babamın istanbul'u gölgede bırakan gözleri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
uyudum. ve uyandım. tuhaf bi rüya gördüm. tuhaflığından olsa gerek ben de huzursuzum şimdi. yine bizim eski evdeydik. bi curcuna vardı. bi kalabalık. ve daha önce hiç karşılaşmadığım yabancı yüzler. rüyanın içinde de sancılarım devam ediyordu hãlã. bu kadar kalabalığın içinden illa ki çıkacaktı iki üç tanıdık simã. beş günlüğüne iznim varmış, soluğu İstanbul’da almışım. zil çalıyor. uzun dar koridordan mutfağa geçince annem kapıya denk gelip açıyor. yoksa büyük ihtimalle babam açardı o kapıyı. aşağı katta oturan kemal abimiz paldır küldür dalıyor içeriye. görgüsüz herif insan bi sorar müsait miyiz diye. yine de severim bu abimizi. bi kemal abimiz daha var aynı binada o da üst katta oturuyor.o da rakı içmeyi sever. ikisini birbirinden ayıran en önemli özellik birinin uzun, diğerinin ise kısa boylu oluşu. bu uzun boylu cüsseli olanın saçları da gür, diğeri ise keltoş. ikisinin de çenesi düşük ama diğeri kafayı bulduktan sonra daha bi hoş olur, sırayı kimseye kaptırmaz. öbürleri saygı gösterip mecburen elini kolunu bağlar vaziyette, uyku basana kadar iyice bi çabalarlar. bazen haşatları çıkar böyle. içlerinde en sessiz olanı babam. babam da bi konuştu mu patlayıverir aniden. senelerdir çözülmeyi bekliyormuş gibi benim babam. ezilmişliğinin dışında pek de kayda değer anlatacağı bi şeyi yokta işte yine de onları güldürecek bi şeyler bulur hep. genelde tercihini ya üç senelik askerliğinden ya da eski komik anılarından yana kullanır. anlatırken de kendi de katıla katıla güler. ve onun bu hali öyle sempatik görünür ki; olaya hiç muvafık olmayan dışardan biri yanından geçecek olsa dayanamayıp gülüverir hemen. babam ya benim. dünyalar tatlısı bi şey. bugün bile hãlã gözlerinin yeşil mi yoksa mavi mi olduğu hususunda tereddüt yaşadığım ama ona hiç söylemediğim. ah babam! o sendeki favori renklerimin içine dalsam ve hiç çıkmasam o derinlikten. gözlerine doya doya bakmayı öyle özlemişim ki anlatamam! ben de senin gibiyim biraz işte. daha çok kendi hayal dünyasında yaşayan ve orda huzur bulmaya çalışan. arada bir denk geliyorum böyle trende falan. bi grup gülüp şakalaşıyor kendi aralarında mesela, ben de onlarla gülüveriyorum. işte de öyleyim. ve gülmek iyi geliyor bazen. insan sadece uyku hapı almamalı. gülme hapları da piyasaya sürülmeli bence. kapitalist düzen bizi niye sürekli uyutmaya çalışıyor ki, amaçları ne bunların? kendi kendine gülmeyi biliyorsan bunu da arada kendine sormalısın .
oturma odasında fıstık yeşiline çalan ve yatılır cinsten bi koltuk takımı olmasına rağmen abim; zaten dar olan odanın ortasında bir de iki yanı desteksiz tahta bir sedirin üstüne uzanmış, ince de bi örtü örtmüş üstüne. ev hãlã kalabalık ve kimsenin de evine gitmeye niyeti yok anlaşılan. bi taraftan annem, diğer taraftan ben abimi dürtüp uykusunu bölüyoruz. miskin uykumun içinde başka bi uyku daha. ama abim pas vermiyor bize. eskiden de öyleydi. uykusu hep ağır ve derindi.
...
eskiden üç divanımız vardı bizim. demirden. döndükçe gıcırdıyordu meret. ben de yüzü koyun yatanlardanım. çok önceleri sırt üstü de yattığım olurdu. abimler yetişkinler artık ben de söylemesi ayıptır ergenlik çağına gelmişim. büyük abim de çok kötü horluyor. manda gibi çok affedersiniz :). velhasıl bir gün yün döşeğimi ortadan ikiye katlayıp -yüreğimi de böyle katlar, buruştururum bazen- koltuğumun altına koydum. o gün bugündür de hep yolcuyuz bi yerlere. koca misafir salonu da zaten ziyaretten ziyarete, aydan aya kullanımlık, bomboş serin yayla gibi serili duruyor içerde. dedim ki tek başıma yerdeki yünlü döşeğin üstünde de rahat rahat yatarım kendime. dertsiz gamsız güzel rüyalara dalmıştım, sonra ne olduysa kan-ter içinde uyandım. gecenin bi körü öylesine bir ağırlık çökmüş ki üstüme acayip bi şey. kaç ton geliyor bilmiyorum. gözlerimi açmaya da korkuyorum. dilimde sığındığım ve ezbere bildiğim birkaç duayı peş peşe okuyorum ama göreceksin kalbim o an nasıl pompalanıyor, nasıl atıyor. adını bilmediğim garip şeyle bu sürtüşmemiz kaç dakika sürdü böyle bilmiyorum ama gebermek üzereyim o derece çullanmış var gücüyle üstüme namussuz. en nihayetinde o da benim ağırlığıma dayanamadı baktı benden hayır yok geldiği gibi kalktı gitti zirzop. ama o an kuş tüyü gibi bi hafifledim, bi hafifledim ki sorma. sonra bunun bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğu konusunda kararsız kaldım. birine anlatsam mı anlatmasam mı çelişik bir durum da yaşıyorum böyle. dedim neyse zararı yok anlatim en iyisi. belki bir akıl verenimiz olur falan derken bazı arkadaşlar bunun meğer karabasan olduğunu ne bilim işte şöyle gözleri vardır, şu renkte, bu büyüklükte abuk subuk bi şeyler soruyorlar ben de ’yok’ diyorum ’gözlerimi açmaya cesaret edemedim ki’. yani ne duyduğum bir ses ne de görüntü var aklımda sadece tarif edemediğim bi ağırlıktan bahsedebiliyorum. ilginçtir abazan mahlûkun gittiği sıra hafifleyen vücudum, bir daha da eski dengesini koruyamadı. o ağırlığın kaç misli musallat oldu bana bilmiyorum. sülük gibi yapışıp kaldı öyle üstümde hırto. kanımı uzun bi süre kimseye çaktırmadan emmeye devam etti. ne kalkmayı bildi. ne de benden uzağa gitmeyi. benimle ete kemiğe bürünmek ister gibi bi çabası, bi umudu vardı sanki bizim hanzo’nun. henüz bilmiyor içimdeki zehirleri veya yabancı maddeleri er geç kusacağımı ve sonsuza kadar kurtulacağımı ondan. oysa varlığını bugün de içimde sürdürmektedir benden bihaber. biri şu dangalağa divanı harp’te olduğumuzu hatırlatsın lütfen!
odur budur hayatta sırt üstü yatmam. sadece kitap okurken, keyif niyetine birkaç dakikalığına eğer gözlerim açıksa. hani deliksiz bi uyku çekebilme hayaliyle döşeği koltuğuma alıp uygun marş salonun yolunu tutmuştum ya yine aynı o şekilde tıpış tıpış abimlerin yanına patavatsızca damladım. "hayırdır n’oldu kız gece vakti?" diye sorduklarında "sormayın ya neler geldi başıma mecburen artık yanınızda yatıcam n’apalım" dedim neyse ki ses etmediler. yalnız benim diğer mekâna taşınmamı fırsat bilen annem o bir divanı gözden çıkardı hemen odanın daha geniş daha ferah görünmesi için. hiç dert değil dedim yine yerde yatarım. kara fatmalarla beraber. bir de başımın belası bu haşaratlar vardı akşam oldu mu avare gibi dolaşıp yerde cirit atıyorlardı. hain abim korkuturdu beni hep. "kız ağzını sıkı kapa sakın açma valla yutarsın bunları boğulursun sonra" diye. ikinci bi huyum da işte o zamandan yine kalma. yorganı böyle iyice üstüme çekerim. sadece bir köşesinden burnumu çıkartırım dışarı. dalgıçlara benzetiyorum kendimi bazen. sanki denizdeyim, dalgalarla boğuşuyorum ama hortumu ağzıma tıkmışım öyle nefes alıyorum kalın yün yorganımın altında. korkarım ki; köpek balığı da dahil olmak üzere, en küçük cüsseli olanları dahi dönüpte bu zırto suratıma bakmaya bile tenezzül etmesin. işin gerçeği bu sizden saklayacak değilim. bugün de bu pozisyon değişmiş değil. her gün karın aşağı ve kafam görünmüyor, içeri gömük. burnumun sivri tarafını uzaya bi yere fırlatmışlar sanki. fena fikir değil. yedi gezegenin bulunduğu da söyleniyor madem. dünyanızı da beğenmiyorum. sizin de beni salladığınız yok zaten. her iki taraf için de en hayırlısı.
farkındayım çok uzattım. nalet olsun ya! -bizim dilde lanet’in ikizi olur muhterem- bir divan sözcüğü beni aldı nerelere götürdü. üzgünüm ama daha bitmedi. işte benim eski divanın tarihi dönemlerinden bir kış günü; yine yünlü döşeğin üstünde, yünlü kalın yorganımla beraber yüzü koyun uzanmışım. bir şey gelmiş beni sıkıştırıp duruyor yan taraftan. duvara yapışıp kalmışım kolon gibi. yine öyle zor nefes alıyorum. bi baktım benim şaşkın uyur-gezer abim hiç üşenmemiş, kalın yorganını da almış yanıma gelmiş. tek kişilik yatakta, iki kalın yorganla hem sınır duvarlardan karşı tarafa geçmeye hem de sığınmaya çalışan garip mülteciler gibi durumu idare edip kurtarmaya çalışıyoruz anlayacağın. sonra havasızlıktan bir ara gözlerimi açtım baktım abim horluyor yanımda. keyfi yerinde gibi görünüyor mışıl mışıl uyuyor kendine. uyku sersemi halimle o an çatkapı davetsiz bir misafirimizin geldiğini ve yer sıkıntısından yanıma gelmiş olabileceğini düşündüm. uyumaya çalıştım yine. zaten bi bu haltı biliyorum ben. derken sabah oldu artık uyanma vaktimiz odaya da aydınlık çökmüş. hiç unutmam o halimizi. hele ki abimin o şaşkın gözleriyle ilk buluşmamı. o büzüşmüş mahcup hali bugün de hiç gitmez gözümün önünden. bana ne dese beğenirsin?..."benim ne işim var burda?":)) diğer abimle kaç gün onu kızdırdık böyle. takılıp durduk.
söylemesi ayıp bir gün de babam uyanmış sabah sabah evin içinde deli gibi tuvalet pompasını arıyor. hem didik didik ediyor evi hem de kendi kendine söyleniyor "ya hızır! ya hızır! hayret bişey ya! sır mı oldu nereye gitti bu sıçtığım pompa? siz gördünüz mü? soruyor bize bir de. biz de gülüyoruz tabi pompa dediğin tuvalette olur nerde olacak başka? "baba tanrı aşkına ne işimiz olur tuvalet pompasıyla bizim?"
velhasıl çıldırasıya aradığı o pohlu pompa nerden çıksa iyi? abimin yatmış olduğu divanın altından. sanki orda gizli bir kanalizasyon deliği keşfetmiş de farelerin yolunu tıkamak istemiş gibi tam da ortaya dikine güzelce yerleştirmiş eliyle, verdiği bi mola ihtiyacı sonrası muhtemelen. de ki nerden aklına böyle şeyler gelir? ne diye o pohlu pompayı alırsın eline ve taa odanın içine, yatağının altına hangi maksatla koyarsın? derdin ne senin güzel abim?:) işte bunu da hiç unutmam. epey bir süre de bunun için takılmıştık abime. ah bu şaşkın uyur gezer abim yok mu benim? çok özledim! onu ve o güzel eski günleri!
kafanızı şişirmeye ne hakkım var benim. bazı şeyleri niye içimde tutmuyorum ki. bu hikãyeyi anlatınca rüyanın geri kalan bölümünü iyi ki bulanık hafızamdan silmişim diyorum. allah muhafaza! neler anlatacaktım kim bilir!
meral gül...
YORUMLAR
sizin farkınız gerginlik oluşturmadan doğal bir tarzla yazı gibideğilde canlı bir sohbetmiş gibi anlatma hisi yaratmanızda gizli
sizi okuyunca en olumsuz durumu dahi nasıl edebi bir dille protesto edeceği öğreniyor insan
-yüzükoyun yatmadaki incelik gibi -
keyif aldım
güzellikle kalın
Gule
teşekkürler Can Fırat...
Grup terapisi :)
Yazının samimiyetine bi karabasan .. Rüyanın rengi akşam üzeri yatılı koridorlarında ayak sesleri ben bağlıymış gibi yatıyorum (sırt üstü ) kapıya bakıyorum merakım büyüyor korkuyla aynı oranda sonra eski okuldayım (ilkokul bir dönem okumuştum ) adı gibi eski çatısında yarasaların olduğu..sonra lojmandayım..ses hep aynı ritimde..ağırlık giderek artıyor..lojmanın içinde evimizin dip odasını görüyorum..duvara bitişik dikiş makinesi..kendi kendine çalışıyor şu eski olanlardan altta bulunan pedal gibi birşeyi ayağınla baskı uygulamak suretiyle çalışanlardan..oda boş makine işliyor üzerinde mendilin dörtte biri kadar küçük açık gri bez parçası..yukarı aşağı inip kalkışı kalbimin atışı ve ses ritim aynı..
Tekrar yurtta ranzamdayım en karanlık olan yer burası ses yaklaşıyor gözlerim kapıda göğsümde dağ ağırlığı (insan sesten niye korkar :) )
Gicirdayarak açılıyor kapı (bu kapı eski okulun kapısı )
Tam kapı kolunun hizasından bir sopa ucu yere doğru eğiliyor ..ses burada uğultuya dönüşüyor..
Hem sopaya hem dikiş makinasının üstündeki bez parçasına bakıyorum bez parçası uçacak gibi yukarı aşağı yukarı aşağı..suretler karışıyor..sopa yere düşüyor ve bir anda yılan olup uzerime akıyor..
Uyanış..ve asıl korku..bi süre hâlâ inanamama hali..
Yirmidört yıl neredeyse..o yıllara ait bi çok şeyi unuttum ..belki bu kabusun ayrıntılarını da unuttum kısmen..ama hissiyatı hâlâ canlı..
yazına gelince kendine yakın hissettiriyor ve bence okunmaya değer olan budur.
Gule
çok teşekkür ediyorum...
Gule
isimlerinizi duvarın baş köşesine büyük puntolu harflerle yazıcam ekmek çapsın:)
sevgimle naze...
Bak az önce ne oldu anlatayım hemen. Deli kızın biri pohlu pompa hikayesini ....Yok neydi o rüya içinde akşam yemeğini fazla kaçırıp fiziksel denge de hafif bozulup kan dolaşımı karabasınca.... Annem böyle olunca kıçın açıkta kalmış derdi ... Babam ciddi ciddi sorgular ve benim okulda falan psikolojik bir travma yaşayıp yaşamadığımı alttan üstten girerek sorgulardı... Pompa niye orda yaaa .. Hala takıldım bak... Neyse babam ne bilsin en büyük karabasanlar uyanıkken basar.... Ben silmem yazdığım şeyi.. O kadar elim yorulmuş en başta. Yazık yahu... Şu tavşanlar çayı içmediyse ... biranın üstüne kahve iyidir iyi..
Gule cansın be....
Sevgilerimle...
(Ezgi) Deniz tarafından 2/24/2017 11:12:18 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gule
hani hep şöyle düşünüyordum içimden, özellikle duvarla olan sohbetlerde 'duvarda yedin bitirdin gencecik ömrünü kızım! yaz yaz! belki sesinle can bulur da bakarsın konuşur seninle bi gün!'. iki gündür de kafamı kurcalayıp duran bi başka cümle var 'en iyisi seni o kadim duvardan emekli yapsınlar da o garibanın da kulağı rahat etsin kendine, yoksa bi gün o çok fazla sulandırılmış çimentolu sözlerinle çatlayacak göbeğinden' diye. her zamanki gibi duvar duvarlığını yaptı tabi ondan da o bekkenirdi zaten, aksini düşünmek aptallık olurdu belki ama sorun bendeydi. benim fantazim onu canlı görüyordu çünkü. yalnız sizin gibi değerli dostlarımın varlığı da bana yetiyordu da artıyordu bile. bu anlamda size ne kadar teşekkür etsem azdır.
sen de can'sın gülüm. çok teşekkür ediyorum. sevgiyle...
yaşım yine bu yaş da sanki boyca bir hayli kısalmışım. yorganı kafama çekiyorum, ki Alis gelsin. ışığı sevmez Alis, karanlıkta ve ancak bir çocuğun hayali aydınlığında yaşar. o sırada zil değil ziller çalıyor, aynı anda bir sürü zil... tüm kablolarını söküp atmamış mıydım ben bu dengesiz şeyin? kapı açmak gibi bir huyum yoktur ama bir kere açmış bulunuyorum; karşımda iki dev tavşan... sadece dev değil iki kaba tavşan, davetsiz içeri giriveriyorlar, "sen rahatına bak" diyor biri, "biz şu köşeye kıvrılır takılırız." "eyvallah" diyorum, yorganı kafama tam çekiyorum, beni dürteleyen bir el, "kalk" diyor, "kalk bi çay koy bize." şerefsiz tavşan! bir de sevimli bir de sevimli... küçük bedenimi yataktan aşağı bırakıyorum, ocağa çayı koyuyorum. döndüğümde tavşanlar yok. kendimi tekrar yatağa atıyorum, yok yok o yorgan benim kafamı örtemeyecek, anlaşıldı; "çaylar noldu lan" diye bir ses geliyor dışarıdan; balkona çıkıyorum, komşunun evi kaybolmuş yerinde yemyeşil bir bahçe, bahçede iki tavşan okey oynuyor. sonrası karışık.
yazıya karşılık ben de bir anımı anlatayım dedim.
Gule
yazıya eşlik edip paylaştığın için çok teşekkürler ayrıca...
Gule
çok teşekkürler sevgili hena...
Sizi okumak insana güzel şeyleri hatırlatıyor. Hep gülümsetiyorsunuz ya da bana öyle denk geldi.
Karabasan candır ya. Fena mı olağanüstü bir deneyim yaşıyoruz. Görünmez varlıklara inanıyoruz falan. Biz karabasan diyoruz da dinsiz psikologlar buna da bir tanım bulmuşlar aslında :) Merak eden araştırsın bulsun. Uzun konu vesselam.
Seviyorum sizi.
Gule
teşekkürler sevgili Aynur...
hissettiğin basınç öyle kuvvetlidir ki bilincin her zamankinden daha açıktır. olanı biteni dupduru görürsün ama bir şey yapmak elinden gelmez. gücün yetmez. her hücren sanki birileri tarafından tutulmuştur. sanki üzerine bir fil oturmuş gibi. ezmez ama kıpırdatmaz da. dudakların açılmaz. çığlık atamazsın.hızla düşünürsün bu *oktan durumdan kurtulmak için.. duaya sarılmak istersin sarılırsın da bir süre. üç kulhuvallah bir elham bir çırpıda aklından geçip gider. bakarsın çare olmaz. her zamanki gibi küfrü basarsın. "in misin cin misin puşt musun her neysen o.ç. ben insanım a.k. kutsal kitabınızda bile insan inden de cinden de üstün der. sen mi beni yenecek misin şerefsiz çık ortaya, göster yüzünü." küfürle beraber gelen cesaret insanüstü bir güç verir bana. ve ne olduğu belirsiz piç ile mücadelem başlar. bitik bir *oksöre son defa ringe çıkma fırsatı verilmiştir. ya da bir koşucuya. o basınca her yüklendiğimde biraz daha kendimden uzaklaştırırım. "kendini göster puşt. karanlığın ardına saklanma," diye köpükler saçarak çığlık atarım beynimde. korkutur bu onu. alıştım ben ona neden korktuğunu bilirim. mücadele devam ettikçe kendini unutturmaya çalışır. saklanır. göz kapaklarımın üzerindeki basıncı yalandan azaltır. gözlerimi açabildiğimi sanmamı ister. kandırır da.bir süre. annemi görürüm bir süre, sonra Lili'yi. ama bir şeylerin ters gittiğini onlara söylemek isterim. söyleyemem. tanımlayamam. (onların başına kötü bir şey gelecektir. bilirim. tsunami gibi felaket alıp götürecektir onları hissederim. kaplanlar suyun içinden fırlayacaktır onlara kurtarmak içinde atladığım sandalı devirmek için. kaplanlardan kurtuldukça suyun rengi değişecektir. kirli bir suya dönüşecektir. ) bu kandırılma olayı... kısa keseyim rol çalmak gibi olacak uzun yazarsam. eninde sonunda göz kapaklarını açıyorsun. sadece çok içince derin bir sızmaya dalıyor insan.
yazınızı bir solukta okudum. hissettirdiklerini yazayım dedim. umut işte; göz kapaklarını açmakta.
keoma tarafından 2/24/2017 8:29:23 PM zamanında düzenlenmiştir.
keoma tarafından 2/24/2017 8:31:13 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gule
çok teşekkür ediyorum...
keoma
Gule
darılmaca-gücenmece yok genel anlamda söylüyorum şimdi:)
yazmanın diğer kuralı ve benim kendi felsefem şudur:
yazdıkların(z)ın arkasında duracaksın(ız)...
tekrar teşekkürler...