- 526 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BALIKÇININ EŞŞİZ MAVİSİ
Balıkçı’nın kitapları yeni baskılara erişiyor. Egeden Denize Bırakılmış
Bir Çiçek gibi masmavi yapıtlar;her biri deniz kokulu öyküler, romanlar, düşün yazıları...Eğer kitaplarla serinlemeyi becerebiliyorsanız, Balıkçı size çok şey söyleyebilir:onun eşsiz mavisinde hangi derinliğe ineceğiniz, hangi ıssız adaya çıkacağınız, firuze renkli enginliklerde nelerle karşı karşıya kalacağınız önceden belli değildir. Belli olan bir şey varsa, hamuru Ege’yle mayalanmış o bilge deniz adamının biir parça Homeros duyarlılığıyla çalkalandığıdır. Yoksa, Son Türkü öyküsünde kahramanı Kör Hüseyin’esöylettiği şu şiirsel monologun her sözcüğü,yıkanmış çakıltaşı gibi böylesine içten olmazdı:
’Ey güzel deniz, senin sonsuz ufukların, cimri köylüye ve toprak adamlarına gelir getiren tarla olamaz. Milyarca dönümünü kimse-benimdir diye- kendisine mal edemez.İnsanın o kadar güvendiği zebunkeş kuvvetinin boyunduruğunu sana takmaya kalkışınca hemen kabarırsın. Ey özgürlük simgesi ! O insanı, ister dilenci, ister kral olsun, inandığı tanrıdan açını başını yola ’imdat’diye haykırmak zorunda bırakırsın ve gürleyen köpüklerle onu alt üst ederk köpek ölüsü gibi kuyruğundan tutup,’Ben ölümsüz deniziim’ diyerek gerisin geriye, geldiği yere fırlatırsın! Dağı taşı ihtiyarlatan zaman senin sonsuz güzelliğine bir kırışık katmıyor! Gençliğinde kara saçlıyken neysen, şimdi saçın akken yine osun’ Sevdiğim kızlar cadı oldu. Oysa yaradılışın şafağında ne idiysen bugün de yine vosun. Güzel deniz!Tatlı deniz!’
Balıkçı bir türküye yüklüyor bu söylediklerini, denizin türküsüne. Kör gözüne karşındenizi tarla gibi süren Kör Salih’i denizle öylesine özdeşliyor ki, onda bir deniz adamının sarsılan ama yıkılmayan karekterini dışsallaştırıyor.
’Bu adam denizin imbiğiydi. Denizin ruhunu verirdi ve kendi ruhunu da yine ona verdi...’
Halikarnas Balıkçısı bize en başta doğanın müziğini duyumsatır. Arşipel’e doğru akan doğal seslerin ritmi buluşma noktasında öyle perdelerde gezinir, öyle ezgiler bırakır ki;birden şaşırır, hayranlığınızı ifade edecek sözcükler bulamazsınız.Zaten yerli yerine oturan bir kaç sözcük bulduğunuz anda şairliğe soyundunuz demektir. Bence Balıkçı’yı yüzyıllar ötesinde ulu bir şair damarına bağlayan, onu ’gizli bir şair’ katına çıkaran giz budur. Orada çoğu gözün görmediği ayrıntıları görür, adeta döne döne anlatır canlı-cansız bir yığın güzelliği. Örneğin Milo Afrodit’i ile Kinidos Afrodit’ini şöyle karşılaştırır.’
’Milo Afrodit’i;bir eyyam için bir sinema yıldızı ya da herhangi bir zenginin pehpehlenen karısı olabilirdi. Ama Knidos Afrodit’i, ancak şairin müziği ve gizidir.’
Afrodit’in ağzından aşkın insani boyutunu iki tümcede özetler:
’Yaşam öyledir ki, birlikte yaratılan, yaşayan ve büyüyenler birbirlerini seveceklerdir. Çünkü birbirlerini sevmekten başka ne yaparlarsa, birbirlerinin celladı olarak birbirlerini öldüreceklerdi.
Şimdi o doğal müziğin kaynağına doğru gidelim. Doğanın her ögesiyle, katkıda bulunduğu, kımıl kımıl devinen, akan, yürüyen yer yer koşturan çok sesli bir uğultuya:
’Halikarnas’taki zeytinler, mandalkinalar, portakallar, limonlar, hurmalar, kaparisler, muzlar, haruplar, incirler;kısacası yemişlere mevsim mevsim pandomima resmi geçidi yaptıran bütün ağaçlar, bu kıyının deniz yeşilinden ders alırlar. Pesten tize kadaryeşillerle, Ege zümrüdüne yeşil bir türkü söylerler. Bu türkünün çınlayışı, her zaman göklerde duyulur.
Balıkçı buırada şu gerçeği sezdirir:Doğanın müziğini anlamak, o görkemli orkestraya katılmak içiö onun bir parçası haline gelmek gerekir. Şiir dili betimlelerine bakılırsa, gözle giz arasındaki perdeyi geçmiş, en doğal boyalarla bir-iki çizgide en derin anlamları çağrıştırır olmuştur. Dokunduğu her güzelliği kişileştirir, şiir tanrısına bağışlar:
’Ege, güneşiyle, parıldayan sularıyla adaları ayırmış, her birini bir mısra, hepsini bir şiir yapmış.’
Balıkçı hiçbir zaman bu renkli lirizmi elden bırakmamış, neye dokunsa, neyi anlatsa, saptayımları bugünle sınırlı kalmadığından , yer yer şiirin doruğuna tırmanan anlatımı insanlık tarihiyle yaşıt bir destan dil kimliği kazanmıştır. Örneğin. ’adaların karasevdalısı’ diye tanıtılan Deli Davut, Deniz Tanrısı rüzgarıyla dolaşır. ’Tam Çoban’öyküsündeki oğlakları ıssız bir adaya bırakıp insanların kıyımından kurtaran adsız çobanda Pan’ın soluğu vardır.
Karakterlerinin kökü nereye uzanırsa uzansın, her şeyin üstünde tüm gücü elinde tutan, iyiyi ödüllendirip kötüyü cezalandıran bir doğal gücün varlığından söz edebiliriz. O da denizin kendisidir. Deniz hem tapınma, hem arınma otağıdır Balıkçı’da. Ona ve onun nimetlerine karşı gelen kötü kişiler er geç hak ettiği cezaya uğratılırlar.
Balıkçı, doğayla konuşmakla kalmaz, aynı zamanda konuşturur onu. Havasıyla, suyuyla, hayvanıyla, bitkisiyle yapar bunu. Bir bakıma bugünkü çevrecilerin babası sayılabilir.
Evet, sekizinci basımını elime aldığım ve Balıkçı’nın o dupduru yüzüyle yeniden karşılaşmaktan büyük mutluluk duyduğum Ege’den Denize Bırakılmış Çiçek’te, beş yapıtın yanı sıra kitaplarına girmemiş on öyküyü de öykü dağarcığınıza dahil edebilirsiniz.Her biri deneme tadında ve yepyeni bilgilkerle ufkumuzu bgenişleten, bir ayağı karada deniz kokulu öyküler.Türkçesi ıpıl ıpıl, insanı harmanlıyor, kimi sözcüklere takılıp kalmak bile bir tazelik, zindelik aşılıyor okura. Mavi bir masala karışmış gibi oluyorsunuz. Balıkçı’yla yapılan her yolculuk keşfedilmemiş güzellikler taşıyor.
Vasiyeti doğrultusunda onun yapıtlarını inci misali parlatan manevi oğlu Şadan Gökovalı’ya da koca bir MERHABA bizden!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.