- 567 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bürokrasinin Öteki Yüzü
İşadamı, politikacı, sanatçı, tüccar, esnaf; hatta her hangi bir statüsü olmadığı halde devlet dairelerine işi düşen herkes buralardan, kaliteli ve zamanında hizmet alamadıklarından yakındıklarını duymuşuzdur. Hatta, istenilen seviyede yabancı sermayenin de Türkiye’ye gelmeyişinin önemli sebebi olarak ta yine bürokrasi gösterildiği her zaman söylenir. Doğru da olabilir.
Devletin hizmetlerini yürütme biçimi olan bürokrasiye tek taraflı olarak bakarsak, aynı zamanda devlet olmanın gereklerinden birisi olan bürokrasi hakkında yanlış tespit ve kararlara varabiliriz.
Bürokrasi içerisinde hizmet sunan kurum ve kuruluşlar bu hizmetlerini memurlar, işçiler, sözleşmeli görevlileri marifetiyle yerine getirirler.
Bürokrasi, devletin vatandaşına hizmet sunma yöntemi olduğuna göre, ikili ilişkilerden ve mevzuattan kaynaklanan sorunların ikisinin birbirinden ayrılmasının faydalı olacağını düşünüyorum. İşin mevzuat yönü, bürokrasinin kendi kuralları içerisinde halledilebilirken, bu hizmeti sunanların; bilgisi, görgüsü, beşeri münasebetleri ve inisiyatif kullanabilme
gibi
kişisel özellikleri nedeniyle ortaya çıkabilen davranış kusurlarının giderilmesinin ve kontrolünün daha zor olduğuna inanıyorum. Bu konu ile ilgili bilgiler “Bürokrasinin Bu Tarafı” konu başlığı altında sizlerle paylaşılmaya çalışılacaktır.
Benim tespitlerim arasında tartışma konusu olan konuların daha çok, bürokrasi içerisinde hizmet talep edenlerce, talep edilen şey hakkında, bu talebin kendi kuralları içerisinde cevap verilme sorumluluk ve prosedürünün de var olabileceği bilgisine sahip olmamalarından kaynaklanıyor. Eğer bu süreç hakkında az çok bilgi sahibi olunursa, bu hizmeti verenlere karşı bir ılımlı ve empati ile yaklaşılır diye düşünüyorum.
Bürokrasi, sadece veren tarafta değil alan tarafı da ilgilendiriyor. Yani sırf hizmet istemekten ziyade, hizmetin istenme biçiminin de önemli olduğuna inanıyorum. Aşağıda örneğini verdiğim hukuk sistemi nedeniyle Türkiye’deki kanunların uygulanması ile, batıdaki kanunların uygulanma biçimi farklı olarak algılanabiliyor. Batıda kanunların uygulanma biçimi iki ana renk üzerine kurulu olduğu iddia edilmektedir. Siyah-Beyaz. Ama Türkiye’deki kanunların lafsı ve ruhi yönleri ile birlikte değerlendirilme nedeniyle, bürokrasinin bu yönü alıcılar tarafından pek fark edilememekte ve bilgi sahibi olunamamaktadır. Olumsuzlukların büyük çoğunluğunun da buradan kaynaklandığına inanıyorum. Hizmet talep eden bir kişi, şu soruların cevabını bilirse işleri kolaylaşmış olur;
- Ne istediğimizi biliyor muyuz?
- Ne zaman istiyoruz?
- İsteğimiz, kanunlara ve mevzuata uygun istekler mi?
- İsteğimizin bürokrasi içerisindeki yerini bilebiliyor muyuz?
Bu ve bunun gibi konular hakkında bilgi sahibi olursak, hizmetin alınmasında ve verilmesinde sistemi kolaylaştırmış oluruz.
İşin daha da ilginç olanı nedir biliyor musunuz? Bürokrasiden, hizmet talep edenler kadar, hizmet vermekle görevli alanlarda memnun değiller.
Eğer siz;
Ne istediğinizi ve nasıl istediğinizi bilemezseniz, hizmeti verenler de ne istendiğini vakıf olamadıklarından kimi zaman iletişim eksikliği yaşanabilmektedir.
Bir doktor bile, muayeneye gelen hastasından muayeneden önce hastasının hastalığı hakkında bazı basit sorular sorarak aldığı cevaba göre tetkik ve teşhisini koyarak tedavi etme yolunu seçiyor. Hiçbir soru sormadan muayene yapmıyor. Bazı ön bilgiler işi kolaylaştırıyor.
Şua anda nasıldır bilemiyorum, bizim ortaokula gittiğimiz 1970’1i yıllarda "Kurbağa"nın dolaşım sistemini, "Eğreltiotu"nun üreme biçimini en ayrıntısına kadar okuturlardı. Daha sonraları Lise öğrenimine devam ettik, orada da "Amip"in parçalanmasını, "Terliksi Hayvan", "Hücrenin Bölünmesi"ni en ayrıntısına kadar kitaplardaki çizimleri ile yetinmeyip, tekrarından kara tahtaya çizilir ve öğrenmeye çalışılırdı. Öğrettiler. Öğrendik. Ama hayati hiç işimize yaramadığı için . Unuttuk. Okullarımızda kurbağanın sindirim sistemini öğretiyoruz.
İşadamı, politikacısı, siyasetçisi hemen her kesimden bürokrasi ile ilgili yakınmalar var. Aklın yolu bir. Eğer bir yerde bir sorun var ise o sorunu sürekli olarak ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaların yapılması ve önlemlerinin alınması gerekmez mi?
Bir kişi mesleğinde son derecede başarılı olabilir. İyi bir doktor, başarılı bir avukat veya mesleğini çok güzel icra eden bir mühendis olabilir. Ama, bu insan her hangi bir devlet dairesine işi düştüğü zaman işini gördürmekte zorlanıyor. Okullarımızda: İlim öğretildi.
Meslek öğretildi. Toplum Kuraları, Trafik kuralları yeterince öğretilmedi.
Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre; 2006 yılının ilk 3 ayı içerisinde trafiğe 1030 kişi kurban verildi. Bu bir çelişki değil mi? Halbuki, Yurtdışında uzun süre kalmış ve oraların eğitim sistemini yakından incelemiş bir arkadaşımın anlattığına göre, trafik eğitimi daha anaokulunda öğretiliyor. Ve hakkı ile öğretiliyor. Trafik kuralları kişinin adı soyadı gibi bilinç altına yerleştiriliyor. Böyle olunca da; o kadar trafiğe çıkan araç ve insan olmasına rağmen bizdekinin çok çok altında kazalar veya ölümlü kazalar meydana geliyor.
Devlet dairelerindeki çalışmalar, yani, bürokrasi yeterince öğretilmedi. Çeşitli isim altında da olsa “Vatandaşlık Bilgisi” gibi dersler saat doldurmacasına okutuldu. Orada genellikle devlet daireleri hakkında bilgi verildi. Ama o dairelerin işleyişleri hakkında bilgilere rastlayamazsınız. Çünkü o bilgiler, genellikle dairelerin iç işleri olarak görülür ve genelgelerle, yönergelerle, tebliğlerle veya tüzüklerle işlemlere kanunların uygulamasına açıklık getirirler. Bunları da vatandaşların bilmesi beklenmemiştir. Beklenemez de.
Halbuki, toplum içerisinde yaşıyoruz ve bu toplumun yazılı veya yazısız kuralları olduğu gibi; bürokrasinin de yazılı olmakla birlikte davranış biçimi olarak ortaya çıkan uygulama biçimleri vardır. Yani, devletin hizmetlerini yerine getirirken benimsediği birtakım mevzuat ve yazılı olmayan etik kuralları vardır.
Bizim hukuk sistemimizde: “Her Kanun Lafsı ve Ruhi ile Mer’idir.” diye bir hüküm vardır. Bir kanunda yazılı olan metin tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. O yazılı metni yorumlayabilmek için bir de kanunun ruhu; yani: Kanun Koyucunun amacı, diğer kanunlarla; hatta, aynı kanun içerisindeki diğer maddelerle ilintisini de göz önünde bulundurarak değerlendirme gereği ortaya çıkabilir.
Kanunları okumak ve yorumlamak da günümüzde bir uzmanlık alanı oluşmuştur. Kimi zaman kanunda yazılı olanla uygulamanın farklı olduğunu görebiliyoruz. İşte bu yüzden olsa gerek, yazılı hayat ile yaşanan hayat birbirinden çok farklı. Bu farklılıkla ilgili olarak burada bir hatıramı dile getirmek istiyorum. Yüksek Okuldan Muhasebe elemanı olarak mezun olacağımız sene Çankırı Meslek Yüksek Okulundaki hocamız Yardımcı Doçent Dr. Şeref Kavak bize şöyle demişti:
"Biz size Muhasebenin ilmini öğrettik, temelini öğrettik. İlmi muhasebeyi öğrettik. Eğer siz bu bilginizle piyasada muhasebecilik yapmaya kalkarsanız, yapamazsınız. Niye? Çünkü: Piyasa Muhasebe sini’de bilmeniz gerekiyor."
O zamanlar Muhasebe ve vergi mevzuatı bu kadar ülke gündemini meşgul etmemekteydi. Vergi Mükellefleri ödemeleri gerekeni değil, istedikleri kadar vergi vermeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Şimdi öyle bir şansları yok gibi mükelleflerin. Maliyenin yeni vergi inceleme teknikleri ve mevzuat değişiklikleri nedeniyle bu durum oldukça zorlaşmış görünüyor.
Öğrencilik yıllarımızda bu sözün önemini kavrayamamıştık. Okuldan mezun olduktan sonra çok şeyi bildiğimizi sanıyorduk, ama bilmediklerimizin sayısını kavradıkça ne kadar çok şey öğrenmemiz gerektiğini anlamıştık.
Mesleği ile ilgili bir üniversiteden mezun olan genç, herhangi bir devlet dairesine işi düştüğü zaman buradaki uygulamayı gördüğü zaman haklı olarak yakınmalar başlıyor. Çünkü kendisine bürokrasi hakkında bilgi verilmedi ki! Bir kişi mesleğini çok güzel öğrenebilir ama unutmayalım ki, toplum içerisinde yaşıyoruz ve toplumun kendisine has yazılı olmayan kuralları ve uygulamaları var. Unutmayalım ki, “hizmet verenler” bir başka konumda “hizmet alan” konumu ile karşı karşıya kalabilmektedir.
Her hangi bir dairede müdür olarak hizmet veren konumunda görev yapan bir kişi, evinde tükettiği “Elektrik Fatura Bedelini” ödemek için bir banka gişesi önünde sıraya girdiği zamanda ise, hizmet alan konumunda buluyor kendisini. Yine bir binanın planını çizen mimar iş sahibine karşı hizmet veren durumunda iken, Belediye Fen İşlerinde, bu binanın belediye imar planına uygunluğunu tasdik ettirirken hizmet alan durumuna girebiliyor, insanların yer ve zamana göre rolleri değişiyor ve pozisyonları farklı durumlar alabiliyor. Demek ki bu bürokrasi tek taraflı bir mekanizma değil. Tüzel kişilikler aynı kalmak şartıyla yere ve zamana göre farklı durumlar alabiliyor.
Çözüm Ne?
Üniversitelerimizde veya Liselerde Bürokrasinin işleyişi hakkında az da olsa eğitim verilirse hem alan hem de verenler açısından son derecede faydalı olacağını düşünüyorum. Zira, hepimiz bu toplumda yaşıyoruz, ve bu toplumun kurallarını ve işleyişini de bilmek herkesin hakkı ve görevi olmalıdır. Bu memleketin insanının belirli bir süre için geçerli olan ve sonradan unutulan ve hayatında bir derdine çare olacak faraziye bilgilere değil, hayatın gerçeklerine, gelişen ve değişen toplumun dinamiklerine, ihtiyaçlarına göre gerekli olan bilgilere ihtiyacı var.
Herkes Her Şeyi Bilmeli mi?
Bunun karşısında son zamanlarda “Toplam Kalite Yöntemi” veya “ISO” belgesi uygulaması sonucunda ortaya çıkan şöyle de bir görüş var:
Herkes her şeyi bilmek zorunda değildir.
Herkes bilmesi gereken şeyi bilmelidir.
Toplumda uzmanlaşma olması gerekir.
Örneğin, İşadamı: - maliyeyi, - hukuku,- sigortayı - iş mevzuatını. bilmek zorunda değildir.
O sadece işini bilecek. Öbür işleri, işin uzmanları olan: Mali Müşaviri, Avukatı, Mali Danışmanı bilmelidir.
Yani herkes belirli bir konuda uzmanlaşma yoluna gidecek.
Uzmanlaşma, ekonomik olarak kendisini aşmış ve yaşantısını belli bir yaşam standardının üzerine taşımış toplumlar için geçerli olabilir. Ama şu hali ile uzmanlaşma, Türk Toplumu için geçerli olabilecek bir çizgiyi yakalayabilmiş değildir.
Kurumları değiştirebilirsiniz, sistemleri değiştirebilirsiniz ama o sistemi uygulayacak olan ve talep edecek olan beyinleri ve bilinç altını yani: Alışkanlıkları değiştirmek o kadar kolay olmamaktadır.
Eğitim…
Eğitim…
Eğitim.
EĞİTİM ŞART!
Hüsnü EKİZCELİ – 01.08.2006 Salı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.