- 623 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
0014 – AKŞAMIN YANSILARI – BİRAZ DA ESPRİ
AKŞAMIN YANSILARI
"Toplarız yansılarımızı sulardan
Akşamlar kilitlerken suları karanlığa
Akşamlar karanlığa kilitleyince suları
Susup kaldıysak bile inanmadık yalnızlığa..."
Afşar TİMUÇİN
BİRAZ DA ESPRİ…
"Akşamlar kilitlerken suları karanlığa
Akşamlar karanlığa kilitleyince suları"
Bu tekrara ne gerek varmış?
"Ovada tomurcuklar patlarken birere birer"
Birere birer de varmış. Bir ere bir er varmış… Bir varmış, bir yokmuş.
Bir berber bir berbere… Hayır, berber yokmuş. Berberlerde hayır yokmuş. İşte bunlar şiiri çıkmaza sokmuş.
Akşam yansımış, şair yadsımış. Yatsı değilmiş. Yassı da değilmiş. Onun için eğilmiş. Niçinmiş? Sn Avşar TİMUÇIN’miş. Onun içinmiş.
Bir umut, bir umutsuzluk, bir de yalnızlık varmış. Onun için sular kararmış. Çok işe yararmış. Kararmazsa zararmış.
Önce kararır sonra kızarırmış. Toplar toplar yayarmış. Toplar, toplar yayarmış… Tam yirmi dört ayarmış. Tomurcuklar patlarken iftar topu patlarmış. Yüreği hoplarmış. Çünkü o zamana kadar sevgili dokunmaz, dokunamazmış. Bu şiir yazılamaz, okumazmış. Onlar baş başaymış. Yalnızmış. Yalnız kız yalnız/lık değilmiş. Umutmuş. Onun için b/aşka tutulan, akşamı unutmuş. Öyle bir unutuş unutmuş ki kendi âlemine dalmış. Akşam da onları gözlemeye, izlemeye…
“Toplarız yansılarımızı sulardan”
Güneş çekilip gitmiş. Sudaki gölgeler de akisler de silinmiş. Akşam vaktine gelinmiş. Yanındaki bizim gelinmiş.
“Susup kaldıysak bile inanmadık yalnızlığa
Umutsuzluk bile iyidir
Ardından sen gelirsin, umut gelir”
Umutsuzluk iyidir. Nasılsa gelmeyecek biridir. Çünkü biraz iridir. Fakat ne yazık ki çıkar gelir. Delir istersen delir!.. Elden ne gelir! Dar gelir. Zar zor gelir. Madem gelmiş, buyursun girsin! Ağasın, beysin, pirsin! Sen umutsuzlukla umut arası bir şeysin. Önce umutsuzluk gelir. Sonra ne yazık ki sen gelirsin. En sonunda umut gelir. Neden gelir ne gereği var? Olan olmuş biten bitmiş. Umut, assolistmiş. Biraz ağırdan alırmış. En son sahne alırmış. Çünkü sıra varmış. Yer darmış. Kol kısaymış. Oynayamamış. Oynamış, oynatmış. Herkesi oynatmış. Üçayak oyun havası… Havası batsın! Perde! Perde kapansın!
“Ellerin sessizce uzanır bana
Ovada tomurcuklar patlarken birere birer”
Umut gelince ağırdan bir havaya girilir. Eller uzanır. Değdi değecek… Değdi mi değmedi mi? Değdiydi değmediydi… Bir kavga çıkar Karadeniz’de! Temel çeker silahı! Tursun’da kürekler… Hop hop atmaya başlar yürekler… Devrildi devrilecekler!
İşte o anda herhangi bir ovada… Adı lazım değil. Size ne! Bize ne? “Pat pat pat…” Bir sabah erken… Silahlar patlarken… Hayır! Patır patır tomurcuklar patlarken... Evet, işte tam o ona değdiği anda, Adı Lazım Değil ovasında tomurcuklar hissedermiş. Pat pat edermiş. Fakat sadece bir ovadakiler etkilenirmiş. Diğer ovadakiler çakaralmazmış. Onun için çoğul olamamış. Tekil olmuş. Ova tomurcuk dolmuş. Dolmuş denizde durmuş. Denizde dolmuş olmaz. Olur! Otobüs oluyor ya… Deniz otobüsü… Dolmuş da olur! Bu da deniz dolmuşu… Denizde neler olmaz ki! Ne varsa denizde… Var tabii… Tam da ortasında…
Denizin ortasında… Sallanan kayıkta... Biri sarhoş, biri ayık da… Silah, Temel denen uyanıkta… Onun da bağrı yanık da… Temel vurmuş mu Durmuş’u? Durmuş değil, Tursun… Tursun, yerine otursun! Öylece dursun! Temel!.. Yapma etme! Ne olursun!..
Denizde değiller artık. Ovadalar. Karanlık da açmış oda kapısını. O da kapısını açmış. Hayır. Suların kapısını… Olmadı. Suların kaıpsı olmaz. Varsa, duvarları da var demektir. Çatısı, bacası? Şair bizim şair de o kimin bacısı?
Su değildir o, kapısı olan, garajdır. Yani barajdır. Barajın da kapısı olmaz! Ağzı olur. Açmış ağzını, yummuş gözünü! Yok, öyle değil Akşamlar kilitlemiş suları karanlığa… Karanlık açmış barajın ağzını… Şiirde baraj yok. Kolaj var. Benim öyküler gibi kırkyama… Kalkın kıyama! Oturun yerinize! Denge bozuldu. Kayık… Temel içkili! Tursun ayık! Kıyma, Temel! Yazık! Kıy ama kıyama!
”Her dokunuşun beni değiştirir
Akşam pembeliğini yayar sulara”
Dokundu! Ara ara dokundu… Bu şiir bana fena dokundu! Kim bilir kaç kere okundu. Anlamadım bu nasıl ipek halı? Nasıl dokundu? Önce karardı sular, sonra kızardı. Şair bunu böyle yazardı, sonra bana kızardı. Arkası, okkalı bir azardı.
O akşam… O akşam var ya, o akşam… İşte ne olduysa o akşam oldu! O akşam yüzünden oldu! O akşam... O akşam, suları yakaladı, karanlığa kapattı, kilitledi… Sonra sevgilileri seyretmeye başladı. Seyrettikçe utandı, kızardı da kızardı. Nasıl oldu anlayamadım ama öyle oldu. Şair dedi. Ben ondan duydum. Ben yazmadım. O yazdı.
Önce hasta ederler böyle okuru. Sonra gömerler. Sonra hastaneye götürürler. Buna mantık hatası derler! Böyle hatalar yapar giderler… Sonra: “Sus!..” derler.
“Ben seni hep umuda benzetirim
Ben seni benzetemem yalnızlığa...”
Aslında yakalayacaksın! Bir benzeteceksin! Öyle bir benzeteceksin ki ne benzeyen kalacak, ne benzetilen, ne benzetme edatı, ne yönü! Pusulası şaşacak! Ne şekli kalacak, ne şemaili…
O, onu hep umuda benzetirmiş. Yalnızlığa benzetemezmiş! Yalnızlığın yerine gövdesini getirirmiş. Kendisiyle yalnızlığı giderirmiş. Kendisi gelince, yalnızlık kendisi gidermiş. Umutsuzluktan sonra geldiği için olsa gerek. Yani umuttan önce… Sıraya riayetle… Umutsuzluk, o, umut… O varsa umuda ne gerek var! Denizde bir kayık iki kürek, iki ürkek, iki yürek, bir kadın bir erkek… İki kişiye bir börek, bize ne gerek!
Ne olmuşsa olmuş ya da olmamış, olamamış… Neden dedi ki bize? Madem demek istedi, diyecekti, dedi… Neden üstü kapalı dedi? Neden lafı geveledi de açık açık demedi?
Umut, umutsuzluk, yalnızlık… Akşam, yansı, karanlık, su… Sus, kal, inan! Ova, tomurcuk… Pat pat…
Diyen dedi de ben niye dedim? Ovaya bereket, sayfaya hareket gelsin, istedim. Onun için dedim.
Biraz da espri dedim…
Dedim, diyeceğimi…
Artık giderim.
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0014