- 431 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ter ve tuzlanma sonrası çamura düşen gölge…3
Yaşamın cesaret zamanları başladı…
Ve ben çarpıntılı bir rüyadan gözlerimi ovuşturarak açınca güneşin aynı yönden doğduğunu görünce çıldırasıya gülmeye başladım bu rüyanın ardından…
Yine bir haber özlemi, yine bir serinlik düşleri sarmışsa bedeni, dünlerin özlemini örtmüşse yaşam zamanı, yarına düşecek korkulardır esas olan gurbet çilesi…
Kaç yılın kış sonundaki bekleyişler hüküm sürmekte yaşamda, oysa nefesler artık tükenmemek çabasında...
Aşkta dünler vardı sevgili, sen ve ben tekrarlayıp durduk hep ama, yarın yaşamdaki korkularla dolu ki bunu hiç diyemedik biz masum sevgiye…
Kayıp zamanların korkularındaki yaşamdan, yarınları düşlemek de pek sevinç veremedi düşsel yorgunluğumla…
Ve… Ve bir gün, hayatımıza geçmişte hiç rastlamadığımız ve sesini, bakışını hiç görmediğimiz bir insan çıkar karşımıza. Ve ne olduğunu anlamadan yanımıza alırız onu…
Öyle bir yan yana yaşam başlar ki, geçmişine ait hiçbir şeyini, hiçbir yaşam karesini bilmediğimiz bir yol arkadaşı olan “ona” dediğimize günler boyu, yollarda geçen yaşam boyu, aynı masada bir çay içimlik zamanda bile hep bir şeyler, anlatırız…
Geçmişte yaşadıklarımız, geçmişten o günlere gelen sevdamızı, mutluluklarımızı, hüzünlerimizi, isim ve yerler ile tarih ve zamanı perdeleyerek, yaşanmış konular gibi, bilerek ve saklısız kalarak özveri ile kendi karakterimizi içine alan söylemlerle tüm düşlerimizi ve de düşüncelerimizi sanki aynı şeyleri bir daha yapmayacakmış gibi, çoğunda acı olan, birçoğunda sanki sevinçlerimiz varmış gibi, anlata anlata bitiremeyiz…
Zamanları tekrar tekrar yaşıyormuşuz gibi, bazılarında gülümseyerek, bazılarında da gözlerimizden akan ıslaklıklarla pişmanlıklarımızı anlatırız…
İçimizde ki hüzünlerin aslında tekrar canlanıp yüzümüzü ısıtacak kadar baskı yaparak anlatım esnasında tekrar tekrar o kareler gözlerimizden yankılanır sanki…
Birçoğunda hırslar ve ağır pişmanlıklar olsa da aralarına sığmış mutlu olunan mutlu olunan zamanların huzuru tekrar o anlarda yüzümüze yapışır ve o mutluluk hislerini saklamak için başka konulara doluşur seslerimiz…
Aslında anlattıkça gride kalan yaşamdaki pişmanlıklar, içgüdüsel olarak çene kemiklerimizi sıkarak, dişlerimize vuran acılanmalar ile kendi kendimize hayıflanırız, sessiz düşüncelerle bunların hatırlanmasındaki anlamsızlığı düşünerek kendimizce hayıflanırız…
İşte bu anlarda devreye ses tonu ve vücut dili kendini ortaya atar…
Boğazımıza bir şeyler doluşu, sesimiz tüm dikkatimize rağmen, çatallaşır ve yüzümüzdeki kızarıklığın ısısı içimizde bir yerlerde kalbimizdeki derinliklerde ısı ile titreyerek yanmalara ulaşır ve farkında olmaksızın, ruhumuzda acılanmalar oluşunca bu düşlerden kurtula bilmek için kendimizi karanlıkların sessizliğine aldırmadan ruh sükutuna ulaşmak için kendimizi yolların gizeminde kaybedinceye kadar bedensel bir koşuşturmaca başlar ki bunun limiti ve devamlılığı artık imkansızlıklarla uğraşmaya düşer…
Şüphesiz yazılmış bir kaderi ve yazılmış bir ömrü yaşıyoruz…
Ne kadar yaşayacağımız veya ne kadar yaşamda nelerle uğraş vereceğimizi bilmiyoruz…
Ve… Ve itiraz edeceğim bir nokta yerinin bile değişen şekline…
Uğraşlar yaşamın tümüne saplanmış bölümlerle baş etme çabaları ile nefes alma üstünlükleri…
Kimin veya hangi oyunları var hayatımıza saplanan?
Şüphesiz yaşamın içinde nefeslerimiz vardı ve şüphesiz onları hak edebilmek için hayatın tüm şartlarında göğüs göğse kaldık…
Çok şey tersine döndü düşündüklerimizden veya sandıklarımız ile…
Kaç şey bu uğraşta hak ettiğimiz yerdeyiz şikâyetsiz…
Kendimiz ne kadar haklıydık veya ne kadarında hak etmiş görüyorduk kendimizi?
Neden şikâyet ediyorduk kabullenmediklerimizden?
Yaşamdaki nefes almalarımızı yönlendirenler vardı…Nefes almalarımızı eksiltmelerimiz vardı, korktuğumuz her şeyden kaçarken tam da ortasında bulduk kendimizi…
Korunmasızdık yaşamın her anında ve tek başımıza mücadelenin içinde görürüz kendimizi…
Tek boş yanımız ve yüreğimiz veya sevdim dediğimiz konumdu sevgim…
Başaramadık belki de bu beraberce nefes almalarla yaşamı…
Önce tek başına, sonra tek başıma kopuştuk, böylece tek tek birlikte başaramadığımız bu beraberlikle nefes almaları ve mücadele ede ede bitirilişin sonunu yaşadık…
Gerçekte bu şartlarla bu günlere ulaşmak oldukça zor oldu ama çaresiz koşullardı içinde yaşadığımız…
Tüm sonucu olmayan düşüncelerdi içinde bunaldığım. Ne kadar kolaydı veya ne kadar zorlayıcıydı yaşamdı ki hâlâ süre gelen sancıları omuzlarımızdan aşağı sızlayan veya sızan…
Hiç kimsesiz veya hiç kimsemsiz, yaşama adım atmaktı galiba tüm olumsuz düşüncelerle yaşamak…
Belki de bir benlik savaşımı veya kaybedilen benlikle yaşam savaşıydı bu tüm çabalamalar…
Belki de yaşamın bu şartlarını anlamamış veya fark edilmemiş davranışlar olarak kalındı içinde ama hiç kimsemsiz yaşamın nefesleri de her an rutubet kokacaktı…
Zordu sevgili her şeyim ve de her keslerim dediğim bunca yıl sonra hiç kimsemsiz demek kadar zorluk çok az yaşanırdı yaşamdan ve zorlamasız da pek kolay değildi…
Duvarları kesme taşlarla örülmüş ve su sızıntılarına engel olmak için üzerine mermer kaplanmış bir kafes duvarıydı sanki yaşamın içinde kalan darlıklar…
Ve büyük bir istekle yaşama, gözlerini açtı güneşe...
Yaşam savaşı devam ediyordu sevme kulvarı her an ve gün geçtikçe kalabalıklaşıyordu, artık sevgi adına bir birlerini tanıyan insanlar kendi aralarında aralanıyor ve de azalıyordu…
Ama bir adam vardı ki köşe başı bekçiliği yaparak sevgi adına zaman kovalıyordu, duramayasıya ve geceyi güne karıştırarak, sevmek zannettiğinden çok ağırlık veriyordu yüreğine ve kendine ait gece seçme çabasından güne açıyordu gözlerini…
Gidiyordum artık kendimden, uzakların koyu gölgeliklerinde buluyorum kendimi…
Dünlerin endişesi yaşanması olağan olmaya, tüm zamanların kendime karşı sorumluluğunu içimde, derinliklerde, belki de endişe çemberinin içinde bocalıyordum…
Geleceğin korkuları an an kendini göstererek kendi kendimi ansızın ve zamanını hangi ana kadar uzayacak korku düşleri ile savaşıyordum, sanki gözlerim açık sebepsiz bakışlarla etrafı süzerek, her objeye göz atarak, kendime sanki seyir meydanını açıyordum bu korkuların endişesi ile…
Sebepsiz yarınlara ve ondan sonraki zamanlara ulaşan bu yaşam kesitinin içinde yalnızlığımla ben oradan oraya atılıp, çoğu zaman büyük bir tahammülsüzlükle gözlerimi güneşe kapatıyordum…
Sebepsizlik ve tek yönlü düşüncelerin kavislerinde sanki belirsiz bir arayış içindeydim...
Belki de neyi ne için bilmediğim bir şeyleri özletircesine başka bir şeylerin avuntusu ile belleğimi zaman ve düşünce yön değişimlerine uğratıyordu…
Karanlıklarda yaşamak gibi anlamsızlık ve sebepsizlik ve tek yönlü düşüncelerin kavislerinde sanki belirsiz bir arayış içindeydim…
Belki de neyi ne için bilmediğim bir şeyleri özlercesine başka bir şeylerin avuntusu ile belleğimi, zaman ve düşünce yön değişimlerine uğruyordu…
İçimde kabaran en büyük özlem, yarının veya yarınların bana getireceği düşlerimin hangi bölü müydü?
Galiba düşleri özlemek başlı başına bir yaşam kesiti ve bırakıyordu bu yalnızlaşmış yaşamın geniş kesimlerine...
Koyu bir karanlığa bakan yüreğin, geceyi gündüze katan düşleri ile özlemse özlem, boşluksa boşluk derken bir güçlülük peşinde koşan bir yürek... Ve hiç yarın olmasın beklenmeye derken bile içindeki onuru saklamış yarınlara...
Karanlıklar ve o anların ardına sığınmış tüm yaşamın içinden kopup gelen ve sanki yol arkadaşıymış gibi kollarını açarak göğüs göğüse yaşama giren, tüm geçmiş…
Sen sevgili, o günlerden yaşamıma girip, bu günlere anı yolu arkadaşlığı gibi sevginin içinde beş parmak olmuş bir görüntü ile iç içe alınan nefeslerle, bu günlere sarkan, koyudan da ala, karanlıktaki gölgesin artık yaşamıma…
Bazen gülümseyip, bazen de korkularla kol kola yaşayarak bu günlerin çileli yaşamındaki acılarımın veya acılanmalarımın üstüne bastıra bastıra yaşamıma endişe saklamaya devam eden sen ve karanlıkların içinden gölgemmiş gibi ruhumla kol kola girmişçesine tüm yaşamımdaki ortak düş görüntüsü olmaya devam eden sen ki sanma sevgi özlemimdesin…
Sadece öfkelerime konu olup bedenimi sarsmaya devam edipsen ki yarınların yol arkadaşlığımdan sanırım düşemeyeceksin…
Garipsenecek bir yalnızlık düşünceleri bunlar…
Bu gece sonu yine güneş aynı görüntü ile doğmaya çalışacak zamana göre…
Bazı kuşlar uçuşa kalkıp, göğü kaplayacak. Gece kuşları saklılarına kapanacak.
Arada bir belkisiz çocuk ağlamaları duyulabilecek, kararmış gece boyu, düşüncedeki yorgunluklarla başım omzuma düşecek.
Biraz öfke, biraz korkaklık, biraz gecenin yorgunluğunun bezmişliği, gözlerimde kurumaya yüz tutmuş ıslaklıkla sevgili sesine yetişmeye çalışan kendi sesim…
Ve uzaktan duyulmaya başlayan seslerin anlamsızlığı ile belki de biraz umut yorgunluğu ile uzanıp kapanmak istiyorum düş kurmadan, tan aydınlığına yakın, yastığa gömüyorum yüzümü…
Ve sahipsiz seslerle, artık duyumsuz olmak isteyerek “merhaba yeni gün sabahı” demek geldi içimden…
Ve tekrarı olmayacak düşüncelere veda etmek istiyorum artık…
Bu sefer sen düşünceleri olmadan sevgili…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.