- 672 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HALKIN GÜCÜ HAKKIN GÜCÜ OLDU
15 Temmuz 2016 tarihli gece, karanlıktı hem de çok karanlıktı. Bulut kümelerinin bir araya gelip yoğunlaşıp kararması o gece erken başlamıştı. Hava sıcaktı ama serin bir rüzgâr esiyordu fakat ne taraftan estiği bilinmiyordu. Herkes tereddüt içindeydi. Bu gece erken mi uyusam diye düşünüyordum. İçimden gelen korku yüklü bir ses: “Uyuma! Sakın ha uyuma!” diyordu.
Halk beş günlük yoğun mesai yorgunluğunu üzerinden atmak istiyordu. Dünyanın türlü meşakkatleri insanları yormuştu. Hafta sonunu güzel ve dinlenerek geçirmek için herkes kendine göre planlar yapmıştı. Dinlenebilmek, biraz nefes alabilmek her çalışanın hakkıydı. Yarınlara daha umutla bakabilmek için çalışmak, yeri geldi mi de dinlenebilmek gerekti.
O gece saat yirmi iki civarı gökyüzünde hareketlilik başlamıştı. Anlaşılmayan bir hareketlilikti bu. Acaba neydi? Gökyüzü karardıkça kararıyor, yıldızları yutuyordu. Bulut yoktu ama karanlık bulutlar anında oluşmuştu. Yağmur bekliyoruz, bir damla düşmüyordu. Rüzgâr diyoruz, yaprak kımıldamıyordu. Her şey bir muamma olarak karşımıza çıkıyordu. Ama anlaşılmıyordu bütün bu olanların sebebi. Saatler ilerliyor, yorgun nefisler yuvasına dönüyor, yavrularını kucaklıyor onlara sevgi dolu bakışlarla bakıyordu. Anne ve babalar evlatlarının dönüşüne seviniyorlardı. Onların sevgi dolu sözleri yorgunlukları bir anda silip süpürüp götürüyordu.
Anne babalarımız, yavrularımız, eşlerimiz ve dostlarımız bizim her şeyimizdi. “Onlar için her zorluğa göğüs gereriz.” dercesine gülümsüyorlardı hayata. Saatler durmaksızın ilerliyordu. İlerlemek onların hakkıydı. Zaman hızla kaçıyordu sevdiklerinden. Saat yirmi ikiye geldiğinde nefesler tutuldu. Güneş tutuldu, ay tutuldu. Yıldızlar kayboldu. Yağmur yüklü görünümündeki karanlık bulutlar ateş yağdırmaya başladı. Kendini kaybetmişti. Bu ateş öyle bir ateşti ki önüne geçeni yakıyordu. Çoluk çocuk, kadın; yaşlı, genç ayırımı yapmadan bir bir yakıyordu. Lavlar gibi akan bu kanlı ateş kimsenin kimliğine, cinsiyetine, ırkına ve dinine bakmadan yakıyordu…
Güzelim vatanım Türkiye’mde ve İslam’ın umut bağladığı Anadolu’mda bir ateş tutuşturulmuştu. Bu büyük bir darbe girişimiydi. Ben bu darbeden önce: “Ülkemde asla darbe olmaz, darbeler dönemi bitti.” diyordum, yanılmışım hainler boş durmadı. Televizyonu nefesim kesilircesine izliyorum ve üzülüyordum. İçim kan ağlıyor, gözyaşlarım yanaklarıma süzülüyordu. TRT1’deki spikerin: “Ordu yönetime el koymuştur. Bu saatten itibaren sıkıyönetim ilan edilmiştir. Hiç kimse evinden dışarı çıkmasın.” korku yüklü sözleri kulaklarımda bin kere, milyon kere yankılanıyordu. Bu haberi dinleyene kadar hâlâ darbe yapıldığına ihtimal vermiyordum. “Bir yanlışlık olmalıydı” diye düşünüyordum. Bu gerçekti vatan hainleri, ülkemde darbe yapıyordu…
Ülkem ve halkım darbelerden çok çekmişti. Artık bu milletin kaderiyle oynanamazdı. Halk buna dur demeliydi. Ülkemizde her on yılda bir darbe olur veya muhtıra verilirdi. Bunu bazen askerler, bazen de siviller yapardı. Anlaşılan şu idi ki asker darbe zihniyetiyle yetişiyordu. Siyasilerin ülkeyi hiçbir zaman yönetemeyeceklerine inanıyorlardı. Silah orduda hangi gücün eline geçse onu kendi lehine kullanıyordu. Böylece halk başka ülkelere kul, köle yapılıyordu. Kendi halkımız için değil de sanki başka milletlerin refahı için yaşıyorduk. İçimizdeki hainler batı ülkelerinin refahını kendi ülke halkından esirgiyordu. Kendi halkını küçümsüyor, onlara tepeden bakıyordu. Batılılar ne derse o oluyordu. Adeta onların gücüne tapınılıyordu. Ülke olarak hep geri kalmıştık. İlerleyemeyişimizin asıl sebebi kendi halkımızı düşman görmemizdi. Bizler hep küçümsendik. Top, tank, uçak, gemi vb. teknolojik araç gereç yapmaktan ve yaptırılmaktan uzak kaldık. Halkımızın istekleri batılıların isteğine bağlı hale gelmişti. Askerler halkın değil de kendilerini rejimin yılmaz bekçileri görüyordu. Oysa halk olmazsa devlette olmaz, devlet olmazsa millette olmazdı…
Bu gece silahlı gücü eline alan asker kılıklı vatan hainleri: “Bizim borumuzun ötmediği yer yoktur. Siz bu ülkeyi nasıl bu hale getirdiniz. Bu ülkeyi siz yönetemezsiniz.” diye darbe girişiminde bulunmuşlardı. Asker elbisesi giymiş hainler bu gece tusunami gibi önlerine geçen sivil halkı yutup geçiyorlardı. Bombalar yağıyordu. Uçaklardan, helikopterlerden bombalar yağdırılıyordu. Tanklar önüne geçeni acımadan eziyordu. Meclis bombalanmıştı. Özel harekât bombalanmıştı. Elli özel harekâtçı masumane bir şekilde can vermişti. Boğaziçi köprüsünden kurşunlar yağıyordu halkın üzerine. Cumhurbaşkanlığı külliyesi bombalanıyordu. Vatanın dört bir yanında bu manzaralar hâkimdi. İki yüz elli şehidimiz vardı. İki bine yakın yaralı gazi vardı. İki yüz elli şehidimiz Çanakkale’de şehit edilen iki yüz elli bin şehide denkti. Eğer bu kişiler vatanımız için şehit olmasalardı iç savaş çıkacaktı. O zaman iki yüz elli bin veya iki buçuk milyon kişi bu iç savaşta birbirini öldürecekti. Dış güçlerin istediği de bu değil miydi? Suriye ve Irak’ta yaşananların daha fazlası ülkemizde yaşanacaktı… Bu şehitlerimiz için ne kadar dua etsek azdır… Onları rahmetle anıyoruz. Yaralı gazilerimize de Yüce Allah’tan acil şifalar diliyoruz…
Bu hainlere karşı koyan vatanını milletini seven asker ve polisler onlara karşı amansız mücadele veriyordu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve başbakan Binali Yıldırım’ın halkı bu darbeye karşı direnişe çağırması halkın direnme cesaretinin ortaya çıkmasına vesile oldu. Halk ruhunda gizlediği cesareti korkusuzca canı pahasına ortaya çıkardı. Bu çağrılarla kısa sürede meydanlar, havalimanları, sokaklar ve caddeler darbeye karşı olan halkımızla doldu taştı. Ülkemizin her tarafından sel olup sokaklara dökülen halk, darbeye karşı etten duvar örmüştü. “Çiğnenirim çiğnetmem vatanımı.” diyordu.
Müslüman halkımız kendisi için anlamlı olan bu geceye sessiz kalmazdı. Daha önceleri sessiz kalmakla masum başbakanlar idam edilmişti. Kendi geleceği için direnmesi gerekiyordu. Sokaklar dolup taşmıştı. Elde avuçta kendilerini savunmak için hiçbir şey yoktu. Karşılarında ise uçaklar, helikopterler, tanklar, tüfekler ve bombalar vardı. Halk bombaların üzerine korkmadan yürüyordu. Sadece ellerinde iman gücü ve vatan sevgisi vardı. Halk şaha kalkmıştı. Bu halk, hak dava için şahlanmıştı. Bu batıya kölelikten kurtuluştu. Bu sömürüye dur demekti. Bu emperyalizme dur demekti. Halk, hak davada kendine verilen görevi kusursuz yerine getiriyordu. Kendi kimliğine dönüyordu. “Bu gece sokağa çıkmazsam, bir daha sokağa çıkacak gece ve gündüz bulamayacağım.” diyordu. Çocuklarımız, istikbalimiz, geleceğimiz ve âlemi İslam için bu gece ne olursa olsun sokağa çıkmalıydık. Ölürsek şehit, kalırsak gazi olacaktık. Namusumuzla vatanımızı koruyacaktık.
Bu gece Malazgirt’ti. Bu gece Çanakkale’ydi. Bu gece kurtuluş savaşı gecesiydi. Bu gece ümmetin son kalesi kuşatma altındaydı. Bu kaleye sahip çıkılması gerekiyordu. Yedi düvel İslam düşmanları, İslam’ın son kalesini düşürmek için ülkemizdeki hainlerle işbirliği yaparak kanlı darbe girişiminde bulunmuştu. Bütün emperyalist sömürü güçleri bu geceye odaklanmıştı. Onların asıl amacı İslam’ın son kalesini düşürmek ve Müslüman halkı kendilerine kul, köle yapmaktı. Halkı Müslüman olan İslam ülkelerinin durumu bunları göz önüne sermiyor mu? Onların bir hesabı varsa yüce yaratanın da bir hesabı vardı. Allah dinine yardım edenlere mutlaka yardım edecektir. İşte Müslüman ülkemin halkı bunun bilincindeydi.
Evinden fırlayan; yaşlı, genç, çoluk, çocuk, kadın, erkek, herkes; din, dil, ırk ve cinsiyet aranmaksızın vatanımızı korumak için sokaklara akın etti. O gece darbeye karşı koymak için korkusuzca sokaklara inen insanlar imanın tadını alanlardı. Bu gece namuslarını çiğnetmemek için çıkmışlardı. Bu gece sokağa çıkanlar çocuklarının, torunlarının ve İslam âleminin geleceği için çıkmışlardı. Bu gece sokağa çıkanlar, özgür yaşamak için çıkmışlardı. Ölüm korkutmuyordu onları. Kahpelik, Münafıklık, Kâfirlik, Müşriklik ve İşbirlikçilik sokağa çıkanları korkutamıyordu. İman zırhı vardı onların göğüslerinde. Batı devletlerinin güç ve iktidarı bu iman zırhına işlemezdi artık.
Camilerden salalar ve ezanlar göklere yükseliyordu. Müslüman halktaki iman aşkı doruklara çıkarıyordu. Yer ve gök tekbir sesleriyle inliyordu. Yıldızlar eşlik ediyordu bu tekbir seslerine, okunan ezanlara ve salalara… Belki de tarihte ilk defa gece yarısı ezan ve sala aynı anda veriliyordu. Halkın dirilişi şahlanıyordu. “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli; Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” sözlerini Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy yıllar önce haykırmıştı. Bu güzel sesler, dün olduğu gibi bu gün de ülkemin üzerinde yankılanıyordu. Rabbim; ülkemizi ezansız, namazsız ve bayraksız bırakma. Ülkemin her yanında, her camisinde imam ve müezzinler sabahlara kadar ezan ve salalar okudular...
Hakkın gücü, halkın gücüne eklendi ve darbeciler hedeflerine ulaşamadılar. Bu gece, ya var olacaksın ya da yok olacaksın. Bu gece, var olma ve yok olma mücadelesiydi. Bu gece, cesaret bulutlarının verimli arazilere yağmur bıraktığı geceydi. Bu gece, hakkın ve halkın hâkim olduğu geceydi. Bu gece, uzun olacaktı ama bu uzunluk namuslu, inançlı insanların kazandığı uzun bir gece olacaktı. Ömer Halisler gibi şehit kahramanların doğduğu gece olacaktı. Kahraman gazilerin doğduğu gece olacaktı...
Bu gece, tanklar masum insanları ezdi geçti. Bombalar milli iradeyi acımasızca bombaladı. Helikopterler, halkı acımadan kurşuna dizdi. Ellerinde iman gücünden başka bir güç olmayan halkı acımadan katlettiler. Bu halkı, tankla, topla ve tüfekle yıldıramazsınız. Biz, bir ölürüz, bin geliriz. Bizi yok etmeniz için yetmiş sekiz milyonu yok etmeniz gerekir. Bu da yetmez; bir buçuk milyar İslam âlemini yok etmeniz gerekir ki buna asla güç yetiremezsiniz. Çünkü Müslüman halkın yanında hakkın gücünün de olduğunu asla unutmayın.
Bu asker elbisesi giymiş hainler yıllarca kendilerini gizlediler. Makam ve mevki için namaz bile kılmadılar, oruç tutmadılar; içki içtiler, İslam’ın yasaklamış olduğu her şeyi makamı elde edebilmek için mubah saydılar. Başörtüsüne teferruat dediler. Yeni bir din çıkarmaya çalıştılar. İslam, Hristiyanlık ve Yahudiliğin karşımı bir din icat etmeye çalıştılar. Bu dinin adı “Diyalogizm” idi. Dinler arası diyaloglar başlattılar. Böylece “Diyalogizm” temellerini atmaya başlamışlardı. Rabbim bunların tuzaklarını kısa sürede ortaya çıkardı. İslam âlemine musallat edilmeye çalışılan “Diyalogizm” dini doğmadan öldü. Bunlar ne İslam’ı tam yaşadılar ne de yaşatmak istediler. İslam’ın yetmiş iki fırkasını batılda görüp kendilerinin hak olduğuna inandırmaya çalıştılar. Hep korku ve endişe içinde yaşadılar. Yıllarca İslam inancını bile gizlediler. Tanınmamak için içinde bulundukları kabın kalıbına girdiler; din, dil, ırk ve cinsiyet fark etmeksizin. Batının çıkarları için batılın safında yer aldılar. Batılın safında yer almaksa helak olmayı getirdi. Hedeflerine ulaşabilmek için dini kullandılar. İyi niyetli olmayanları, yanlış yapanları Rabbim bir gün gün yüzüne çıkarır…
Ülkemizi ve Ümmeti Muhammed’i iç savaş sürüklenmekten ve darbe belasından Kahraman Müslüman halkın dirayeti, cesareti, kararlılığı, azmi, gücü, çabası, Yüce Rabbimin yardımı ve İslam âleminin duâsı kurtarmıştır…
20.08.2016
Yozgat
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.