- 2486 Okunma
- 12 Yorum
- 2 Beğeni
O Bakışları Unutamam -1-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Meslekte otuz altıncı yıla güzelliklerle başladım. Aynı okulda iki kez okuttuğum sınıfları beşinci sınıftan mezun etme mutluluğu ve hüznünü yaşadım.
Mutluluk, anne kucağından kalp atışlarının ritmini ellerinden tuttuğumuzda hissettiğimiz mini mini birinci sınıfların, meleklerin gün gün, ay ay, yıl yıl büyüyüp serpildiklerini gözlemek. Onlar birer melektirler. Sadece kanatları yoktur… Günah nedir tatmamışlardır.
Çocuklar, biz öğretmenlerin ellerinde tinsel ve bedensel olarak olgunlaşırlar. Toplum içinde ayakta durmalarına yarayacak örnek davranışlar edinirler. Arkadaşlarıyla birlikte sevgi içinde yaşamanın güzelliğini tadarlar. Büyüklerine ve çevredeki insanlara saygı ve sevgi duyma olgunluğuna erişmede güvenli yollar seçerler. Empati duyguların geliştirip okul kültürünü solumanın mutluluğuna ererler.
Kitap okuma, özgün yazılar yazma alışkanlıkları edinirler. Güzel sanatları tanımaya başlarlar. Türkü, şarkı ve şiirlerin güzelliğini hissederler. Hele bu bağlamda öğretmenlerinin güzel sanatlara tutku düzeyine ilgisi varsa öğrenciler için bu durum bulunmaz bir şans nedenidir.
Görev yapma bilinçleri de fiziki gelişmelerine paralel olarak kök budak salar. Mevlana’nın dediği gibi; “Yalan, yalancının kalkanıdır.” Sözünün özünü kavrayıp; yalana başvurma gereği duymazlar sevgili yavrularımız.
Zaman su gibi akar ve aradan beş yıl geçer. Yaz başları, haziran ortalarında okulların tatile girme zamanı gelir. İşte böylesi zamanlar benim gibi hümanist duyguları coşkuyla yaşayan öğretmenler için hüzünlenme zamanıdır. Öz evlatlarımdan daha fazla zaman ayırdığım, beş yıl birlikte gülüp, birlikte üzüldüğüm, sevgileri kalbimin en uç hücrelerine kadar nakşedilmiş goncalarımı mezun ederim. Tekrar başa dönüp yeniden birimci sınıfları alırım. Bu mutat uygulama okul değiştirmeyen öğretmenlerce sürer gider yıllar boyunca.
Otuz altıncı yılıma da, tıpkı öğretmenliğe adım attığım ilk öğretmenlik günlerimin içimi yakan uçsuz heyecanıyla başladım. Acaba yeni tanışacağım mini mini birinci sınıf öğrencilerimle mezun ettiğim goncalarımla kurduğum katıksız sevgi ve saygıyı yeniden yakalamam olanaklı olacak mı? Velilerimin okula ilgisini erkenden olması gereken düzeye getirmek için fazla zaman gerekecek mi? Böylesi daha nice heyecan verici duygular kapladı tüm benliğimi.
Çocuklar karşılarındaki insanları tanımakta umulmayacak kadar başarılıdırlar büyüklere göre. Gözlerine baktıkları insanları dost mu? Gülücükleri içten mi? Sahte mi? Hemen anlayıverirler. En çok çocukları sevdim. Onlarla kısa sürede tanışıp anlaştım meslek yıllarımda. Onlar anladı beni, aralarımızda sevgi ve dostluk bağları oluşturduk hep. Kopmamacasına… Bakışlarımızla tanıştık, kaynaştık. Ön yargı, riyakârlık yoktu çünkü bu iletişim yöntemimizde. Hallerimizde.
Böylesine insancıl duygularla tanıştım yeni öğrencilerimle ve velilerimle. Birbirlerini anlayan, kırk yıllık dostlar gibi olduk kısa sürede. Velilerime çalışmalarımda bana yardımcı olmalarını söyledim. Her türlü öneri ve olumlu, olumsuz eleştiriye açık olduğumu belirttim. Yeter ki, oluşabilecek sorunları yüz yüze konuşalım.
Birinci sınıflar üç şubeyiz. Aynı sınıfın öğretmenleri zümre öğretmenleri olarak tanımlanıyor. Sene başında her okulda zümre öğretmenleri arasından zümre başkanı seçilir. İlçe çapında bu öğretmenler toplantı yapıp ayrıca ilçe zümre başkanını seçerler. Seçilen zümre başkanları müdürlük ve müfettişlerin tespit ettikleri konuları kendi aralarında raporlaştırır. Seminer çalışmalarını ve yıl içindeki toplantıları bu minval üzerine devam ettirilir. Her sınıfın ilçe zümre başkanları ayrıca oluşturulan raporları çoğaltıp zümre arkadaşlarına gönderirler. Bu raporlar okullarda çoğaltılıp öğretmenlere dağıtılır.
Bir nüsha rapor da ilçeye, müdürlüğe gönderilir. Müfettişler toplantılara şöyle bir uğrayıp geçler. Acı realite şu, bu raporları hiç kimse okumaz. Sadece formalite tamamlanır. Kocaeli’nde Seka kapanmadan önce biriktirilen raporlar sene sonlarında fabrikaya gönderilirdi yeniden işlenip kâğıt yapılsın diye. Şimdilerde depolanan kâğıt tomarlarının akıbetini öğrenmek bile acı!
Öğretmenliğe başladığım yıllarda seminerler büyük bir disiplin içinde yapılırdı. Müfettişlerimiz seçilen öğretme bilgisi konularından hazırladıkları sunumları biz öğretmenlere sunarlardı. Sunum sonunda sorular yanıtlanır, öğretmenlerin bilgileri tazelenir ve pekiştirilirdi.
Meslekte yaşadığım yılar içinde teftiş ve seminer çalışmaları yıl yıl önemini kaybetti. Adeta sulandırıldı… İki binli yılları yaşarken uygulama tamamen değiştirildi.
Sene başı ilçe zümre öğretmenler toplantısı bu kez çalıştığım okulda yapıldı. Okulumuzda birinci sınıfların zümre başkanlığı benim üzerimdeydi. Bir sınıfta toplandık. Selamlaşma, tanışma faslını kısa tuttuk. İlk iş, aramızdan birisini başkan seçeceğiz. Başkan olmaya gönüllü varsa seçime gerek duyulmazdı. Bu arada okullarımızda çalışan öğretmen kadrosunun özellikleriyle ilgili de bilgi sunmak gerek sayın okuyucularıma.
Aramızda Öğretmen Okulu bitirmiş öğretmenler vardı. Geçen yıllar içinde saçları aklaşmış, mesleğinin son yıllarını yaşayan deneyimli öğretmenler. Bunun yanında doksanlı yıllarda ziraat, işletme, iktisat… fakülteleri gibi okulların mezunlarından öğretmen yapılmış, pedagojik bilgileri yeterli olmayan genç öğretmenlerin sayısı da hayli fazla. Nihayet az sayıda eğitim fakülte mezunu öğretmenlerinden oluşuyordu yurt genelinin ve ilçemizin öğretmen kadrosu.
Öğretmen Okulu mezunları, ben dâhil seksenli yıllarda iki yıl ön lisans okuduk. Lisans eğitimi yapan genç arkadaşların birçoğu lisans eğitimi yapanlara saygı duymuyor. Kendilerinin çok daha bilgili oldukları kanısındalar. Her hareket ve konuşmalardan durumlarını övünerek sergiliyorlar. Geçen yıllar içinde ülkemizde yaşanan etik değerlerimizin erozyona uğraması, büyük-küçük ilişkilerinin şirazesinden çıkmasının somut örnekleri maalesef okullarımızda da sıkça yaşanır hale geldi.
Böylesi olumsuz durumlara birkaç örnek vermek isterim. Sekizinci sınıf bazı öğrenciler yeni mezun, özellikle bekâr kadın arkadaşlarımıza korkusuzca şöyle hitap edebiliyorlar:
“Hocam, bugün her günkünden farklı güzelsiniz! Güzelliğiniz rüyalarımı süslüyor!”
Bu sözlere muhatap olan arkadaşımızın gözleri ışıldıyor, kahkaha ile gülüp öğrencilere teşekkür ediyorlar. Daha neler! Böylesi durumlarda, “Yapmayın arkadaşlar” diye uyarıları çağdışı görüşler diye kulak arkası yapıyorlar.
Bana, resmen sataşan genç arkadaşımın davranışı can sıkıcıydı. Okulumuza yeni atanan, uzun saçlarını sarı renge boyamış bir kadın arkadaş henüz tanıştığımız ilk gün:
“Hocan sen niçin emekli olmadın? Otuz yılın üzerinde çalıştığını söylüyorsun üstelik!”
Ne diyeceksin, dilin kemiği yok! Eskilerin deyişiyle bir “la havle” çekerek arkadaşı mahcup etmedim. İlerleyen günlerde bu arkadaşıma bazı derslerin daha verimli işlenmesi adına söylediklerimden yararlandı. Önceki sözleri için özür diledi. Böylesi durumlarla sıkça karşılaştım. Bir arkadaşımız bu konuda gençler için:
“Gençler; yaşlıların aptal (budala) olduklarını sanırlar, ama yaşlılar; gençlerin aptal (budala) olduklarını bilirler.” George Chapman’ın sözünü sık sık kullanırdı. Okullarımızda böylesi hoş olmayan durumların yaşandığını yazmakta kötü bir amacım yok. Sadece gerçeklerin bilinmesini istiyorum.
Rahatsızlıklar bilinirse bir babayiğit çıkar yaraya neşter vurur umudunu taşıyorum sadece. Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Öğretmenler sadece iyi donanımlı meslek okullarında bir zamanlar kapılarına kilit asılan Öğretmen Okulları örneği okullarda; idealist duygularla beslenerek yetiştirilirler.
Bu koşullarda mesleği devam ettirirken zümre toplantısına dönelim. İnce uzun boylu bir genç kadın öğretmenimiz ortaya çıktı. Gönüllü olarak başkan seçilmek istediğini söyledi. Başladı anlatmaya:
“Çok başarılı bir öğretmenim! Çocuklarını okula kayıt ettiren veliler hep beni tercih ettiler. Aralık ayı bitmeden öğrencilerimi okumaya geçiririm.”
Açıkça söylemek gerekirse angarya olan işleri yapmaya böylesine gönüllü birisinin çıkması bizleri memnun etmişti. Arkadaşımız kendini övmeye devam ediyordu.
Öğretmenlerimden ve büyüklerimden öğrendiğim şaşmaz bir kanaat vardır. Kendisini övenlerin kişiliklerinde bir eksiklik hissedilir. Normal ve de başarılı insanlar çalışmalarıyla ve ortaya koydukları eserlerle toplum tarafından zaten hak ettikleri payeye kavuşurlar.
Ziya Paşa’nın, “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.” Sözünden öte köyümüzde yetişen Âşık Yanğuni mahlaslı ozanımızın şu dörtlüğü de kendini övenlerle ilgi bakalım neler söylüyor:
“Eğer bir nasihat istersen benden,
Kendini övenlerden uzak ol.
Ağzı bozuk karaktersiz insandan
Küfür edip sövenlerden uzak ol.”
Tüm bu gerçekler ışığında genç zümre öğretmenimiz nasıl bir çalışma yapacaktı. Hem sınıfında hem de üstlendiği görevde. Bunu elbette zaman gösterecekti. Umarım öğretmenimiz çalışmalarıyla, paşamızı ve ozanımız yanıltacak.
Özelde insanlara inanma, sözlerime hiç yalan katmama gibi bir huyum var. Yaşadığım yıllar ve okuduğum kitaplarla bu davranış biçimimi iyice pekiştirdim. Muhatap olduğum nice insanlarca saf bulunup aldatıldım. Kuyruklu yalanlara inandım. Hele konuşmalarında kutsal değerlerimizi Allah’ı, Kuran-ı Kerim’i çok kullanan, egoları tavan yapmış yazın dünyamızdan da tanıdıklarım oldu. Yazdıklarına güven duyduklarım arasında bile beni yanıltanlar oldu... Ruhum yaralandı zaman zaman. İnsan nelere katlanmıyor ki. Hayat bu! Ülkemde yalanların gerçekleri fersah fersah geçtiği çağımızda benim de yalan söylememe özgürlüğüm en büyük sermayemdir.
Öyküm devam edecek.
YORUMLAR
Ogretmek ogretmenlik ne kadar degerli bir meslek bi o kadarda hata goturmez butun ogrencilerine adaletli davranmak onlarin icerisinde ki cevheri ortaya cikarmak cok onemli cok...
Tebrikler guzel bir yaziydi
Kaleminiz daim olsun...
mavitükenmez tarafından 2/9/2017 11:12:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler.
Ne kutsal bir görevdir öğretmenlik.
Değerli bir yazı idi.
Kutluyorum içtenlikle.
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla.
Merhaba Yılmaz Hocam!
Ukalalık saymazsanız, çok önemli bir konuyu bütün içtenliğinizle işlemişsiniz diye başlamak istiyorum söze.
Anılarınızdan derlediğiniz, güzel edebiyat yada, kompozisyonla süslediğiniz yazınız yeni nesil öğretmenlere manifesto olacak nitelikte.
Özellikle son yıllarda öğretmen alımlarında öne çıkan kıstasları gördükten sonra yazınızın önemi daha çok artıyor.
Keşke okuma imkanları olsa da o öğretmenlerimiz de okusalar. O zaman bilim varken doğma/hurefelerin peşinden gitmez Holistik kültürü, yeni keşifleri inceleyerek, T.C'nin ilelebet yaşaması için emek harcarlar.
Diye değerlendirdim.
Selam ve sevgilerimle.
İBRAHİM YILMAZ
Ukalalık saymak ne demek, sizin engin kültürünüz ve bilgi dağarcığınız benim için bir berrak kaynak.
Necati Bey, sınflarımda fitre parası toplayarak sınıf kitaplığı oluşturdum kaç kere. Velilerimle birlikte ilçe kütüphanelerine ziyaretler yaptık çokça. Dostlarıma kitap hediye ettim. Bu bağlamda öğrencilerimden güzel dönütler alıyorum. Lakin okuyan kesim az bu ülkede. Mücadeleye devam.
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler dilerim yüce gönlünüze.
Kutluyorum can-ı gönülden.
Aydınlık kılan yine öğretmenlerin öncülük ettiği bir toplum.
Bu mesleğin özelliği ve kutsallığı asla tartışma konusu olamaz.
Az da olsa nasiplendiğim bu öncü mesleğin neferi yine siz kıymetli öğretmenimi ve kalemini saygıyla selamlıyorum efendim.
Saygılarımla muhterem hocam.
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata sygımla esenlikler.
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımle esenlikler dilerim yüce gönlünüze.
Merhaba İbrahim Bey,
Öncelikle güne düşen yazınızı, değerli kaleminizi ve elbette, Seçki Kurulu' nun kıymetli mensuplarını kutluyorum bütün içtenliğimle...
Yazınızla içlendim...
Yazı içeriği sosyal, kültürel ve hatta toplumsal birtakım sorunlara içtenlikle değinerek (güçlü bir sorumluluk vurgusuyla- önemli bir farkındalık yaratmış. Bunu ancak duyarlı, erdem duygusuyla dolu ışıldayan gönüller yapabilir. Yaşımız itibariyle yakın dönemlerde yaşamış ve o dönemlerin toplumsal, sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik bir çok yaşanmışlıklarına tanık olduğumuz bir gerçek; sade birer vatandaş, insancıl değerleri içselleştirmiş bir insan ve idealist bir kamu mensubu olarak.
Yazınızı okurken bir an için geriye sardı makarayı belleğim, vicdanım, mantığım...
Ve tabii ki mutluluk kadar hüzün de kapladı yüreğimi, döndüm bugüne!
Özü "insan yetiştirmek" olan öğretmenlik mesleğinin "maddi-manevi " kıymeti sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar büyüktür, derindir.
O dönemlerde (istisnai durumlar olsa da) öğretmenlik mesleğinin anlamı, derinliği, onuru toplumca bilinir ve mümkün mertebe çocuklara daha okula başlamadan belletilirdi aile ve yönetenlerce. Ne zaman ki siyaset kirlendi, ne zaman ki siyaset girdi kurumlara , ne zaman ki menfaat için toplumun geleceğine (eğitime) değil de üç kuruşluk çıkar hesaplarına alet edildi insanlık değerleri, ne zaman ki inanç, kirli siyasetle harmanlanarak belleklere enjekte edildi ...
İşte meslekler de yara aldı ve hızla yozlaşma başladı her bir şey gibi...
Sizin de belirttiğiniz gibi, öğretmen ve diğer meslek okullarında, her mesleğin kendi özelliklerine göre donanımlı meslek erbabı(kalifiye/yetişmiş insan ) yetiştirilirdi. Bu okullardan yetişen gençler idealist duygularla dolu olarak ülkesine, milletine ve insanlığa hizmet aşkı ile göreve başlar, bu idealle meslek onurunu kişisel menfaatin üstünde tutar, böylece mesleğin ve koşulların, karşısına çıkarabileceği her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek gücü kendilerinde bulurlardı. Bu anlayışın özünde insanı sevmek, doğayı sevmek, yaratandan dolayı yaratılanı sevmek ve bu nedenle zorluklar karşısında o irade ve yürek gücünü kendinde bulabilmek vardı.
Özet olarak...
1980' den sonra yavaş yavaş içmeye başladık bu zehri ve bugüne gelindi yitirilen ÖZ ile!
"Öz" yiterse geriye kalan "köz" olmasın, diye bu yazılar!
İdealini yitirmiş bir toplumdan geriye ne kala ki...
Samimi, duyarlı, sorumlu güzel özünüze saygı ve dost selamlarımla...
RefikaDoğan tarafından 2/9/2017 2:02:55 AM zamanında düzenlenmiştir.
İBRAHİM YILMAZ
Hani bir türkü var katıksız gerçekleri irdeleyen, "dert bir değil elvan elvan". ülke sorunları kat ve kat fazla. Ekmeklerin bozulmasıyla başlayan yozlaşma maalesf devam ediyor. Adeta güneşin önüne perdeler çekiliyor kara kara. Aydınlanma yaşamasın isteniyor bu güzel topraklarda.
Siyasiler belirttiğiniz gini her duruma sokuyorlar uzamış burunlarını.
Aşık Kerem Aslısının düğmelerini çözemeyince sazıyla sözüyle, derinden bir "ah" çeker ve tutuşur yanar. İnanın ben de ülkenin bu gidişine yarınların güvencesi çocuklarımızın eğitim-öğretim haklarının böylesine sulandırılmasından yana Kerem örneği dertliyim.
Sizler gibi kıymetli fikirdaşlarımın olması beni mutlu ediyor.
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler dilerim soylu gönlünüze.
"Oyun bitince şahda piyonda aynı kutuya konur,"Başarılı öğretmen,başarısız öğretmen tekavüt olunca hep aynı oldular.Yazanlar hariç.Yazılarınızı okumak çok güzel.Yeni yazınızı okumak dileğiyle mutluluklar İbrahim bey.Saygılar.
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler.
Değerli hocam, samimi ve aydınlatıcı paylaşımınızı zevkle okudum. Bir öğretmen çocuğu olarak ve bir öğretmenle evli biri olarak yabancı sayılmadığım bir camiadansınız. Kendim de öğretmen olmak istemiştim, bunun için Ankara Erkek Öğretmen okulunda talebeliğim de oldu, lakin o 1969 olaylarında (öğretmen grevi) arkadaşlarımın gazıyla afiş asma suçu(!) işlediğimden okuldan uzaklaştırma cezası aldım ve babamın gazabına uğrayıp okuluma dönemedim. Neyse... Öğretmenlik içimde hep bir uhde olarak kaşmıştır. Sevdiğim mesleklerin başında gelir. Keşke devletimizin desteklediği ve öne çıkardığı bir meslek olabilse. Büyük Atatürk nurlar içinde yatsın, o bunu çok istemişti, lakin ondan sonraki yönetimler gerekeni yapmadılar. (yapamadılar demiyorum) Selamlar, saygılar
İBRAHİM YILMAZ
İşte o 69 grevi günlerinde şehir stajı yapıyordum,son sınıftık. Keşke öğretmen olabilseymişsiniz. Çünkü özgün fikirlerinizle aydınlanma çabasında olan halkımızın bu hale düşmemesi adına değerli çabalarınız olurdu.
Yazıyorsunuz ya. bu soylu eyleminizde çok hoş. Kendinize iyi bakın,olmaz mı?
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler dilerim yüce gönlünüze.
İBRAHİM YILMAZ
İnanın genç arkadaşlara hep yardımcı olmaya çalıştım. Bu bağlamda yeni tanıştığımız genç arkadaşlar genelde her konuya vakıf oldukları kanısındalar. zamanla hatalarını anlayanlar olduğu gibi dediğim dedik çaldığım düdük diyenler de az değil.
Öğretmen okullarında bizler bilgiye, tecrübeye, liyakata saygılı olmayı öğrenmiştik.
meslekle ilgili yazılarımla salt anılarımı anlatmak değil amacım. durumu betimleyip, çözüm yollarını da sıralamak istiyorum gücümün yettiğince.
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler...
glenay
Benim de kızım ve damadım öğretmen sizi çok iyi anlıyorum.. Saygılar, başarı dileklerimle..
Yasadigimiz sürece neler yasiyoruz . birde kutsal ögretmenlik anilarini yazmak yaxarken yasamak o günleri yasatmak çok güzel. Diğer serileri de okumak dileğimle efendim..selam ve saygimla...
Oya gedik tarafından 2/8/2017 1:41:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
İBRAHİM YILMAZ
Daha özgün ve başarılı yazılarla buluşmak dileğiyle selamlar olsun yüce gönlünüze.