şu dizeleri aklıma geldi:
Türk yeter bu kadar sabır,cövrü tehemmülat
Hiç olmasın cehalete bağlı olan hayat
Afşın: Atasına rahmet ne kadarda doğru söylemiş.Biz Türklerin savaş meydanında yenemiyeceği bir millet,fetih edemiyeceği bir coğrafya yok.Ancak senelerdir cehaleti yenemedik.Milletimizi aydınlattıktan sonra ak ile karayı ayırt ettirecek milli şuura eriştirdiğimiz zaman vatanın kapıları sonuna kadar açılacaktır.
Atabek: Biz bir kaç kişiyle görüştük. Bu kişiler alanlarında uzman sosyolog,dil bilimci,arkeolog,sanat tarihçisi gibi branşlara bağlı insanlar.Amacımız her alanda derinlemesine araştırma yapıp eserler sunmak.Bu eserler bizim bu toprakların kadim milleti olduğumuzu tüm dünyaya ıspatlayacaktır.
Arslan: Anlayacağınız Afşın Beg artık hem siyasi hem kültürel olarak her alanda mücadele edeceğiz.
Afşın:Vazifemi damarlarımdaki asil kana yakışır bir şekilde,bir kalp krizi ciddiyetinde yerine getireceğim.
Atabek: O halde bize müsaade Afşın Beg.Artık kalkma vakti.Daha yapılacak çok iş,çalınacak çok kapı var.Sağlıcakla kalın.Vazifenizde başarılar.
Misafirlerimi uğurladım.Çalışma odama geçtim.Kanım heyecandan hızlıca akıyordu,bunu hissedebiliyordum.Ne yazacağımı,nereden başlayacağımı bilemedim.Önce boş bir kağıt üzerinde karalamalar yaptım.Ancak giriş kısmı olmamıştı.Cümleler acemiceydi.Yırtıp çöpe attım.Daha sonra tekrar yazdım,yırttım sonra defalarca yırttım.Çöp kovası yarısına kadar dolmuştu.Böylesine bir lideri ve mücadeleyi anlatacak sihirli kelimeleri bulamamıştım.Bunaldım.Boncuk boncuk terliyordum.Gömleğin yakasını açtım.Rahatlamak için bir çamçak kımız içtim.Daha sonra daktilonun başına geçtim,birkaç satır yazdım gerisi gelmedi. Ruhum ızdırap çekiyordu. Kendimi dışarıya attım. Hava soğuktu,yağmur da yağıyordu. Ağaçların altından , sadece önüme bakarak ayaklarımın beni götürdüğü yere doğru iradesizce yürüyordum.Kafamın içerisinde her dakika şimşekler çakıyordu.Ne kadar yürüdüğümü anlamadığım bir zaman zarfı içinde ayaklarımın dur emri ile olduğum yerde çakılı bir vaziyette durdum.Başımı kaldırdığımda Ahıska Türkleri Sürgün Abidesi’nin önündeydim.Buraya niçin gelmiştim ve nasıl gelmiştim hiçbir fikrim yoktu.Bedenim ve ruhum benden ayılmıştı sanki.Abidenin önünde uzun süre duraksadım.Gözlerimi abidenin üzerinde ki,çektiği acıları yüz hatlarına kadar işlemiş olan yaşlı kadın çizimlerine diktim.Bu ninelerimizin.dedelerimizin çektiği acılar için yazmalıyım dedim.Gözlerimden akan yaşlara,burnumdan sızan kan eşlik ediyordu.Etraf kararmaya,baykuşlar ötmeye başladı.Ağaçların arasından biri berildi.Ak saçlı ve sakallı giyimi Türkistan usulü bir kişiydi.Yüzü nurlu idi.Selam olsun sana Afşın Beg dedi.Duydum ki kutlu bir dava için yazmaya başlamışsın.Bilirsin bizim dinimiz söze,yazıya,kelama büyük önem verir.Tanrı senin kalemine kut verdi.Bu kut almış kalemi vermek içinde ben Hacı Bektaşi Veli kulunu görevlendirdi.Al bu elimdeki kalem senindir.Tanrı kelamı ile vatan uğruna yazasın.Sonra arkadan at üstünde,miğferi,zırhı ile Aprinçor Tigin geldi.Ey Türk oğlu aldığın kalem ile her ne yazar isen Türkçe yazasın dedi.Aprınçor sözünü bitirdikten sonra sağ yönden ellerinde fener ile kol kola girmiş bir vaziyette Namık Kemal ile Hüseyin Nihal Atsız geliyordu. Nihal Atsız bağırdı:Ayağıya kalk ey Afşın! Sen ayağı kalk ki vatan ayağı kalksın. ‘’Bu yürekler bir gün daha yanamaz,tarih Türk’ü tutsak diye anamaz’’. Sol taraftan bir fayton içinde Bahtiyar Vahapzade ve İsmail Gaspıralı göründü.Faytonun önünde ‘’Dilde,işte,fikirde birlik’’ yazıyordu.Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdan sonra daldığım rüya alemınden uyandım.Abidenin önündeydim.Ancak gözlerimi açtığımda ne faytonlar ne yanan fenerler nede ulu bilgeler,üstatlar ortalıkta yoktu.Yerde burnumdan boşalan kan,gözlerimde ise yaş vardı.Şaşkınlık içinde ayağıya kalktım.Üşümüşdüm gömleğimin yakasını ilikledim.Elimi ceketimin cebine attım.Elime bir kalem geldi.Heyecan içinde kalemi çıkardım.İnanamadım.Bu olamaz.Cebimden çıkardığım kalem Hacı Bektaşi Veli’nin bana verdiği kut almış kalemdi.Acaba gördüklerim rüya degilde gerçekmiydi? Eğer gerçektiyse nereye kayboldular? Söyledikleri sözler,yaşananlar gözümün önünde canlanıyor,kulaklarımda sesleri çınlıyordu.Acaba bundan sonrası ne olacak diye düşüncelerle belli belirsiz adımlarla geri eve döndüm.Çalışma odama geçtim.Cebimde kalemi çıkardım daktilonun hemen yanına koydum.Abidenin önünde bayıldığım için üstüm başım kirlenmişti.Yağan yağmur ve burnumdan akan kandan dolayı kirlenen elbiseleri değiştirdim.Sıcak bir duş alıp kendime gelmek için uyudum.
Ertesi sabah kalkar kalkmaz çalışma odasına geçtim.Çalışma masasının çekmecesinde bulunan Enver Bey’e ait siyah beyaz kareli bir fotağraf ve üzerinde Vatan yazan köstekli saati çıkardım.Masanın üzerine koydum,uzunca fotoğrafa ve saate baktım.Artık Enver Bey ile geçmişe yolculuk yapmanın vakti geldi diye düşündüm.Hacı Bektaşi Veli’nin sunduğu kalemi elime aldım.Beynimin içinde yazacaklarım belirmeye başladı.Kağıtların üzerinde yazılmış halleri gözümün önüne geliyordu.İlham perileri etrafımda fing atıyordu.Kalem adeta kağıtla buluşmak için destur istiyordu.Daha fazla bekletmeden Türk-İslam kültürünün değişmeyen eşsiz duasıyla yazmaya başladım.
Şol gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
‘’Ol!’’ deyince olduranın
Doksan dokuz adı ile …
İKİNCİ BÖLÜM
Hava sisli,gökyüzü kararmıştı.Tiflis sokaklarında tek tük insanlar dolaşmaktaydı. En işlek sokaklarında bile birkaç gitar çalan Gürcü genci,loş ışık altında bir birine aşk sözcükleri fısıldayan birkaç aşıktan başka göze çarpan kimseler yoktu. Tabi sokak aralarında kumar oynayan aylak tayfasını saymazsak.İnsanların az olduğu,şehrin terk edilmişlik havası kazandığı bu gecede Ezelhan Alimhanov’da gezinti yapmak için dışarıya çıkan nadir insanlardan biriydi. Elinde Türk oyma ve işleme sanatının inceliklerini gösteren bastonu,başında kalpağı ile şehrin sessizliğinin verdiği huzur ile yürüyordu.Deniz havası almak için sahil kenarına gitti.Uzun süre deniz baktıktan sonra arkasındaki banka oturdu.Bastonuna dayanarak sağa sola bakındı.Az sonra yanına siyah şapkalı,uzun boylu birisi gedi.Başıyla selamlayıp bir zarf uzattı.Ezelhan zarfı aldı.Paltosunun cebine koydu.Daha sonra zarfı uzatan kişi oradan ayrıldı.Ezelhan’da bastonuna dayanarak yürümeye başladı.Tekrar şehrin işlek sokaklarına çıktı.Bu sefer yürürken huzur içinde değilde sanki biri onu takip ediyorcasına tedirgin bir hal ile sağ sola ve arkasına bakınarak yürüyordu. Birinin onu takip edip etmediğini anlamak için ara sokaklara giriyor,tahminen önceden ahbaplık edindiği birkaç dükkana uğrayıp ufak alışverişler yaparak etrafı kolaçan ediyordu.Takip edilmediğine kanaat getirdikçe yoluna devam ediyordu. Bu tedbirler ile ilerlerken yırtık pırtık elbiseli,dilenci kıyafetli,hafif aksayan birinin peşinden geldiğini fark etti.Bu kişinin gerçekten garip bir dilenci mi yoksa Moskof’un güdümlü ajanı Kgb mi olduğunu anlamak için yine bir ara sokağa girdi. Dilenci kılıklı adam ise elinde sopası,birini arayan gözlerle ilerliyordu. .Elindeki sopayı tutuşu her an birinin kafasına indirecek şekildeydi.Topal takliti yapıyordu ama hızlı adımlar ile ilerliyordu. Ara sokaktaki bir apartmanın giriş kapısında duraksadı. Aradığı bir şeyi kaybetmişcesine etrafına bakınmaya,gözleriyle aranmaya başladı.Aradığını bulamayınca hızlı kelimeler ile şikayet edercesine Rusça mırıldanmaya başladı.Mırıldanmalarını duyup anlayan Ezelhan,ölüm sessizliğini andıran adımlar ile dilenci kılıklı adamın arkasından dolandı.Bir kurt gibi avının üzerine atladı.Bastonunun başında bulunan kartal işlemeli tokmağı yerinden çıkardı.Tokmağın başındaki bıçağını dilenci kılıklı adamın boğazına dayadı.Neye uğradığını anlamayan korku ve şaşkınlıktan dili tutulan dilenci kılıklı adam tir tir titremeye başladı.Ezelhan ise büyük bir soğukkanlılık ile sorgulamaya başladı.
-Seni peşime kim taktı?
-Söyleyemem.
-Söylemezsen ölürsün.Bizim töremizde kama kınından çıktı mı mutlaka kan akar.Bunu bilmezmisin?
-Bilirim beyim.
-Kimsin?
-KGB ‘yim.Adım Viktor İvanoviç.
-Neden beni takip ediyorsun?
-Hakkında ihbar varmış.Devlet aleyhinde faaliylerde bulunuyormuşsun.İhbarın gerçekliliğini kontrol etmek için seni takip ediyordum.Gözlemlerimi Moskova’ya rapor ediyordum.
-Gizli faaliyetlerde bulunuyor olsam sokağa çıkarmıyım bre ahmak.
-Peki o halde sahilde aldığın gizli evrak neydi?
-Pardesüme koyduğum evraktan mı bahsediyorsun?
-Evet.
-Bir miktar paraya ihtiyacım vardı.Bende tefeciden borç aldım.Parayı vermek içinde bu sahilde buluşmayı teklif etti.İşte aldığım parada burada.Eğer bu suçsa raporunda bildir Moskova’ya.
-Beni öldürecekmisin?
-Eğer devlet aleyhinde faaliyette bulunsaydım ve sen o zaman karşıma çıksaydın,gözümü kırpmadan öldürürdüm.Ama böyle bir işin içinde olmadığım için öldürmeyeceğim.Şimdi bıçağımı boynundan çekeceğim sende bir yanlış hareket yapmadan yoluna gideceksin.
-Tamam.Canımı bağışlamanı ve devlet aleyhinde faaliyette bulunmadığını Moskova’ya bildireceğim.Minnettarım sana Türk.
Dedikten sonra dilenci kılıklı KGB ajanı ortalıktan kayboldu.Ezelhan ise ilk sokağa çıktı huzur ile tabi bu olayıda atlatmanın verdiği rahatlık içerisinde evine doğru keyif içinde yürümeye koyuldu.Yürürken kafasında bir şeyler kuruyordu.El hareketleriyle planlar yapıp siliyordu.Yürüyüşün sonunda evine vardı.Evi iki katlı ve ahşaptandı.Şirin bir evdi.Evin balkonunda ve camlarında çiçekler vardı.Bahçesi yeşillikti.Evin girişinde renkli boyalı çitler,bir posta kutusu birde bisiklet vardı.Evin ikinci katında oturma odasının lambası yanıyordu.Ezelhan zile bastı.Kapıyı güler yüzlü,başı davşal ile örtülü şık giyinimli evdeşi Azize hanım açtı.Hoş geldin bey dedi.Üzerindekileri alıp askılığa astı.Ezelhan içeriye girdi.Oturma odasına geçti.Soluklandı.Bu sırada içeriye kızı Flora ve oğlu Nazım girdi.Babalarına göründükten sonra Nazım odasına Flora ise kahve yapmak için mutfağa gitti.Ezelhan paltosunu almak için tekrar giriş kapısına yöneldi.Paltonun içerisindeki gizli bölmeden bir zarf çıkardı.Meğerse dilenci kılıklı adama gösterdiği zarf içindeki paralar önceden kurulmuş bir tiyatroymuş.Asıl zarf bu gizli bölmedeymiş.Takip edilme ihtimaline karşılık böyle bir oyun kurmuş.Zarfı aldıktan sonra kızına ben çalışma odama geçiyorum kahveyi oraya getir diye seslendi.Çalışma odasına girdi. Duvarda Osmanlı Devleti Arması,çalışma masasının üzerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi,kalemlik ve birde minyatür bir kılıç vardı.Çalışma masasına oturdu. Zarfın içerisinde mektubu çıkardı.Bu sırada kızı Flora kahvesini getirdi.Ezelhan kahve için teşekkür ettikten sonra kapıyı kapatmasını ve kimsenin odasına girmemesini tembihledi.Çalışmaya başladığında rahatsız edilmekten hoşlanmazdı.Kahvesinden bir yudum aldı.Mektubu açtı.Mektup sadece Ahıska’nın ileri gelen ailelerinin okumayı bildiği gizli alfabeyle yazılmıştı.Bu alfabeyle mektup içinde mektup yazıyorlar,sadece yazdıkları kişiler okuyor çözüp anlayabiliyordu.Ezelhan mektubu dikkatle okumaya başladı.
Türk’ün töresi baki kalsın diye çırpınan ulu Ak Sakallıya
Verdiğiniz vazife üzerine sürgün halkımızın yaşadığı topraklara seyahatimi tamamladım.Bu seyahatte gördüm ki halkımız perişan bir durumda.Hepsi ana vatana dönüşü arzulamakta.Bunun için maddi manevi her ne gerekiyorsa yapmaya hazırlar.Hepsinin gözlerinde özgürlük ve diriliş ateşi yanmaktadır.Halkımız ise kendilerine yol gösterecek vatanın yolunu açacak bir lider beklemektedir.Yine sizin verdiğiniz vazife üzerine,belirttiğiniz özelliklerde bir lider adayı buldum.Eğer bir demirci ustası gibi onu Türklük ateşi ile eritip us çekici ile döverek terbiye ederseniz,dostuna güven,düşmanına korku veren bir kahraman olacaktır.Tiflis’te buluşmamız güvenli olmayacağından sizi onunla tanıştırmak için Taşkent’e bekliyorum.Saygı ve sevgililerimle.
Mirza Turanov
Mektubu okuduktan sonra sevinçten gözyaşlarını tutamadı.Bir kez daha içinden mektubu okudu.Katlayıp öptü.Zarfın içerine tekrardan mektubu yerleştirdi.Daha sonra masanın üzerindeki kalemliğin içerisinden bir anahtar çıkardı.Ayağıya kalktı,duvardaki Osmanlı Devlet armasına doğru yöneldi.Tabloyu masanın üzerine koydu.Duvarda tablonun arkasında gizli bir kasa yer alıyordu.Kalemlikten çıkardığı anahtar ile kasayı açtı,mektubu kasanın içine koydu.Kasada Ezelhan’ın beylik tabancası,aile hatıratları,bir çok evrak ve mektuplar yer alıyordu.Daha sonra bu evrakların arasından siyah deri kaplı bir defter çıkardı.Bir şeyler not almaya başladı.Daha sonra tekrar yerine koydu.Tabloyu duvara asıp her şeyi eski haline getirdikten sonra uyumak üzere yatak odasına geçti.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Mirza Turanov iyi bir eğitim görmüş,çokça kitap okumuş,bir çok spor alanında kendini geliştirmiş bir öğretmendi.Ezelhan ile Mirza Ahıska’nın Varhan köyündendi.Aynı sınıfta okumuşlardı.Sınıf ve hayat arkadaşıydılar.Bir birlerine hiç ihanet etmemiş ve bir lokma ekmeği dahi bölüşmekten çekinmemiş kadim iki dosttular.Ayrıca kan kardeşiydiler. Beş yaşındayken beraber hayvanları otlatıyorlardı.Otlayan hayvanlardan iki tanesi diğer tarlalara doğru koşturmaya başlamıştı.Ezelhan ve Mirza’da hayvanlarının peşinden ellerinde değenekleri ile soluk soluğa kalarak koşuyordu.En sonunda hayvanları yakaladılar.Tarladan çıkmak üzereyken kendilerinden boyca ve yaşça büyük iki çocuk önlerini keserek sorgusuz sualsiz vurmaya başladılar.Meğerse girdikleri tarla oraya Osmanlı zamanında yerleşen Ermenilere aitmiş.Tarlalarına yabancı girdiğini gören Ermeniler küplere binmişler.Hele bu kişilerin Türk olduğunu anlayınca adeta sinirlerinden kudurmuşlar.Ermeni çocuklarının vurmasına kayıtsız kalmayıp onlarda var güçleriyle kendilerini savunmuşlar.İkisi sırt sırta vermiş bir birlerini öz kardeşçesine Çağrı Bey ve Tuğrul Bey’in bir birine olan sadakati ile savunmuşlar.Bir kaç yumruktan sonra rakiplerini yere sermişler.Hayvanlarını alıp kendi otlaklıklarına dönmüşler.Dövüşürken kirlenen elbiselerini temizlemek için kendi tarlalarından geçen dereye gitmişler.Elini yüzünü temizledikten sonra Ezelhan,Mirza’ya dönerek seninle kan kardeşi olalım demiş.Mirza’da teklifi kabul ettiğini göstermek için cebinden bıçağını çıkarıp elini kesmiş.Ezelhan’da aynı şekilde elini kesmiş.Kanayan ellerini bir birine sıkarak kan kardeşi olmak için o dakika and içtiler.İşte o günden sonra her şeyi beraber yaptılar.
Mirza hem ailesine hemde halkına yapılanları bir türlü kabullenemiyordu.Rus ve Gürcü’lerden bunun hesabını sormak istiyordu.Kendisi gibi binlerce Ahıskalı,Alman’lara karşı göğsünü cephede siper ederken sinsice arkalarından vurulmalarını,hayvan vagonlarında akıbeti belli olmayan yerlere sürülmeyi hiçbir akla mantığa ve vicdana sığacak cevaplar çerçevesinde açıklıyamıyordu.Türk çocuğu anasız büyür,babasız büyür ama vatansız büyümez.Vatan ne taş nede toprak,vatan şereftir.Şerefimizi Rus ve Gürcü’nün insafına bırakamayız.Kan kardeşi Ezelhan’ında aynı düşüncelerde olduğunu biliyordu.Bir gece sinirli bir vaziyette kan kardeşinin kapısını çaldı.Artık dayanamıyorum diyerek yakasına sarılarak ağlamaya başladı.Bir şeyler yapalım Ezelhan.Böyle bir köşeye sinerek yaşayamayız.Odanın içerisinde hızlı adımlarla bir oraya bir buraya git gel yapmaya başladı.Ezelhan onu karşısına alıp oturttu.Bak kan kardeşim bende seninle farklı düşünüyor değilim.Zaten bir şey yapılacaksa beraber yapacağız.Ben burada bir köşeye sinmiş değilim.Planlıyorum,çalışıyorum.Moskova’ya telgraflar çekiyorum.Ama netice alamadım.Herkesin gözü üzerimizde bu yüzden de senden başka kimseye temas edemiyorum.Bir kaç gün burada benimle kal.Seninle kurtuluş yollarını arayalım ve planlayalım.Mirza bu teklifi kabul etti.Ezelhan koltuğun üzerinde duran siyah kaplı defteri aldı,masanın üzerine koydu.Mirza ile birlikte mücadelenin yol haritasını harfi harfine kaleme almaya başladılar.Günlerce uyumadılar.Gözleri kan çanağına dönmüştü.Vücutları cenkten yeni çıkmış Alpler gibi yorgundu.Yorgunluk içinde geçen günlerin sonunda yol haritası çizilmiş,mücadelenin ana maddeleri bir bir belirlenmişti.Artık faliyete geçmek vaktiydi.Mirza dinlenmek için kendi evine gitmek için müsaade istedi.Ezelhan’da gidip dinlenmesi yolunda nasihatler verdi.Gitmesi için müsaade etti.
Ertesi gün öğleden sonra Ezelhan,Mirza’nın evine giderek ona Tiflis’teki görevinden istifa etmesini mücadelenin sağlıklı ilerlemesi için kendisinin halkımızın sürüldüğü topraklara gitmesi gerektiğini,orada çeşitli görevler ve araştırmalar yapması gerektiğini söyledi.
Mirza Bey ertesi gün istifasını Tiflis hükümetine sundu.Bir Türk’ün görevden ayrılmasına memnun olan hükümet görevlileri,istifayı derhal onayladılar.Hükümetten belgesi onaylanan Mirza çarşıya çıkarak uzun yol için hazırlıklar yaptı.Yol ve coğrafya şartlarını iy bildiği için böcek ilaçları,uzun kollu giysiler,sıvı yiyecekler stokladı.Yolculuk yaparken keyifli zaman geçirmek için yanına Hüseyinzade Ali’nin kitaplarını aldı.Son olarak ailesi ve arkadaşlarıyla helallesşip hayır dularını aldı.Hazırlıklarını tamamladıktan sonra görevini yerine getirmek için yola çıktı.Tren ile Azerbaycan,Özbekistan,Kırgızistan,Kazakistan, -Balkar Cumhuriyeti’ni karış karış gezmeye orada halkın sürgün hakkındaki görüşlerini,isteklerini,çilelerini yerinde inceleyerek,dinleyere kaleme almaya başladı.Seyehati boyunca uçsuz bucaksız Türk topraklarında gördüklerinide mektup ile Ezelhan’a iletiyordu.Ezelhan ise mektupları ve raporları inceliyor,incelemeleri ve stratejileri doğrultusunda Mirza’yı yönlendiriyordu.Ezelhan,Mirza’nın omuzlarına büyük bir vazife daha yüklemişti.Bu vazife halkı bir ve diri tutacak,Türk-İslam töresince yetişmiş,gökte kartal yerde ise bozkurt olan bir yiğit bulmaktı.Ezelhan halkı yönetecek bilgi ve birikime sahipti ancak yaşlı ve yorgun bir savaşçıydı.Bu yüzden genç ve bilgili birine ihtiyacı vardı. Gün geliyor Almatia’da bir Kazak otağına misafir oluyor,Ötüken’de soluk soluğa at koşturup şaha kaldırıyor,Bişkek’te dombıra dinliyor,Bakü’den Karabaga ve Ahıska’ya bakıp göz yaşı döküyordu.Mirza gezdiği yerlerde hem halkının dertleriyle dertleniyor kah beraber göz yaşı döküyor kah beraber gülümsüyorken bir taraftanda böyle bir yiğit varmı diyerek etrafa göz gezdiriyordu.
İşte yine o günlerden birisiydi.Kırgızistan’daydı. Buradaki soydaşlarının bir hareketlilik içinde olduğu duyumunu haber almıştı.Acaba bu hareketliliğin nedeni neydi?Halkının gözden kaçırdığı bir sıkıntısı mı vardı,yada bilmediği bir isyan hareketimi söz konusuydu.Bunları araştırıyordu.İçini sıkıntı basmıştı.Mirza’nın haberi olmayan ve planlarının dışında vuku bilen bir şeyler oluyordu.Derhal neler olduğunu öğrenmeli öğrendiklerini Ezelhan’a iletmeli gerekiyorsa müdahale etmeliydi.Tek tek aileleri geziyor ağızlarından laf almaya çalışıyordu.Herkesin hal ve hareketlerini dikkatle takip ediyordu.Ancak bir sonuca ulaşamadı.Bütün Ahıskalılar ağız birliği etmişlerdi.Ser veriyor sır vermiyorlardı.Mirza’nın içini sıkıntı basmıştı.Üzüntü içerisindeydi.Yeise düşmüştü.Sıkıntı içerisinde sadece yere bakarak yürüyordu.Kendisini bir Camiinin avlusunda buldu.Minareden Müezzin o güzel ve Bilal-i Habeşi’den yadigar yanık sesiyle ezanı Muhammed-i okumaya başladı.Mirza ezan sesiyle kendine geldi.Başını gök kubbeye kaldırdı.Allah var gam yok dedi.Kollarını sıvadı.Şadırvandan abdest aldı.Namazını eda etmek için camiye girdi.Cemaat ile omuz omuza saf tuttu.Her duasında,rükusunda,secdesinde içini huzur ve umut kapladı.Namazını ve duasını bitirdi.Ayağıya kalktı önündeki ve arkasındaki saflarda ağırlıklı olarak Ahıskalı gençler ardı.Allah kabul etsin diyip el sıktıktan sonra cami avlusuna çıktı.Oturup ayakkabısını giyerken gençlerin ellerinde seccade ile koşuşturduğunu gördü.Mirza bu durumu garipsedi.Gizlice gençlerin peşine takıldı.Ara sokaklara giriyor,dükkanlara girip çıkıyor gençleri çaktırmadan takip ediyordu.Belli bir yol kat ettikten sonra atlara bindiler.Bozkırın yağız çocukları fırtına gibi at sürüyordu.Seccadeleri ise halen daha ellerindeydi.Atları hızlandıkça bozkurt gibi uluyorlardı.Çünki her bozkurt ulayışı bir zikirdir.İyice merakı atrttı.Kalp atışları hızlandı.Bu şaha kalkmış gençlik nereye gidiyordu.Derhal kendiside bir ata bindi,peşlerinden oda fırtına gibi at sürdü.Ne de olsa at Türk’ün kanadıdır.Atın üstündeki Türk değilse yüktür.Gittikleri yol Tanrı Dagları’nın yakınlarıydı.Sınırın ötesi Doğu Türkista’ndı.Tanrı dağlarının etelerinde durdular.Peşinden geldiği gençlerin haricinde bir çok genç ve yaşlıda buradaydı.İşin garibi hepsinin ellerinde seccadeleri vardı.Kafası iyice karışmıştı.Burada ne işleri var,seccadeleri niçin getirdiler?Acaba yakınlarda bir camimi varda ben mi göremiyorum diye düşündü.Aklını oynatmamak için matarasını çıkardı birkaç yudum su içti,elini yüzünü yıkadı.Atından inip olacakları izlemek için bir köşeye mevzilendi.Meydankiler hep bir ağızdan ‘’Ya istiklal ya ölüm’’ diye bağırıyordu.Dağın üst kısımlarından bir kurt uluması duyuldu.Bu uluma meydandakilerle hem fikirdeymişce, kulakları yırtarcasına meydandakilere cevap niteliğindeydi.Meydandakiler ve Mirza gözlerini kurt ulumasının geldiği yere çevirdi.Ulumanın geldiği yerde bir kurt ve kurt heybetinde görkemli ve kudretli bir Türk Beyi vardı.Yavaşça dağdan inmeye başladı.Başında kalpağı,belinde parıltısı göz kamaştıran kaması,Kafkas kıyafeti ve gözleri kadar siyah çizmeleri vardı.O yaklaştıkça meydandakiler sessizleşti,belli bir nizam içerisinde hizaya girdi.Ellerini kamalarına götürdüler.Türk Beyi meydandakilerin içine karıştı.O sırada herkes elini götürdüğü kamalarını kınından çıkardı,havaya kaldırarak ‘’Kanımız aksada zafer İslamın’dır’’ diye haykırdı.Türk Beyi ciddiyetini ve kurt gibi dik duruşunu hiç bozmuyordu.Bu sırada kalabalığın içerisinden yaşı hayli ilerlemiş saçına ve sakalına aklar düşmüş Irkıl Hoca belirdi.Eliyle halka susun işareti yaptı.Sesler yavaşça kesildi.Türk Beyi bu aksakallının elini öptü.Hayır dua istedi.Daha sonra Irkıl Hoca haydi cemaat şükür namazına dedi.Seccadeler serildi.Irkıl Hocanın İmamlığında namaz kılındı.Tanrım sen Türklüğümüze ve Müslümanlığımıza zeval verme diye dua edildi.Seccadeler serildiği yerden toplandı.Önce Irkıl Hoca onun peşinden Türk Beyi ayaklandı.Bunun akabinde halk Türk Beyi’nin etrafında halka oluşturup toplandı.Herkes dikkatle onun ağzından çıkacak sözleri bekliyordu.Türk Beyi önce Tanrı Dağları’nın verdiği özgürlük dolu havayı içine çekti.Ateş saçan gözleriyle halkına umutla baktı.Gözünde İskitler’den ,Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar geçen koca mazi,kahramanlık dolu hikayeler,kurulan toylar,kaldırılan tuğlar canlandı.Ellerini arkasında birşeltirdi.Gür ve sert sesiyle konuşmaya başladı: Siz gökyüzündeki Ay’ı Ahıska’nın camisindeki Hilal’den çok daha kolaylıkla sökebilirsiniz..! diyen yiğit milletimin asil evlatları Moskof mezalimi Ahıska’yı sarmış vaziyettedir.Ahıska’nın camisindeki hilal sökülmek üzeredir.Buna müsaade etmemeliyiz.Bize düşen ağlamak,sızlanmak değil iman ile yitesiye mücadele etmektir.Tarihimiz bize bunu emreder! Bizi kurtaracak yine biziz.Ne varsa yıldızda var ayda var,Türk’e yalnız yine Türk’ten fayda var! dedi.Meydandakiler birbirlerine bakarak,mırıldanmalar eşliğinde başlarını sallayarak söylenenleri tastik ediyordu.Söze Irkıl Hoca karıştı.Ellerini gök yüzüne doğru kaldırarak meydanda toplanan herkesin duygularına tercüman olan Türkistan şairi Çolpan’ın Esir Türkleri anlattığı şu mısralarını söyledi:
Gülen başkalarıdır
Ağlayan menem.
Oynağan başkalarıdır,
İnleğen menem
Hürriyet masallarını işiten başka,
Kulluk şarkısını dinleyen menem.
Hür başkalarıdır,esir menem.
Hayvan katarında sanalgam menem.
Coşkunluk iyice arttı.Kimileri atını şaha kaldırdı,kimileri Lezginka oynayıp bıçak fırlattı.Türk Beyi haykırdı ‘’Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.’’Bundan sonra sadece mücadele var dedi.Sözlerini bitirdikten sonra geldiği yoldan dağın etkelerine doğru yol almaya başladı.Meydandaki halk ise atlarına binip aynı hızla geri döndüler.
Mirza ise mevzilendiği kayanın arkasından olup bitenleri hayretler içerisinde ağzı açık izliyordu.Duydukları onu şaşkın ve çılgına çevirmişti.Etrafına halkı birlik içerisinde toplayan bu yiğit kimdi.Ne kadar güzel konuştu.Kelimeler ilk defa bir aradayken bu kadar anlam bulmuştu.İlk defa harfler bir milletin sesi olmak için bir araya gelmişti.Sahi tarihin tozlu sayfalarından çıkıp gelen bu yiğit kimdi.Bir an önce onu bulup konuşmak,Ezelhan ile birlikte çıktıkları yolu anlatıp kendi saflarına çekmesi lazımdı.Birlikte yapamayacakları şey yoktu.Etrafta kimse kalmadı hava kararmaya başladı.Saklandığı kayanın arkasından çıktı.Tanışmak konuşmak için adını dahi bilmediği Türk Beyi’nin demin tırmandığı dağa tırmanmaya başladı.Yukarıya çıktıkça hava soğuyordu.Her yeri zangır zangır titriyor,çenesi bir birine vuruyordu.Hazırlıksız gelmişti.Ama yolundan dönmüyordu.Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldı.Zor şartlarda ilerlemeye devam ettikçe bir ışık gördü.Bir kaç metre daha tırmandı ve ışığa ulaştı.Işığa ulaştığı yerde bir ateş yakılmıştı.Etrafı aydınlatan ışığın kaynağıda buydu.Ateşin başında demin gördüğü yiğit vardı.Yiğit arkasına bakmadan hoş geldin Mirza Beg dedi.Mirza’nın eli ayağı bu sefer soğuktan değil şaşkınlıktan titremeye başladı.Bir kaç dakika cevap veremedi.Afallamıştı.Türk Begi konuşmaya devam etti.Soğuktan donacaksın gel ateşin başına oturda ısınıp kendine gel.Hem dilinde çözülür,bu şekilde.Mirza tereddüt ve şaşkınlık içinde titreyerek ateşin başına geçti.Uzun süre ikisi de konuşmadı.Isındılar.Mirza kendine gelince beni nerden tanıyorsun,sen kimsin diye sordu.Türk Beyi gülümseyerek cevap verdi.Sabahtan beri kayanın arkasında bizi seyrediyorsun.Görmedim mi sandın? İki haftadır buralarda dolaşıp halkımıza yardımcı olmaya çalışıyorsun.Araştırdım,ajan değilsin.Ahıska’nın öz evladısın.Bana anlat maksadın nedir? Mirza şaşkınlığı ve hayranlığı bir kat daha artarak hafif kekeleyerek Ezelhan ile çıktığı yolu,yaptıkaları planı ve araştırmaları bir bir detaylıca anlattı.O anlattıkça Tanrı Dağı’nın göğsü kabardı,yanan ateş daha da körüklendi.Anlatılanlar Türk Beyi’nin hoşuna gidiyordu.Onunla aynı düşünen,onunla aynı davaya sahip çıkan insanların olduğunu görmek onu mutlu etmiş ve kendisinde kuvvet bulmasına vesile olmuştu.Konuşma bittiğinde ikisininde gözleri parlıyordu.Hava sürgün rezaleti gibi kap kara olmaya,bu rezaleti görenleri donmuşa çevirecek kadar da soğuyordu.Türk Beyi ayaklandı.Peki benden ne istiyorsunuz?
Senden istediğimiz bugün yaptığın gibi milletimize önderlik etmen onları her zaman bir ve diri tutman.Ama vazifen büyük sadece buradaki bir avuç vatan perveri değil bir milyon Ahıska’lıya önderlik edeceksin.Peki bunu nasıl yapacağım? Orasını sana Ezelhan anlatır.Asıl tanışıp konuşman gereken odur.İkinizi buluşturacağım.Benden haber bekle.Her şey tamam da daha adımı bile sormadın.Beni tam olarak tanımıyorsun bile,bu görevi yerine getirebileceğime nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Adının Ahmet,Timur,İlhami olup olmamasının benim ve milletimiz için hiçbir önemi yok.Bu millet nice isimsiz kahramanlar yetiştirip toprağa verdi.Adın sende kalsın.Bize gözlerinde vatan aşkı,göğsündeki iman lazımdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.