- 994 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
0011 – ROMANTİZMİN YENİDEN KEŞFİ – VİŞNE FİŞNE
ROMANTİZMİN YENİDEN KEŞFİ
"saymadım. bu bilmem kaçıncısı olacak bu vişne tadını alışımın
bir kar yağacak, bir göle bakıp hisleneceğim
gece geç vakit acele acele bir şiir bulup unutacağım
böyle olacak romantizmi yeniden keşfim, böyle olacak vişnenin tadı..."
İsmail KILIÇARSLAN
VİŞNE FİŞNE
Vişne, ilkbaharda ilk uyanan ağaçlardandır. Bembeyaz çiçekler açar. Her salkımda birden fazla olmak üzere, yani çifter çifter altıya kadar artabilen sayıda açan çiçekler yavaş yavaş meyveye dönmeye başlar. Kirazdan biraz daha basıkça olan meyveler temmuz ortalarına doğru iyice olgunlaşırlar. Siyaha yakın kırmızı, dolgun ve suludurlar.
Kütahya vişnesi iricedir. Ucu hafif sivrice, koyu kırmızı, ince kabuklu, çok sulu, ekşi ve kırmızı etlidir. Macar vişnesi ise yine koyu kırmızı ama daha kalın kabuklu, ekşi ve kırmızı etlidir.
Bu şiirde, özellikle Divan Edebiyatında genç kız veya kadın yüzü tasvirlerinde küçük, kırmızı, dolgun ve güzel dudak ifadesi olarak kullanılan kirazdan biraz farklı olarak seçilen vişneye, birden fazla anlam yüklenmiş.
İlahiyat eğitimini yarıda bırakmış olsa da tasavvuf ehli olarak yetiştirilmeye çalışılan bir genç, aşkı ve romantizmi haliyle farklı bir biçimde yaşayacaktır. Belki kirazlar ve vişneler gibi ikili değil de diğer bazı meyveler gibi dallarda bir arada olsalar bile saplarında tek başına durarak… Belki platonik takılmalar şeklinde uzaktan uzağa hissedilen aşklar yaşacaklar, belki de platonik olmasa da mesafeli…
Bu şiirde yakınılan ya da kabullenilmek zorunda kalındığından bahsedilen mesele sadece tercihen uzak durmalar değil, onun yanı sıra bir arada olmak ne kadar istenirse istensin, kaderin bir cilvesi olarak, kiraz veya vişne gibi çift haldeyken birbirinden ayrılmak zorunda bırakılmak, uzakta tek başına kalmak…
Rujların yapımında bazı meyve esansları kullanılır. Çilek, muz, vişne kokanlar da vardır. Tesadüfi de olsa bir yakınlaşma anında vücuttan ya da saçlardan, kullanılan parfüm veya şampuana karıştırılan meyve esansı kokusu alınabilir ama burada bahsedilen koku değil, tat olduğu için algılamanın burun yoluyla değil de ağızla alakalı olduğu akla geliyor. Tat alma organı dil olduğuna göre dile ulaşan bir vişne tadı düşünülüyor. Bu da iki şekilde mümkün… Ya gerçekten yenen vişneden, içilen vişne suyundan bahsediliyor ya da vişne özü kullanılarak üretilen ruj tadından… Yunus gibi:
“Çıktım erik dalına
Anda yedim üzümü” demiyor.
Yemekten değil, tatmaktan bahsediyor. Doyumluk değil, tadımlık aşklardan… İyi hoş ama tadı ekşimsi… Birlikteliğin kesintisiz, tam ve net olduğu tatlı bir aşkın tadı öyle olmasa gerek… Ancak o tadın da tutkunlarının olduğu unutulmamalı…
Aşkı ilk tadışı değil… Sayısını bilmediği kadar aşk yaşamış ama tatlı değil, mayhoş, ekşimsi, buruk… Elma, muz, kayısı falan gibi değil, kiraz gibi de değil, tam anlamıyla vişne…
Bir göl tahayyül ediyor. Belki de evvelce gidip seyrettiği… Ona kar yağdığını gözlerinin önünde canlandırıyor. Romantizme münasip bir mekân bulmuş oluyor, böylece. Duygu yoğunluğu sağlamak açısından ortama kar yağdığını da hayal ediyor. Güneş uzaklaşmış, kar sessiz sessiz inmekte sakin suyun yüzüne… İnip inip bitmekte… Yitip yitip gitmekte… Bir süre o olayı seyrediyor, beyninin içinden boşluğa ya da hayali bir perdeye yansıtarak… Haddinden fazla hoşlanıyor olmalı ki manzaradan ve kar olayından, gece geç vakitlere kadar sürmesini düşlüyor. Sonrasında şiir gelecek, besbelli… Ya şiir için dizeler gelecek aklına,ancak hemen kaydedemediğinden daha sonra hatırlamak isteyecek ama asla buna muvaffak olamayacak ya da o güzelim şiir ortamında, ezberindeki bir şiiri okuyacak, pek kayda değer bir şey olmadığından hafızasına kaydetmeyecek bile hangi şiiri okumuş olduğunu… Ânında unutup gidecek…
Burada harika bir ortam yaratıyor, hafsalasında ve onu bulunup unutulacak bir şiirle tamamlıyor. Gece geç vakit acele acele bulunacak ve unutulacak bir şiir… Neden gece geç vakit? Tamam, geceler ve onların geç vakitleri şiirleri çok severler ama neden acele acele? Madem ivedilikle istenen ve hemen aranılıp bulunan, zaruri bir ihtiyaçmış gibi hemen okunan, o halde neden unutulan?
O zaman, demek ki bu şiir, başka bir şiir... Gecenin geç saatlerinde, zaruret gereği şiddetle arzulanan, alelacele bulunan bir ilaç hükmünde olup, işlevini yaptıktan sonra unutulmaya mahkûm, özelliği ve de güzelliği ehemmiyetsiz, zavallı bir araç, hangisi olduğu pek de önemli olmayan…
Ne yazık ki öyle yaşanmak zorunda kalınacak romantizm ki böyle bir romantizm daha önce yaşanmış değil! Romantizmin bu versiyonu, mecburen, mecburen… Mecburiyetten böyle olmak zorunda, aşkın tadı!
Vişne demek, aşk demek… Erzurum yöresinde ‘aşna fişne’ olarak geçen kırıştırma veya flört… Doyumluk değil, tadımlık, üstelik… Sonra bir kabulleniş ve hafiften serzeniş…
“Ben zaten sonbaharda doğmuşum. Hep uzaktan sevmeyi bilmişim. Aslında uzağı sevmek değil bu! Uzak kalmayı sevdiğim sanılır ama uzak kalışımın geçerli bir sebebi var. Bana, bildim bileli öyle şeylerden uzak kalmam öğütlendi.
Vaktiyle bir dergâha gittim, bir şeyh efendiden vird alarak tasavvufa girdim. Orada kaynayan bereketli çorbaya, ehvanlarla beraber bir yer sofrasında kaşık salladım. O ortamın tadını aldım bir kere! Yeterince zikir çektik dervişlerle birlikte… Doyasıya zikrettik, kendimizden geçerek ritmik bir biçimde… Gözüm gönlüm doydu! Gözüm dünyaya kör oldu, gönlüm aradığı İlahi aşkı ve dinginliği orada buldu. O huzur, huzur doluydu.
Babam, esnaftandı. Sağ olsun, o bana romantizmi bu şekilde öğretti. Sayesinde dergâhta öğrendim ya aşkın meşkin daniskasını! Hası, âlâsı o değil mi zaten, aşkların! Aşkların en güzeli, Allah aşkı değil mi! Yeniden keşfetmek istediğim nedir ki benim? Daha iyisi mi? Daha iyisi var mı ki!
O zaman, neden göle bakıyorum, yoğun duygusal? Karın göle yağışına, hayran hayran? Karın en güzeli bende yağmakta… Şakaklarıma aklar düşmeye başladı. Arkası gelir! Yakındır!..
Neme gerek benim aşna fişne! Aşk meşk… Neme lazım vişnenin tadı! Ne Arabın Şam’ı, ne şeytanın suratı!
Ben doğulu bir şairim. Doğu diz boyu, adam boyu kar! Yakında saçlarımın tamamını ak tutar! Burada bugüne bugün, karların altında saklı, adam gibi adam, şair gibi şair var!
Ben bir şarklı şairim, neme gerek gümüşlü vişne!
Şark de de bir dur!. Soyum sopum uludur! Hepsi sadık Allah kuludur! Şimdi bundan bahsetmeye kalkarsam, yazdıklarımı silmem, yeniden bu konuda yazmaya başlamam lazım. Neme lazım!”
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0011
YORUMLAR
Kar kentlerin çocuklarıyız deniz tutar bizi
gibi
ve bir tekkede çorbaya kaşık sallamak erenlerle hemhâl olmak
biliriz elhamdülillah
savrulmuş ve dibine kadar sorgulanmış bir hayattan ilk tutunduğun en sağlam daldı
sorarlar eski dostlar o kadar aradın ne buldun?
önce kendimi sonra O'nu buldum daha ne olsun
yazılarınız hep çok dolu
aşk mevzuuna girmeyeceğim girersem sussam biliyorum
bir de yasak meyvenin üzüm ya da vişne olduğuna inanıyorum
elma çok sıradan çünkü mitolojik tanımlarda
uzaymadan :)
daha fazla rahatsızlık vermeden saygılar sunuyor
bu güzel yazı için teşekkür ediyorum
geceniz ışıklı ola...