- 939 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
İÇİ BOKLU İSTANBUL
Ulan, üç günlük ömrümü senin ol lanet trafiğinle, pahalı evlerinle, kazık çarşılarınla, selamsız insanlarınla tüketmek zorunda mıyım? Kaçmak, nefes almak istiyorum, insanlara çarpmadan dolaşa bilmek, bir şarkı mırıldanmak, ıslık çalmak istiyorum. Lüks villaların, arabaların, sonradan görmelerin kasıla kasıla hava atmalarından, aldıklarını, yediklerini internette yayınlamalarından bıktım be dostum.
Senin var ya, senin... kalemin kırılsın emi. Hiç utanmıyorsun, yaşadığın, doyduğun, sevdiğin bu güzel şehri kötülemeye, dünyanın en güzel doğal yapısına kusur bulmaya. Boğazın aşk kokulu tavernalarında müzik dinlerken, Kavak’ta midye yeyip bira ile cile atarken, yarım ekmek arası kokariçi koca ağzınla kıtlıktan çıkmış gibi yutarken hiç boklu falan demiyordun da, şimdi ne oldu?
Aslında beni huzursuz eden şey bu vurdum duymazlığa alışmış olmak galiba. Belki de şehrin pisliğine iyice batanlardan biri ben olabilirim. Sultanahmet’te İnzibatsubaylığı yaparken gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatsam, kitaplarımı toplatırlar. Sadece Topkapı, Sarayburnu, Yedikule surları bile yeter bu iğrençliğe. Sen hiç o koca duvarların içinde, onca askerin yatması, yemesi için büyük salonlar, eğitim alanları olduğunu biliyor musun? Bu salonlar at ve eşek kesen, bize sucuk, sosis döner ve kofte yediren imalat hanelerce paylaşılmış. Kadınlı erkekli esrar alemleri, kaçırılmış çocuklara tecavüzler, hırsızlık mallarının pazarlanması, mafyanın infazları nerede oluyor sanıyorsun?
Tamam, tamam... Hiç mi güzellikleri yok bu şehrin yani? Dünyaca tanınmış bir imparatorluğun ve ondan önceki medeniyetlerin yaşadığı, her tarafı tarih kokan bu şehir neden sana batıyor anlamıyorum. O güzelim boğaz için, oto yollar, köprüler, hava alanları, iki kıtayı birleştiren harika bir konu. Bunlar dünyanın neresinde var?
Ne güzel söylüyorsun. M.Ö.ye dayanan dünyanın en önemli medeniyetleri ha ? Mısırdan gelen dikilitaşın dibi dondurma külahlarıyla, cola kutularıyla dolu. Ne nedir, en ufak bir tabela, anlatım, açıklama bile yok. Bir güruh var tıkıştırılmış. Bir kişiye yüz kişinin kölesi olmaya dayalı. Mezraların göç ederek gelip kanyonlar kurduğu. Örf, anane, usul, nizam tanımayan hemşeri artıklarından oluşmuş. Kimsenin kimseyi görmediği, tanımadığı, kazancın her türlüsünün mubah sayıldığı, güçlünün hep ezdiği bir şehir. İçi boklu dediğimemi kızdın sen bu kadar? Bak hatırlatalım; Bir poazar günü sabahı Kalender’den Tarabya’ya doğru koşarak Hayrola Cafe’ye doğru yaklaşırken insanların denize ilgi ile bakıp bir şeyler gösterdiklerini görmüş, biz de merak ederek durmuştuk. Denizin kıyısı adeta istavritten simsiyahtı. Belli ki güneşi gören sürü yüzeye çıkmış, kaynaşıyordu. Sen gidelim demiştin, ben ise bir koşu arabadan serpmemi alıp balıklara atmıştım. Neredeyse tek serpmeyle bir gaz tenekesi dolusu balık yakalamıştım. Yerde zıplayan istavritler insanların toplanmasına sebep olmuştu. Genç bir anne iki yaşındaki oğlunun üç tekerlekli bisikletini iterek ona yerdeki balıkları gösteriyor oğlunun sevinç çığlıklarına mutluluk içinde gülüyordu. Oğlan bisikletinden inmiş, balıkları eliyle tutmaya çalışırken, boşta kalan bisiklet yavaşça kayarak denize düşmüştü. Oğlan kendini yerlere atıyor, bisikletini denizden çıkartmak için neredeyse suya atlayacak hareketler yaparak annesini iyice korkutuyordu. Dört metre kadar derinlikte duran bisikleti almak için hemen soyunup beyaz donumla suya atlamıştım. Bisiklete doğru dibe yüzerken bir metre çapındaki o lanet künk boru ağzı dikkatimi çekmişti. Bisikleti yakalayıp yukarı çıkarken tam o kürkün önünden geçtiğim sıra yanardağ lavları gibi patladı üzerime. Ağzımın, burnumun, kulaklarımın boka bulandığını, cafe sahibinin burada dalınır mı, lağım ağzı burası dediğini unutmam. Bisikleti kurtarmıştım ama kendimi bu pislikten nasıl kurtaracaktım. Kafamdan aşağı kova kova su döküyorlar ama bir türlü temizlenemiyordum. Üstelik kahramanlık yapalım derken artık beyaz olmayan boklu donumla kalakalmıştım. Ellerimi yıkayıp arabaya gazeteler sererek eve doğru gazlamıştım. Eve yakın park yeri doluydu ve ben donumla yalın ayak, yarı çıplak vaziyetteydim. Yapacak birşey yoktu, gömleğimi belime sarıp bir koşu evin kapısını çaldım. Temizlik hastası çatlak karımı gelde anlat. Üstelik büyük oğlum Mert bana sarılamadığı için ağlıyor. Karım beni o halimle daire kapısının önünde bekletiyor ne yapacağını şaşırmış olarak. Apartman merdiveninden aşağıya inen kadınlar tuğaf tuğaf bakıp sonrada basıyorlar kahkahayı. Neyse, holdeki kilimin yanına konan eski gazetelere basarak kendimi banyoya atıyorum. Haydi bakalım şimdide kazanlı banyo sobasının yanıp suyu ısıtmasını beklemem gerekiyor. Soğuk suyu dökünerek şu senin cennet dediğin boğaza nasıl insan bokunu atar onu düşünüyorum.
Hayrola Cafe’nin Huber Köşkü tarafına her yürüyüşümde hala gider o künk den pislik pompalanmasını beklerim. Düzelen hiç bir şey yoktur. Boğaz’da arıtma falan hak getire anlayacağım. Yirmi milyon insanı aynı şehirde toplarsan, işte böyle lağımını o güzelim denizlere döker, bokuyla oynatırsın adamı.
Aynadaki iyimser ruhum, aslında senin gibi olmayı inan ki çok isterim. Haydi gel Yeniköy’den motora binip Beykoz’a kelle paça çorbası içmeye gidelim.
E.Yaşar OVALI 29/01/2017
YORUMLAR
Doğma büyüme İstanbullu olarak, yazınızı okurken çok üzüldüm. Tespitleriniz çok doğru ve çaresizliğinize ben de katılıyorum. Tabiatta insandan büyük tehlike yok, ve güzel olan herşeye odaklı cani ruhumuzla maalesef etrafımızda güzel bırakmamak gibi bir yarışa girdik. Sahil boylarına gökdelenleri yığıp halkın bir nefeslik deniz manzarasına bent vurmaktan tutup, yeşili eski resimlere hapsetmekten çıkın. Şimdilerde hepimiz için aynı değilmidir durum:? eski istanbula hayran hayran bakıp keşke demiyormuyuz? keşke bizler de annelerimizin zamanında yaşasaydık ta teknoloji denen o karanlık medeniyete hapsolmasaydık.
Yaramıza dokunan yazınızı okurken hem düşünüp hem üzüldüm, tebessüm ettirebilmeniz de sizin ustalığınızdı. Varolunuz efendim.
poeme_şiir tarafından 1/29/2017 8:26:00 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Haklısınız ben de o eski istanbul'u hatta köprünün
olmadığı vapurlarla Boğaz'ı geçtiğimiz, Galata Köprüsünde
balık yediğimiz ( İthal değil, yerli balık) günleri özlüyorum.
Teşekkür eder saygılar sunarım
:) :) :) Kahraman komutanım benim. Her hâlükârda kahramanlık yakışıyor sana. Hem güldürdün, hem düşündürdün bu İstanbul hakkında. Girişte düzdüğün şikayetleri ikinci paragrafta düzeltmemiş olsaydın vallahi aklımdan benzeri şeyleri yazmak geçmişti. Kalemin dam olsun... Saygıyla
NOT: Mesaj kutusuna yazdıklarımı okuman ricasıyla
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Umudun ve direncin yorgun anası
Ve ey çıldırmak üzere olmanın
Çamurlu ikonası
Tırnaklarım kopuyor
Görmüyor musun
Bir ben miyim kapıları şaşıran
Her yokuşun başında
Bir ben miyim ekmek arasına
Canını doğrayıp-doğrayıp yutan
Bir kedi bile sağarken yüreğini
Telaş içinde yavrusuna
Ey acımasız acuze
Utan şu türbelerinden
Minarelerinden utan
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Savaşın ve bozgunların gariban çiçeği
Ve ey teslimiyete düşmenin
O hazin gerçeği
Bayraklarım kanıyor
Sormuyor musun
Yusuf Hayaloğlu
Saygılar...