- 391 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ORHAAAAN YAVRUUUM
Hiç alışık olmadığım bir ortam. Her tarafımda kablolar ve serum hortumları var. Hava ilaç kokusuyla ağırlaşmış ve ben birkaç saat önce altı kiloluk kum torbasının kasığıma yaptığı baskıdan kurtulmanın verdiği rehavetle uyumağa çalışıyorum.
Kulağıma gelen, anlaşılması zor bir sesle yan yataktaki adamın oğluna seslenişi bir türlü bitmiyor. Neden biri ilgilenmiyor? Bu adam ne kadar daha böyle bağıracak?
İki gündür o mekânda olduğum için adamı da oğlu Orhan’ı da tanıyorum. Kimsesiz, altmış yaşlarındaki akciğer hastası adamın oğlu Orhan. Bakacak kimsesi olmadığı için uzaklardan gelmiş çocuk, babasına bakıyor, üç aydır da hastane hastane dolaşıyorlar.
- Orhaaaan, Orhaaaan yavruuuuum.
Aslanda arada bir şeyler de söylüyor adam ama geçirdiği felç yüzünden diğer kelimeleri anlamak mümkün değil. Ama oğlu anlıyor. En azından bizin anladığımızdan daha çok anlıyor.
Doğrularla yanlışların birbirine karıştığı, acı yüzünden algılamaların değiştiği bir ortamda uzun süre müdahale edilmeyen yalvarışlar bende rüya gördüğüm kanısı uyandırsa da bir türlü karar veremiyorum. Ben de, biri şu adama baksın diye bağırmak istiyorum. Sesim çıkmıyor, beklemeye davam ediyorum. Sonra aklıma geliyor, loş ortamda gözlerim Orhan’ı arıyor. Orhan buralarda olmalı. Evet gerçekten odada, babasına çapraz boş yatakta uyuyakalmış. Duyuyor da aldırış mı etmiyor, yoksa bayılırcasına uyuyup kalmış mı? Ben de adamı yardım olsun diye “Orhaaaaan” diye bağırsam? Yok yok, hastalıklı da olsa, anlaşılmaz da olsa benim sesim adamın sesinden güçlü çıkamaz.
Biraz sonra koridorda hemşire gözüküyor. Daha önce neden gelmediğini sorgulamak yerine gelmesi ile avunuyorum. Adamdan ne istediğini soruyor. Birçok sözü içinden anlayabildiği “Orhan”dan öte bir şey değil. Boşlukları kendisi dolduruyor.
- Oğlunu mu istiyorsun?
Anlaşılmaz bir karşılık veriyor adam.
- Ne yapacaksın oğlunu? Çocuk biraz dinleniyor, uyuyor.
Gene anlaşılmaz sesler.
- Söyle ne istiyorsan ben yapayım.
Sözler anlaşılmasa da ısrar anlaşılıyor. Hemşire uyuyan Orhan’ı uyartıyor. O kadar derin uyuyormuş gibi görünen çocuk hemen doğruluyor ve babasının yanına gidiyor. Uykusu yarıda kesilmiş, tam ayıkamamış olmasından sert ifadelerle ne istediğini soruyor. Cevap anlaşılmıyor. Bir taraftan adamın anlaşılmaz konuşması öte taraftan günün yorgunluğu ve uykusuzluğun sersemliği…
Israrla ne istediği soruluyor. Ama nafile, çocuk her zamanki isteklerinden biri olmalı diyerek sırtını kaşıyor. Adamın sesi kesiliyor. Bunu mu istemişti, yoksa kaşımayla rahatladı da asıl isteğinden vaz mı geçti, anlaşılamıyor. İkinci muhtemel istek diye düşündüğünden olsa gerek ıslak mendille babasının sırtını siliyor oğlu. Babadan “Ohhhh” diye bir ses çıkıyor. Sırtının ıslanması gerçekten gerekli midir, ne oğlu biliyor ne de biz, ama bunu yapınca adamın sesi bir müddet kesiliyor. Ama bir müddet. Sonra yine “Orhaaaan, yavruuuuum” başlıyor. Baba da bezmiş hayatından oğlu da. Hatta hemşireler de muzdarip. Bütün hastalar muzdarip… ama yapılacak bir şey yok. Yapılması gereken çok eskiden yapılmamış.
Sessizlikte uyumaya çalışırken gözümün önüne on yirmi yıl öncesi geliyor. Bu adamı bir kanepeye uzanmış, bacak bacak üstüne atmış, bir tarafta çayı, bir tarafta sigarası keyif yaparken hayal ediyorum. O zaman ne kadar keyif almıştır değil mi?