- 433 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Liston Hocam
LİSTON HOCAM
Ortaokul ve liseli yıllarımızda öğretmenlerimizi gerçek adlarından çok kondurduğumuz lakaplarıyla biliriz. Mersin Öğretmen Okulunda biz de bu geleneğe uymuştuk. İtiraf etmeliyim ki bazen işi çığırından çıkarıyor, öğretmenlerimizi rencide edecek boyutlara vardırıyorduk. Doğadaki vahşi hayvan isimlerinden tutun da tarih içinde nefret uyandıran şahsiyetlerin isimlerine kadar bir dizi isimler sıralıyorduk onlar için.
Allahtan, dünyalar tatlısı İzzet Karakurum Hocamıza böyle bir ismi reva görmemiştik. Çok güçlü, kuvvetli olduğundan mı, ten renginden mi bilmem, herkes onu Şampiyon Boksör Liston’un adı ile bilirdi. Adam gibi adamdı o. Başarısızlık, tembellik ve ataleti hiç sevmez, her öğrencisinin acısını acısı, sevincini sevinci sayardı. Öğrencilerinin her birini öz evladından ayırmazdı Rahmetli. Okulun neresinde bir tahribat ve tamirat gerekiyorsa İzzet Hocamız elinde çekiciyle, testeresiyle orada bitiverir, sorunu çözerdi.
Eski mezun abilerimiz anlatmışlardı: “Eğitim öğretim sezonu sonuna yaklaşıldığı bir dönemde öğrencilerden biri, kendisine verilmiş iş bilgisi ödevini yapmada gerekli dikkat ve özeni göstermez, baştan savma bir örnekle İzzet Hocanın huzuruna çıkar. Altın yürekli babacan Hoca bunu görünce deliye döner. Ancak buna rağmen öğrencisine zarar vermeye gönlü razı olmayan Liston, “s” harfini “ş” diye seslendiren o kendine has şivesiyle der ki:
“Ulan, bir vurşam ölürşün, bir verşem kalırşın, şimdi def ol git dinini ş..tiğim.” Listonun öfkesini göze alamayan öğrenci, çareyi oradan sıvışıp gitmede bulur.
İzzet Hocamızın en yakın dostlarından birisi de ayrılmaz ikizi olan motosikletidir. Anadolu’da yük hayvanlarının üstünde görmeye alıştığımız kilimden dokunmuş iki gözlü bir heybe daima içi tıka basa dolu olarak motosikletinin üstündedir. İşe, okula, pazara bu motosikletiyle gelir, en cafcaflı davetlere yine bu motosikletiyle gider.
Bir kış günü motosikletiyle şehir merkezinden okula gelirken kavşağın birinde bir trafik ekibi kendisini durdurur, içlerinde ukala bir memur, küçümser ve alaycı bir tavırla:
“Hey! Bey amca ehliyetini ver” der.
İzzet Hocamız memura cevaben:
“Hangi ehliyet?” diye sorar.
Ukala memur:
“Senin gibisinde kaç ehliyet olur ki; tabi ki motosiklet ehliyeti” der.
Memurun alaycı tavrına çok içerlenen Hoca, alçakgönüllülüğüne rağmen ukala memura iyi bir ders vermeye karar verir. Her zaman dolu olan heybesinin gözünü aralar ve deste halinde olan çeşitli belgeleri bir bir memurların önüne atar.
“Buyur, al sana dinini ş..tiğim, gemi ehliyeti, araba ehliyeti, uçak ehliyeti, araba tamirciliği, kazan tamirciliği, bakır ustalık belgesi, ressamlık, öğretmenlik, baytarlık…” Memurların tamamı şaşkındır, o an ne yapacaklarını kestiremezler. Defalarca özür dilerler. Hemen Hocanın motosikletini Trafik aracının arkasına yüklerler, Hocayı da arabanın önüne bindirerek bin bir iltifat, arz-ı hürmet ederek Hocayı Okula kadar getirirler. Kendisine: “sizin gibi on parmağında on marifet olan birisi için ne yapsak azdır, bizi cehaletimizden dolayı affedin” derler. Görevlerini yerine getirmenin tesellisiyle bir emri olup olmadığını sorarak oradan ayrılırlar.
Mezun ettiği her öğrencide unutulmaz hatıralar bırakmış İzzet Hocama mezuniyetimden üç yıl sonra Ankara’nın Kurtuluş Semtinde rastladım. Ellerinden öptüm. Sadece bir yıl dersime girmiş olmasına rağmen beni hemen tanıdı. Emekliye ayrılmıştı. Devam ettiğim Fakültenin bulunduğu Cebeci-Kurtuluş’ta küçük bir dükkân açmıştı. Su tesisatı ve küçük tamirat işlerini yaparak zamanını değerlendiriyordu. Çalışmayı ibadet sayan bu harika insanın emekliliğinde değerli zamanını kahvehaneye giderek heba etmesi beklenemezdi. Elbette çalışacaktı. Öyle de yapmıştı. Orada çalıştığı dönem içinde kendisini birkaç kez ziyaret ettim. Her defasında çocuk gibi seviniyor, eskiye, o okul yıllarına dönüyordu.
Yarı cahil komşu esnafın kendisiyle senli benli konuşmasını saygısızlık olarak addetmiştim. Dükkândan içeri giren bir başka müşterisinin emrivaki talebi beni üzmüştü. Öğrencilerinden hep saygı gören o otoriter hocadan artık eser kalmadığını hazmedememiştim. Onlara hadlerini bildirmek gerektiğini düşünmüştüm o an için.
Bir süre sonra yeniden İzzet Hocamı görmek ümidiyle aynı yere gittim. Nafile; artık o yerde dünyalar iyisi İzzet Hocam yoktu; dükkâna başkaları taşınmıştı. Sordum ama nereye gittiğini bilemediler….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.