- 540 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SOLHAN'DA HOŞGÖRÜNÜN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRMEK
SOLHAN’DA HOŞGÖRÜNÜN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRMEK
Ergenlik yaşına geldiğim dönemden itibaren çevremde olup bitenleri sesli ya da sessiz şekilde “neden, nasıl ve niçin” sorularıyla hep sorguladım.
Sorgulama gereğini hissettiğim konuların başında şüphesiz ki, dönemin Solhan’ında eksikliğini çokça hissettiğimiz hoşgörüydü. Halk, hoşgörü kültürüyle tanışmadığı gibi kamu yönetimi de nasibini alamamıştı ondan. Bir de bakıyorduk ki, genç ve acemi savcının birisi vermiştir emrini polis ve jandarmaya; akabinde başlamıştır kovalamaca. Yöre halkının başlarına giydikleri külah, sarık ve takke gibi giysiler toplanmaya başlanmıştır bu anlamsız emir sonucu. Artık kaçan kaçana. Kimi kisvesini kurtarmak için çareyi, açık bulduğu bir dükkâna sığınmakta bulmakta, kimisi de saklamaya çalışmakta yanındaki kadınlardan birinin çantasına, heybesine.
Devlet anlayışı böyle olur da vatandaşın ki farklı olur mu hiç? Maalesef o dönemlerde yöre insanının rüyasına bile girememişti hoşgörü denilen o kelime. Gençlerin uzun saçlarıyla uğraşanları mı, uzun faforileri “Lenin’in işareti” olarak görüp tepki göstereni mi anlatayım? İspanyol paça dediğimiz bol paça pantolona taktıkları kulpları da anlatmaya başlasam liste uzar gider.
Hele hele yöreye turist olarak gelen hippilerin maruz kaldığı muameleyi hatırladığımda insanlığımdan utanıyorum. O yıllarda otostop yaparak ya da motosiklet, bisiklet veya eski püskü bir arabayla dünyayı dolaşma merakı vardı kimi insanlar arasında. Bu akımın bazı temsilcilerinin yolu Solhan’a düştü mü, varın seyredin gümbürtüyü. Çocuklar önce sararlardı etraflarını. İlk defa kendilerine benzemeyen birilerini görmüşler gibi meraklı bakışlarla her taraflarını süzer ve incelerlerdi. Sonra küçük müdahaleler başlardı. Laf atmalar, parmak atmalar birbirini takip ederdi. Ne yazık ki, çocukların bu tacizlerine bazı yetişkin insanlar da katılırlardı. Solhan’ın kimi insanlarına göre; gâvurdu, kâfirdi, dinsiz imansızdı onlar. Nesi var nesi yoksa misafirine sunmayı bir görev olarak gören Solhan’ın misafirperver insanları, “Tanrı misafiri” kavramını unuturlardı uzun saçlı, sakallı erkeklerle, şort ve askılı bluz giymiş turist kadınları gördüklerinde.
Anadolu’nun pek çok yöresinde “bitli turist” deyimi ile aşağılanan, horlanan turistler, Solhan’da daha acımasız yöntemlerle eziyete maruz kalıyorlardı. Bana garip gelen asıl şey: bu gayrı insanı muameleye polisin neden müdahale etmediğiydi. Belki o memurlar ve görevliler de yörenin insanına uymuş ve o tür insanlık dışı hal ve hareketleri normal görür olmuşlardı.
Hoşgörüsüzlük bazen komedi filmlerine konu olabilecek uygulamalara davetiye çıkarıyor, görenleri ve duyanları kahkahaya boğuyordu. İşte bunlardan birisi:
Mensup olmakla öğündüğümüz Yüce İslâm Dini; in¬san sağlığının korunması, aile nafakasının gereksiz harcamalarla tüketilerek aile bireylerinin açlık ve yoksulluğa itilmesinin önlenmesi; dikkat, şuur ve irade zayıflamasıyla kavgalara, cinayetlere, aile geçimsizliklerine, yuvaların yıkılmasına, dostlukların bozulmasına, acı trafik kazalarına ve asayişi ihlal edici diğer fiillere neden olması sebebiyle alkollü içkileri yasaklamıştır.
İçinde yaşadığım altmışlı ve yetmişli yıllarda küçük bir kasaba görünümünde olan Solhan’da bir elin parmakları kadar insan, bu kesin emre rağmen Yüce Yaradan’ın affı, merhameti ve mağfiretinin bol olduğunu bilerek bu suçu işlemekte sakınca görmüyordu. Bir gün ona dönüp tövbe etmesi halinde bağışlanabileceğini düşünüyor olmalıydı ki, içki ile tanışıklığını devam ettiriyordu. İçmeyi alışkanlık edinen bu bir avuç insanın içki temin etmek için başvurduğu yol ve yöntem insanı hayrete düşürecek cinstendi.
İlçede faaliyet sürdüren hiçbir esnaf alkollü içki satışını aklından bile geçiremiyordu. Bir ürüne talep olan yerde bunun bir satıcısı çıkar çıkmasına da cesaret eden nerede? Her hangi birisi buna cüret etse, ticari boykota maruz kalabileceği gibi can ve mal güvenliğini de tehlikeye atardı. Peki, öyle ise kim satacaktı içkiyi o ilçede. Tabi ki, Tekel Memurluğu. Esasen bayilerine mal satışı yapmakla sorumlu olan Memurluk, bayi bulamadığından perakende satışı yapmak zorunda hissediyordu kendini. Genel uygulamalarına ters düşse bile.
İçki müptelaları için sorun bitti mi? Koca bir “hayır”. İfşa olmak en büyük tehlikeydi o insanlar için. Karşılaşabilecekleri o anlamsız ve insafsız yaptırımları göze alamazlardı. Dışlanmak yaptırımların en hafif şekliydi. İçkiyle dost olan birinin aile efradı da dışlanır, evine gidilmez, evine alınmaz. Cenazesi, düğün derneği boykota maruz kalırdı maazallah! Bu nedenle içki müşterisinin ihtiyacını oldukça gizli yollarla temin etmesi gerekiyordu. İşte orada yine “Türk aklı” dediğimiz hinlikler devreye giriyordu.
Çocukları kullanmak en çok başvurulan yol olmuştu. Ağzı sıkı olan çocuklar bu iş için tercih ediliyor ve neredeyse içkiye verilen para kadar da taşınması karşılığı olarak ödeniyordu. Günümüzde küçük çocuklara içki ve sigara dahil pek çok keyif verici maddenin satılması yasaktır. O yıllarda yasaklar devrede değil miydi bilmiyorum, ama içki temin etmek zorunda olan insanlar için başka bir yol kalmamıştı. Bundan sonrasını dinlemek için sıkı durun. İçki siparişini getirecek çocuk, Tekel Binasına oldukça uzun, zikzaklı ve karışık bir yoldan gönderilir, dönüş için ise daha farklı, ancak yine şaşırtmalı bir yol izlenirdi. İçki şişeleri kâse kâğıtları içinde gazetelere sıkıca sarılır, kamufle edilir ve öyle getirtilirdi. İçki şişelerinin takip ettiği o uzun ve karmaşık rotanın sebebi ise taşınan şeyin içki olduğunun anlaşılması halinde sahibinin kamufle edilmesi amaçlanmaktaydı.
Büyük bir gizlilik içinde temin edilen içkiler aynı kaide ve kurallara riayet edilerek içilirdi. Kimi zaman ırak bir bahçenin kuytu bir köşesi seçilir, kimi zaman da gözden ırak bir evin loş bir odasında içilirdi, sessiz … sazsız … sözsüz …
Kendisinden başka bir Allah kuluna ömrünce zarar vermemiş BR de Solhan’ın ehlikeyf grubuna mensuptu. Söylentilere bakılırsa mey ile yetinmediği, diğer keyif verici maddelerle de tanışıktı. Bu nedenle yabancılaşmıştı çevresinde mahallesindeki komşularına. Yabancılaşmasına komşu esnaf arkadaşları da katılmıştı. İçki ve uyuşturucu denilen o melanetlere bir kere tutsak düşmeye görsün garibim. Dinleyebilir mi Ramazanı, orucu?
Ramazan ayına rastlayan dondurucu soğukların hüküm sürdüğü ve kar kalınlığının bir metreyi aştığı bir kış gecesinde mahalle sakinleri teravihten çıkıp evlerine dönmüştü. Gecenin ilerlemiş saatlerinde arkadaşlarıyla içip eğlenmiş BR evine dönerken ayağının kayması sonucu yere düşmüştür. Bir ölçüde sağlığını da kaybetmiş ve oldukça sarhoş olan BR, bütün çabasına rağmen ayağa kalkıp yoluna devam edemez. Yürümeye çalıştığı patikaya benzer dar yolun iki tarafına yığılan kar, onun çevreden görülmesine engel teşkil etmektedir. O kalkmak için çabalayadursun; yoldan geçen pek çok kişi yardım elini uzatmaz. Her geçen “la havle” çekerek yanından geçer gider. Öyle ya; mübarek ramazan ayında içki içerek büyük günaha giren birisine yardım etmek reva mı? O güne kadar medrese çıkışlı din adamları öyle anlatmışlardır yüce dinimizin emirlerini. Dini hassasiyetlerin çok yoğun olduğu o mübarek ayda büyük günah işlemiş birine yardım elini uzatmaya yetkili olmadıklarını düşünür oradan gelip geçen mütedeyyin insanlar.
Düşünüyorum da biz kullarının hasbelkader yaptığı o çakma hukukta bile insanların yaşam hakkı her şeyin üstünde tutulmuştur. Yaşam hakkın İslam açısından taşıdığı önem ve ehemmiyeti anlatmaya bile gerek yoktur. İslam’a göre haklı bir neden olmadıkça hiçbir şekilde bir insanın yaşamına son verilemez. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Kim bir insanı öldürürse, bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir; kim bir insanın yaşamını kurtarırsa bütün bir insanlığı kurtarmış gibidir.”
Hoşgörü denilen kavramın kıyısından kenarından geçmemiş mahalle halkının yardım elini uzatmadığı, evine haber vermeye bile gerek görmediği zavallı BR, o gece bir metre kalınlığındaki karlar içinde donarak hayatını kaybeder.
Sabah olur, ölüm haberi yayılır her yere. Ancak yeni bir tartışma çoktan başlamıştır bile: Kutsal Ramazan günü sarhoş bir vaziyette ölen bir zındığın cenaze namazı kılınır mı? Nasıl olur bilmem, ama akraba ve dostlarının ikna etmesiyle mi yoksa kendiliğinden insafa gelen birkaç din adamının yardımıyla BR’nin cenazesi kaldırır. Ne yazık ki, içler acısı o olay bile o dönem Solhan’da yaşayan insanları etkilememiş, kendileri gibi düşünmeyen ve kendileri gibi yaşamayanlara karşı hoşgörülü olmanın gerektiği hususunda bir nebze olsun düşündürmeye yetmemiş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.