- 654 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR FİNCAN KAHVENİN KIRK YIL HATIRI VAR AMA NE MÜCADELELER VERDİĞİNİ BİR BİR BİLSENİZ... 5. BÖLÜM
Avrupa’dan tekrar Osmanlı ülkesine dönecek olursak Osmanlılarda pek çok ihtilalin başlangıç noktasının kahvehaneler olduğunu görürüz. Nitekim 1703 Tarihli Edirne Ayaklanması İstanbul kahvelerinde planlanmış, 1730 Tarihli Patrona Halil ayaklanması yine kahvelerden başlatılmış, Sultan III. Selim’in tüm tedbirlerine rağmen 1807 Tarihli Kabakçı Mustafa Ayaklanması yine kahvelerde kotarılmış ayaklanmalar olup bu ayaklanmaların birincisinde padişah II. Mustafa, ikincisinde III. Ahmet tahttan indirilmiş, üçüncüsünde III. Selim öldürülmüştür.
Osmanlı kahvehanelerinin durumu ile ilgili olarak 19. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden gezginlerden Charles White’ın yazdıklarına bakacak olursak onun aynen şunları söylediğini görürüz: “Burada mahallenin dedikoduya ve her şeyi bilmeye meraklı olanları hem özel hem de kamu meselelerini konuşmak üzere bir araya gelir. Bu yüzden kahvehaneler polis tarafından gözlenir; ve hatta birçok durumda kahveciler maaşlı hafiyelerdir”
III. Selim’in aldığı tüm tedbirlere rağmen demiştik değil mi?
Fransız İhtilalinden çok kısa süre sonra 1798 yılında bakın III. Selim nasıl bir ferman yayınlamış kahvehanelerle ilgili olarak:
“Kahvehâne ve berber dükkânları kapatılıp yıkılarak, gerek dükkân sahipleri ve gerek faydasız ve boş laf söylemeğe cüret idenler yakalanıp ve cezalandırılıp ve sürülmek lazım gelüp, ancak bir defa önce tembih ile ikaz edilerek merhametle hükmedene uygun olmakla bu defa cümleye tembih ve ikaz içün o türlü dükkânlardan en kötü şöhretli olanlar kapatılıp yıkılarak ve sahipleri sürülüp ve her semtün hakimler ve zâbitlerine başka başka fermân-ı âlî ile tembih olunmağla bundan sonra kahve ve berber dükkânlarında ve diğer dükkanlarda ve halkın toplandığı yerlerde ve ricâli Devlet-i Aliyye dairelerinde ve hademe ve katipler arasında vazîfesi olmayan devlet işlerine dâir söz söylemeye cesaret eder her kim olur ise yanında bulunanlarla beraber yakalanıp ve diğerlerine ibret için cezalandırılıp ve hükm-i siyaset icra kılınmak içün taraf taraf mahsus tebdiller ve tebdil olduğu bilinmeyecek ademler tayin olunsun”
O dönemlerde kahvehaneleri işletenlerin pek çoğu yeniçerilerdir. Çünkü artık yeniçerilerin evlenmelerine, kışla dışında bir hayat kurmalarına izin verilmiştir. Bunlar genelde ’ Bostani, Beşe, Onbaşı ’ Gibi yeniçeri unvanları taşımakta, ( Patrona Halil’in en yakın arkadaşı Muslu Beşe’ydi mesela )
18.yy sonlarında ve 19.yy baş-larında özellikle yeniçerilerin devam ettikleri kahvehaneler türlü yolsuzlukların, zorbalıkların yapıldığı yerler olmuştur. Her yeniçeri ortası üyelerinin gittikleri kahvehane kapısı üzerindeki ortanın balık, kılıç, gemi, hançer gibi işaretinden tanınırdı. Yeniçeri kahvehaneleri Boğaziçi kıyılarında, Galata, Tophane, Üsküdar gibi şehrin kıyı semtlerinde çokça bulunurdu. Yeniçeri ocağının II.Mahmut döneminde, 1826 yılında, kaldırılmasından sonra, İstanbul ve Boğaziçi’nde ne kadar kahvehane varsa hepsi yıktırıp kapatılmıştır. Fakat kısa bir süre sonra kahvehaneler yeniden açılmış, bu tarihten sonra yeniçerilere ait kahvehane kültürünü tulumbacı teşkilatı miras almış ve II.Meşrutiyet yıllarına kadar yaşatmıştır
Yeniçeri mesleği sayılan tulumbacılık acemi ocağına bağlı bir teşkilat olduğundan 1826 yılında yeniçeri ocağı ile birlikte dağıtılmış, yerine mahalle tulumbacılığı getirilmiştir. Her mahallede tulumbacı takımları kurulmuş ve bunu da mahallede açılan tulumbacı kahvehaneleri izlemiştir. Tulumbacı kahvehanele-ri, mimarileri, iç tasarımları, dekorasyonları ve temizlikleri bakımından çok ilgi çekiciydiler. İçleri çoğu zaman setli ve sütunlu kahvelerde fıskiyeli mermer ha-vuzlar olurdu. Ocaklar çiniden veya oyma süslemeli, nakışlı tahtadan yapılırdı. Fincanların durduğu raflar, nişler, tahta işçiliğinin ve Türk süsleme sanatının en güzel örnekleriydi. Duvarlar ve tavanlar da güzel nakışlarla işlenirdi.
Kahvehaneler eşyaları bakımından da Türk güzel sanatlarının örnekleriyle doluydu. Çini fincanlar, kapalı, açık ağızlı cezveler, gümüş hatta altın başlı nargileler, kehribar ağızlı çubuklar, birbirinden zarifti. İstanbul’un kahvehanelerinde çalgı dinlenir, sonraları gazete ve dergi okunurdu.
Tulumbacı kahvehaneleri türlü zevku sefalara ve türlü hazin vakalara sahne olmuşlardır. Bu kahvehaneler en şahşahalı devrini Sultan Abdülaziz ve II.Abdülhamit’in zamanlarında yaşamıştır. Kahvehane, tu-lumbacıların günlük hayatında bir nevi kulüp idi. Dostluklar orada başlar, orada kurulur, her türlü dedikodu oradan çıkar, iğrenç iftiralar oradan uçurulur, sapık aşk dedikoları orada çimlenir, yeşerir, cinayetlere kadar varan husumetlerin, kin-lerin kazanı kahvehanede kaynatılırdı.
İstanbul’un en tanınmış tulumbacı kahvehanesi Galata’da Hendek Kah-vehanesidir. Necatibey caddesinden Tophaneye doğru çatal yolun sol tarafındanolduğunu belirten Reşat Ekrem Koçu “Galata, kaldırım kabadayısı, bıçkın, şıkırdım, haşerat yatağı idi, bu takımın arı kovanı, karınca yuvası gibi kaynaştığı yerlerde kahvehaneler, bilhassa tulumbacı kahvehaneleri idi” demektedir
Defterdar’da Kahya Ismail’in Kahvehanesi işleten Kahya İsmail aynı zamanda bir tulumbacı reisiydi. Ahşap kahvehanenin üst kısmında bekar odaları bulunuyordu ve burada çok tanınmış tulumbacılardan, mani, semai, koşma okumada herkesin hayran olduğu Çiroz Ali kalıyordu. Ağır başlı, sarışın, orta boylu, tıknazca biri olan Kahya İsmail’in kahvehanesinin önü genişti, gelenleri temenna ile selamlardı. Ramazanda kahvehanenin önüne de iskemleler atar, yorgancı dükkanlarından kira ile eşya kaldırıp gelin odalarını süsledikleri gibi, özenli olarak yaptırılmış sarı ve beyaz çiçekler ve beyaz gelin telleri ile süslerdi. Ramazandan sonra süsleri toplar bir sonraki sene için sandığa yerleştirirdi
Karagümrük’te Uzun Ahmet’in Kahvehanesi, Beyazıt’ta Köşklülerin Kahvehanesi, Üsküdarda Tabutculariçi Kahvehanesi sayılabilir. Bunların dışında İstanbul’un hemen her yerinde dönemin spor klüpleri olarak kabul edilen kahvehaneler açılmıştır. Balat Tulumbacı Kahvehanesi, Cibali Tulumbacı Kahvehanesi, Unkapanı Arabacı Kahvehanesi, Çukurçeşme Taşkın Kahvehanesi, Yusuf Paşa Cinbon Ali Kahvehanesi, Kasımpaşa Katip Ömer Kahvehanesi, Beşiktaş Paşa Kahvehanesi, Yüksekkaldırım Kahvehanesi Galata’da Lüleciler kahvehanesi ve Tosun’un Kahvehanesi önemli tulumbacı kahvehaneleridir.
Özellikle yeni açılan bir kahvehane için “nişan alayı” tıpkı esnaf alaylarında olduğu gibi İstanbul’un gösteriş yanı ağır basan toplumsal olaylarındandır.
Tulumbacı kahvehenelerinin yaşadığı ve yaşatıldığı semtlere dikkat edecek olursak bu semtlerin bu gün bile hâla kabadayılık ile birlikte anıldığını görürürüz. Ancak hemen belirtelim Kabadayılık ile külhanbeyli çok karıştırılan ifadelerdir. Kabadayılar genelde bir semtin koruyucusu, ağır abisi iken külhanbeyleri ayak takımı serserilerdi. O bakımdan da kabadayılar kendilerine külhanbeyi denmesinden hiç hoşlanmazlardı.
Özellikle İstanbul Kahvelerinde ramazan ayları adeta dört gözle beklenirdi. Çünkü sadece Ramazan ayına mahsus olmak üzere kahvehaneler artık çalgılı kahvehanelere dönüşür ve sahur vaktine kadar çeşitli eğlenceler yapılırdı bu kahvehanelerde. Mesela elvan kağıtlarından güller ve zincirler yapılır, kahvehanenin tavanı, göbek göbek yahut beşik örtüsü şeklinde bu rengarenk zincirler ve güllerle donatılırdı., öylesine ki tavanın tek tahtası bile görünmezdi. Bir köşede çalgıcılara mahsus bir yer ayrılırdı. Zeminden yüksekce bir sed yapılr, güzel güzel resimler ve renkli kağıtlarla donatılırdı. Bu şanomsu çalgıcı yerinin arkasına da çalgıcıların sazlarının asılması için birkaç çivi çakılır, sedin üstüne de çalgıcılara mahsus münasip miktarda iskemle konulurdu. Kahvehanelerin duvarlarına da o zamanlar pek makbul olan resimler asılırdı, mesela “Uyuyan Sultanı öldürmeye gelen Arap delikanlı (Othello)”, “Sevgilisini gemiye bindiren kız gibi güzel oğlan (Helenayı kaçıran Paris)”, Kızkulesi”, “Rumelihisar” gibi.. Bu arada semtin tulumbacılarını sandık etrafında toplu gösteren büyütülmüş bir fotograf da unutulmazdı. Ayrıca en azından üç dört tanebüyük ayna asılır, bu resimlerin ve aynaların etrafı da rengarenk kağıt güller ve zincirlerle süslenirdi. Ramazanı şerif olduğu için kahvehanelerdeki masaların hepsi kaldırılır, ufak iskemleler hazırlanarak kahvehane bir tiyatro gibi o iskemleler dizilirdi”
Bu adet Selanik’ten gelmiş olsa da İstanbul’da hayat bulmuştu. Bu arada özellikle Doğuanadolu şehirlerinde de saz aşıkları icra-yı sanat eyler, sahur vaktine kadar türküler, atışmalar ya da Körpğlu, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre, Hz. Ali ve Hayber kalesi fethi, Zaloğlu Rüstem Hikayeleri anlatırlardı ki bu gelenek çok az da olsa hâla devam etmektedir bazı köy kahvelerinde.
Kahvehaneye zannedildiğinin aksine genelde ağırbaşlı kişiler gelirdi ama her şeyin yozlaştığı ve bozulduğu dönemlerde kendilerini bilmeyen it kopuğun mekanı olmaya başladığı da bir gerçektir. Bu kişilerm ceketler omuzda fesin bir tarafı çukurlaştırılmış (yar tekmesi), fesin üç köşesi çukurlaştırılmış (yardan ayrıldım), kuşakların uçları bir karış kadar sarkıtılmış ve hatta daha ileri gidilerek bıçağın sapı da kuşağın kıvrımından üç dört parmak çıkarılmış, oturanları itçe süzerek, ağır başlı, feleğin çemberinden geçmiş kamillere istihkar ve istihfaf ile bakarak yerlerini alırlardı.
Tulumbacı kahvehaneleri, balkan savaşının başlaması ve gençlerin çoğu-nun savaşa gitmesi ile yavaş yavaş çekiciliğini kaybetmeye başlamış, 1923 yılında tulumbacı döneminin kapamasıyla tulumbacı kahvehaneleri de zaman içinde yok olmuştur.
Tulumbacı kahveleri her ne kadar yok olsa da kahve ve kahvehaneler tabii ki yok olmadı. Bu gün özellikle mahalle geleneğinin hâla yaşadığı İstanbul semtlerinde kahvehanelere bolca rsatlamak mümkündür. Anadolu illlerimizde ise kasaba ve köylerde erkeklerin ikinci adresidir kahvehaneler ve pek çok şey değişse de o kahvehanelerde memleket meselelerine çözüm üretme(!) alışkanlığı halen devam etmektedir.
Bu gün gençler artık erkek erkeğe okey ya da pişti, elli bir oynamak yerine manitaları ile gidebilecekleri cafeleri tercih ettikleri için kahvehaneler, cafelere karşı büyük bir ayakta kalma mücadelesi vermelerine rağmen hâla çayın 1 tl olduğu kahvehaneler çayın bazen 10 Tl ye kadar çıktığı cafelere karşı varlıklarını koruyabilmektedirler.
Evet..Yazıma nokta koyarken...
1- Çay ve kahve içecekseniz adresiniz ne cafe ne de kahvehane değil mutlaka çay ocakları olmalıdır ( Özellikle çay )
2- Asırlar önce Türk’ün dünyaya tanıttığı kahveyi bu gün gidip de yabancı isimli ve patentli cafelerde içenlere ( Onların hangileri olduğunu biliyorsunuz. Hem reklam olmasın, hem de aleyhimde dava açmasınlar diye adlarını yazmıyorum.) yazıklar olsun.
Nihayet Bitti.
Bu yazı dizisinde Aşağıdaki kaynaklardan bolca istifade edilmiştir:
docplayer.biz.tr/8088307-Tulumbaci-kahvehaneleri.html
www.biyolojigunlugu.com/kahvenin-ilginc-oykusu
www.gidamo.org.tr/resimler/ekler/cb22bdd0b7ba1ab_ek.pdf?dergi=11
RESİMLER:
1- Tulumbacılar bir yangına gidiyorlar
2-3- Tulumbacı kahveleri
4- Bir Aşıklar Kahvesi
5- Barış Manço ve bir başka aşıklar kahvesi
6- Aşık Erzade Kapan bir aşıklar kahvesinde
7- Günümüze ait bir kahve mekanı.
YORUMLAR
Hafta sonları benim de okey oynadığım gibi.
Kahvehaneler ev-işyeri arasında mekik dokunulan bir yer. Ama Ben Bayburtlular derneği Lokaline takılıyor ve orada okey oynuyorum. Çay da 50 kuruş.
HİKAYE:
Adamın biri Kahve tiryakisi ve içmediği zaman da fıttıracak gibi hal alıyor. Gece evde yatarken aklına kahve geliyor. Karısına rica ediyor kalk bir kahve yap diye. Kadıncağızda evi altına üstüne getiriyor evde kahve yok. Eşine diyor ki karşı komşudan rica et al bir pişirimlik yapayım. Adam üstünü giyinip komşusunun kapısına saat 3.00 te varıyor. Kapıyı ev sahibi açıp buyurun diyor. Kısaca meramını anlatıyor. Ev sahibi buyur içeri gel sana benim hanım kahve yapsın iç diyor ve adamı alıyor içeriye. Hanımına diyor ki iki fincanlık kahve yap. Köpüklü kahve geliyor ve adam höpürdeterek içiyor. Ev sahibi bakın iştahınız var ise bir tane daha için diyor! Bizim tiryaki itiraz ediyor. Benim tiryakiliğim bir fincan içindir. İkinci fincana gerek yok diyor ve teşekkür edip giderken ev sahibi durdurup '''Eğer o ikinci fincanı isteseydin bir ton dayak yiyecektin.''' Haydi hayırlı geceler deyip adamı yolcu ediyor.
Ağabey yine çok güzel bir yazıydı.
Ellerine sağlık.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Adam haklı. Kahve tiryakiliği bir fincan kahve içindir. )))))))
Selam ve sevgilerimle.