- 719 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
0013 - AKDENİZİN UFKA DOĞRU MORA ÇALAN MAVİSİ – KIBRIS ÇIKARTMASI
AKDENİZİN UFKA DOĞRU MORA ÇALAN MAVİSİ
"Kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa
Ölünceye kadar bu daireden dışarıya ayak atamaz"
-Hafız-
Yaz günleri beni hatırlamıyor.
Salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca
yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin
geniş uykulardayım, muazzam uykularda
yılların zulmünden haberim yok
ne de sürgün taşralı kızlar korosundan
geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece
canımın ilmekleri arasından..."
(1974)
İsmet ÖZEL
KIBRIS ÇIKARTMASI
Ne çok beğenirdim kendimi bir zamanlar! Ki o zamanlar, hayatımın baharıydı, yazıydı.
Kendime sevdalanmıştım ergenlik dönemimde. Bıyıklarım yeni terliyordu, ayva tüyünden tüye yenice dönmekteydi sakalım. Hemen hemen her tıraş oluşumda, o ilk tıraş olma heyecanımı hatırlarım. Makineye jileti ilk takışımı… Elimi kesmemek için sarf ettiğim gayreti… Sabunun fırçada keyifle köpürmesini… Zevkle yayılmasını yanaklarıma… Üst dudağımın üstündeki o komik duruşunu… Dudaklarımı kaplamaması için sakınışımı… Kendimi tanıyamaz oluşumu… Sonra çeliğin tenime ilk temasını ve favorilerimden aşağıya kayışını…
Ellerim tir tir… Biri beni biri metali tutmakta… Ellerim, yüzümü kesmemek için… Ellerim heyecandan… Gözlerim pürdikkat aynada… Cildim acayip yanmada…
Bir gözüm hep aynada… Gözlerim aynalarda… Aynalar, kör camlar değil. Gözsüz değil. Aynalar ben oluyorlar. Aynalar benim!
Yaz günleri iyi bilir beni. Yaz günlerinde ben bir başka benim! Bilmem hatırlar mı yaşlı geçmişim? Sorsam anımsar mı geçen yıllar, başlarında kavak yelleri esen onca genç arasında beni? Oysa ben iyi bilirim o zamanları… Hayvani duygularımın ağır bastığı, nefsimin önümde yürüdüğü zamanları…
O hayvansal tarafı, öne çıkmaya görsün insanın bir kere! Cisimsel yönü tepesinden bakmaya görsün! O zaman sen de camlar kadar körsün! Zaman kadar nankörsün!
Hayvandan farkın kalmaz, nefsinin peşine düştüğünde… Zaman işler, sen durursun. Deliksiz uykularda kaybolursun. Kendini aynalarda, kendini yazlarda, kızlarda, sazlarda cazlarda bulursun.
Ne çok seversin kendini, ömrünün baharında… Hele haziran yaklaşırken… Bambaşka biri olursun. Napolyon gibi durursun, kılıç belde… Napolyon gibi alımlı çalımlı… Bir başka basar yere, yerden kesilmiş ayakların. Arzuların belirler istikametini… İstikametinin saçı sakalına karışmış. İstikametin hayatına karışmış, karıştırmış da karıştırmış… Seni de Ülkeni de karıştırmış!
Seversin saçını sakalını… Boyunu bosunu seversin. Yüzünü gözünü seversin. Başkaları da fark etsin, onlar da beğensin, sevsin, çok sevsin dersin. Dersin, yıllar sonra verilir! Uykudan uyandığında… Bilemezsin. Dünyadan bihabersin. Kızlar girer düşlerine… Kadınlar rüyalarını süsler… Hayaller hayaller… Hülyalı bir zevk-ü safa dönemi… O kızlar ki göklerdeki yıldızlar gibidirler. Ciğerini yerinden söker edaları, canına can kadar sedaları ve vedaları ölümlerin falezlerine sürükler.
Ben artık ruhsuz bir bedenden ibaret değilim, eskisi gibi. O beyaz pelerinleriyle öncekilere karışmak üzere göğe yükseltilen ölülerin arasında değilim. İslam ile dirildim, Elhamdülillah! Hıristiyanlar gibi değilim. Kurduğum saltanatı kendi ellerimle yerle bir ettim! O beni inim inim inleten sevdaları ayaklarımın altına alarak yok etmesini bildim. Çünkü benim gittiğim yol, yol değildi. Çok büyük, korkunç bir hatanın içindeydim. O zamanlar ben, Müslüman’dan çok bir Hıristiyan’a benziyordum.
Bizi kendilerine benzetmeye kalktılar. Kıbrıs’taki soydaşlarımıza zulmetmeye başladılar. Başpiskopos Makarios, Yunanistan’dan yandaşlarıyla gelip gitti, karıştırdı ortalığı ama ben Türk kimliğimi ve neler yapabileceğimi gösterdim onlara! Akdeniz’i sahipsiz sanıyorlardı. Akdeniz’in ortasında Kıbrıs’ı… Çoktandır köpeksiz köy bulmuş, eli değneksiz geziyorlardı. Mazlum Türkleri eziyorlardı.
Sağcımız solcumuz bir olduk. Bir tek kol, bir yumruk! Kimse beklemiyordu, dudakları karamış yemiş gibi boyalı kızları öpmekle vakit geçiren gençliğin, kendilerini İsa’nın havarileri sanan soytarıların karşısında nasıl birer aslan kesileceğini! Kimse beklemiyordu bizden!
20 Temmuz sabahında, Mehmetçik bir tarih daha yazdı. Mukaddes mi mukaddes bir çıkartmayla, zafer kazandırdı! Analar gözyaşlarıyla dualar ederken, kahraman erler, makineli tüfeklerle savaştılar.
Bizi afyonla uyuttular yıllarca. Gençliğimizi uyuşturdular ve birbirleriyle vuruşturdular ama boşuna! Biz uyanma vakti uyanmayı da bildik ve gereken neyse onu yerine getirmeyi de en mükemmel şekilde becerdik! Kültür emperyalizmiyle, bir yere varamadılar! Aslımız baldı, koyulduk. Yağ değildi, kokmadık, kokutamadılar!
İçlerimizdeki iç gıcıklayan duyguları dışarıya çıkarmamız için uğraştılar, çalgılarıyla çengileriyle ama biz tez uyandık ve kendimizi toparladık. Barlarda bahçelerde gezdirdiler, sazlarla sözlerle oyaladılar ama ırkdaşımızın çektiği ıstırapla kalbimiz paramparçaydı nicedir. O dönem ne karanlık ne kasvetli bir gecedir!
Gündüzleri benimle gezen tozan, öptüğüm kokladığım kızların, geceleri kimlerle buluştuğunu, nerelere gittiğini, neler yaptığını merak ettim, kahroldum! Gerçeği anladığımda yapayalnız kaldığımı fark ettim.
Domuzdan post, gâvurdan dost olmayacağını anladığımda, bizi nasıl da kandırmaya çalıştıklarının farkına vardım. Irkdaşlarımıza yaptıkları katliamlar, ne kadar gaflette olduğumuzu, nasıl aldatıldığımızı, neden aramıza fitne sokulduğunu ve birbirimize niçin kırdırıldığımızı anlamamız için yetti. İşte o zaman ayaklarımız suya değdi. Suya değmeden önce Akdeniz’in suyuna dilimiz değdi. Dilimiz fena yandı! Gafletteki uyandı!
İşte o zaman anladık ki Akdeniz, epeyce tuzluydu. Tuzluya mal oldu bize. Banyo katliamı gibi katliamlar, ortaya çıkan toplu mezarlar, olayın tuz oranını anlatmak için yeterliydi. Bir o kadar da şehit verdik.
Artık ayranı üfleyerek içmemiz gerekliydi.
Akdeniz Akdeniz dedikleri bu kadarcıkmış, bir avuç su… Var gibi göründüğü halde hiç yokmuş doğrusu! Yüzeyi gemi kaplı olsa, karşımızda hayalet gibi kalırdılar. Akdeniz, göstermeye çalıştıkları gibi bir canavar değilmiş. Korsanlar gibi korku salıyorlardı güya. Ne oldu? Bir çıkartmalık canları varmış!
Say ki bir yalancının cesedi.. Bir hayalperestin… Bir şairin… Say ki ölü bir deniz… Ölü deniz… Ölüleriyle dolu deniz… Denizi de murdar ettiler!..
Unuttular Türk’ün gücünü! Unuttular! Ne çabuk da unuttular! Derin acılar yaşattılar bize! Mermer sütunları, çıplak heykelleri, Afroditleri… Dümdüz geçtik neleri varsa üstlerinden... Afrodit’lerinin memelerinin üstlerinden…
Yakıcı güney güneşinde kaynayan maviliğinden Akdeniz’in, derinleşen, derinleştikçe mora çalan tarafındaki en büyük adasına vardık, şerefle şanla! Kızgın bir temmuz güneşi altında kızarmış Kıbrıs ayaklarımızın altındaydı, daha da kızarmış bir vaziyette… Denizin mora çalan kısmındaydık artık… Mora diğer tarafta…
Bekle bizi Mora! Yelkenler fora!..
İnim inim inletmişlerdi bizi, gençliğimizi, annelerimizi… Şimdi inleme zamanı onlardaydı. İnim inim inledi, adanın toprakları, kara sakallı, kara pelerinli, kara niyetli, adam olmayan adamları! Sahillerde kumlar hıçkıra hıçkıra ağladı!
Yavru Vatan’ı Ana Vatan’a bağladı.
Kara sakallı, kara pelerinli kara niyetli papazlarla ve kara ruhlu yandaşlarıyla kararttıkları yazın ilk kısmından sonrasını onlara kararttı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerimiz… Yani biz… Karaya ayak basar basmaz, Türk Bayraklarını kumsala saplar saplamaz, gönderlere çeker çekmez!
O yaz… Karardı karalara bürünen bedenleri, kara kanlara bulandı! Vakit bulamadılar rıhtımlara varmaya! Yoklara karıştılar.
Zaten yoktular. Topu topu bir karıştılar. Rahat huzur vermediler bize yıllardır! Her işimize karıştılar.
Artık toprağa karıştılar. Tarihe karıştılar!
Toprağı da murdar ettiler!
Anmaya değmezdiler.
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0013