- 495 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
0026 – KAPLAN - ŞEYTAN
KAPLAN
"Gecenin ormanları içinde yanan,
Işıldayan parıltı, sen Kaplan, Kaplan!
Ölümsüz hangi el veyahut göz, hangi,
Yarattı sendeki bu korkunç ahengi?.."
William BLAKE
Çeviri: Osman Tuğlu
ŞEYTAN
El Kadir esmasının öyküsünü yazdım. El Muktedir ismine geldim. Birileri bu şiiri seçip buraya asarak bana yardım etmiş. Aklıma neler gelmişti! Düşünüyordum, hangi yarattığından bahsedeceğimi, hangi yaratığındaki kudretini örnek olarak göstereceğimi... Gecenin geç saatlerinde bu şiir karşıma çıktı.
Gecenin bu saatinde... Bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur sesi eşliğinde, antoloji’nin şiir ormanında gezinirken ansızın bir kaplan çıktı karşıma.
Bir kaplan! Hayvanlar âleminin en kuvvetli yaratıklarından... Krallıklarını ilan edenlerinden... Güçlü omuzlarını meydan okurcasına oynata oynata geliyordu. Kendinden son derece emin bir şekilde, güvenli adımlarla, yavaş yavaş yaklaşıyordu. Gözlerimin içine dikmişti alev alev gözlerini. Gözleri, gözlerimi yakıyordu. O kadar korkunç bakıyordu! Bakışları akkor halindeydi. Gözlerimden geçerek beynimi eritecek gibiydi. Yalımı karşıdan vuruyor, kanım ısınarak damarlarımda hızlı hızlı akıyordu...
Allah, Kudret sıfatıyla tecelli etmiş, ona kuvvet ve kudret bahşetmişti. Ona verdiğinden bana da vermişti ama bedensel gücüm onunkiyle kıyaslanamazdı. Bir an acze düştüm.
Allah, insanı aciz yaratmıştı. Sığınma gereksinimi içindeydi. Daha güçsüz diğer yaratıklar karşısında bile acze düşüyor, gözle görülmez bir mikroba teslim oluveriyordu.
Yağmurlu bir Antalya gecesinde, dört sularında, tam teheccüt vakti, tefekküre davet edildim. Yağmur şakır şakır yağıyor, camları kamçılıyordu. Şiir ormanının gizemli uğultusuna kaplan kükreyişleri karışıyordu. Kulağımın dibinde William Blake konuşup duruyor, yarım yamalak Türkçesiyle şiir okuyordu. Dinlemediğimi zannederek kükrüyor, aslan kesiliyordu. Dinlediğimi söylüyor, anlatamıyordum. İnanmıyordu. Aynı şiiri ikinci defa okudu. İyice sinirlenmişti. Tepesinin tası atmış bir halde, hırıltıya benzer korkunç bir sesle gürledi:
“Anlat o zaman! Ne demek istedim ben? Anladıysan anlat! Seni dinliyorum!..”
“Tamam! Sakin olun, lütfen! Anlatacağım…” dedim. Başladım anlatmaya:
“Hey! Kaplan denen yaratık!
Nasıl bir kudret eli yarattı senin o korku salan varlığını? O nasıl bir Kadir-i Mutlaktır!.. Yaratılışındaki nasıl bir uyumdur! O ne mükemmel ahenk ve ne korkunç bir tasarım!.. Hele o postundaki renkler, desenler... Hangi ressamın, hangi desinatörün eseri?
Gecenin karanlığında bir çift ateş parçası gibi parlayan gözlerindeki yangın, cehennemi bir ateşten mi? O ateşi gözlerine kim yerleştirdi? Ki o öyle bir ateş ki yedi kat yerin altına nüfuz eder! O yangının alevleri hangi kanatlara güvenerek yedi kat göğe yükselmeye kalktı? O alev kanatlarını boşlukta tutmaya kadir olan hangi el?
Çelik kirişlerden oluşan yüreğindeki ve çevik vücudundaki kuvvetli kasları nasıl bir güç bükerek şekillendirip yerlerine yerleştirdi? O nasıl bir kudrete sahiptir ki kalbin heyecanla atmaya başladığı zaman, özellikle omuzlarınla arka ve ön bacaklarına son derece güç kazandırır! Hangi çekiçle yapıldı demirden bedenin? Nasıl bir yazılımla yaratıldın? O nasıl bir zincir, nasıl bir DNA, vücudunu oluşturan! Beynin, hangi ocakta pişerek şekillenip işlev kazandı? O demir pençeler, hangi örste şekil aldı ki onlar, ölüm korkularını kavramaya yeltenirler! Korktuğun anda ölümü kavramaya uzanır, savunmaya geçerler.
Kuzuyu yaratan mı yarattı seni de? O sevimli, munis varlığı… Yaratılışınızda benzerlik olsa da onunla ne kadar zıt karakterlerdesiniz! Şimşekler çakmaya, yıldırımlar düşmeye başlayınca ve yıldızların gözlerinden yaşlar boşanıp, gökyüzü sulanınca, seni Yaratan, eserini seyrederek gülümser mi?
Ey, kaplan denen yaratık! Gecelerde, ormanlar içinde parlayan, alev saçan varlık! Ey, korkunç ışıltı! Nasıl bir kudret eli yarattı seni, sendeki bu korkunç ahengi?
Sen ki nefsin sembolüsün. Sen şeytanın timsali… Kulsa kuzu misali… O kadar sevimli, güçsüz ve masum… Senin karşında acınası… Gecelerde, insanların kanına girersin! Zavallıları günaha sürüklersin. Bu rolleri size, sizi yaratan dağıttı. Şimdi de olanı biteni sessizce seyretmekte…
Saygıdeğer şair! Hani biz insanlar irademizi kullanamaz, yapılmaması gereken şeyleri yapar eder de suçumuzu yüklemek için bir günah keçisi ararız ya… İşte o keçi, senin Kaplan diye adlandırdığın şeytanın ta kendisidir!
Günah işleyene neden yaptığı sorulduğunda: “Şeytana uydum!” Şeytan kanıma girdi! Şeytan kaldırdı beni!” falan gibi sözler eder ya… Aslında şeytanın bir şey yaptığı ettiği yoktur. Nefsine hâkim olamamıştır. İradesini kullanamamıştır.
Güya o Şeytan denen günah keçisi, karar anında güçlenir, kaplan halini alır ve ona olanca gücüyle yüklenir! Kendisini de her nedense tilki gibi kurnaz, kurt gibi sinsi olarak adlandırmaz, başka güçlü bir yaratığa benzetmez de masum mazlum süt kuzusu olarak tanımlar. Sonra da onunla kendisini böyle mukayese eder.
Allah, Muktedir’dir. Her şeye Kadir’dir. Böyle bir şiir yazdığınıza göre, geç de olsa anlamışsınız. Mezarlığa park etmeden önce farkı fark etmişsiniz. Umarım imanınızı kurtarabilmişsinizdir! Hava nasıl oralarda? Yanıyor musunuz, donuyor musunuz? Asayiş berkemal mi?”
Bir de baktım ki uyumuş kalmış! Ben masal mı anlatmıştım? Yoksa uyuyup kalan ben miydim? Bir rüya mı görmüştüm? Yağmurlu bir gecede, karanlık bir ormanda, kaplan avına mı çıkmıştım? Aman Allah’ım! Bu nasıl işti?
Haydi çocuklar, iyi uykular, tatlı rüyalar! Masal burada bitti. Gökten üç elma düştü. Biri William Blake’in, biri benim, diğeri de sizlerin olsun!
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI – 0026
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.