- 1094 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİRAZ SESSİZLİK LÜTFEN..!
Sessiz oturabilir miyiz seninle,
Aramızda yaprakların hışırtısından
ve ceylanların hayata çıkışından
başka bir şey olmadan
Beni sessiz de sevebilir misin?
yağmur almış toprağı
ve üşüyen kainatı dinlerken
araya dünya sözleri karışmadan…
***
(Kemal Sayar)
Sessiz bir çığlıktır bazen, en derin duyguları insanın. Sevmesi sükûta bürünür de sükûtu çığlığa dönüşür. Ama sessiz, ama sözsüz, ama dilsiz… Hani der ya Hazreti Mevlana ; “Sana Dilsiz dudaksız sözler söyleyeceğim, bütün kulaklardan gizli bütün dudaklardan saklı sözlerden bahsedeceğim. Ama bunu sana herkesin içinde söyleyeceğim. Senden başka kimse duymayacak senden başka kimse anlamayacak.
‘Sevmek budur işte!’ diyesi geliyor insanın. Belki de budur sevmek. Dilsiz dudaksız konuşmak… Kelimelerin inciliğine halel getirmemek, pırlantayı incitmemek için sessizliğe ihtiyacımız var. Hep dili mi konuşur insanın? İşiten hep kulak mıdır?
Gönül de konuşur dilden habersiz ve dinler yeri geldiğinde kulaklardan habersiz. Ne güzel döküvermiş gönlünden akanları şiire Kemal Sayar; “Beni sessiz de sevebilir misin, araya dünya sözleri karışmadan…” Ne kadar içten ve samimi. Ve dünyanın töhmetliğinden, küreselleşmenin sıkıcılığından, teknolojinin hızından sıkılmış bir ruh hali; “ araya dünya sözleri karışmadan…” hatta bir önceki dörtlükte bu dünya sözleri yerine neyin olabileceğini, neyi istediğini dile getiriyor; “aramızda yaprakların hışırtısından ve ceylanların hayata çıkışından, başka bir ses olmadan…”
Közde çay, şehirden uzak bir yer, yaprak hışırtısı ve kuşların cıvıltısı eşliğinde ve varsa bir gönül insanı ile kurulacak gönül muhabbeti… Ama kâl dili ile değil, hal dili ile… Dil ile değil gönül ile göz ile…
Aşkın ve gönlün kedilerine özgü muhabbetleri vardır. Sevenler ve sevmeyi bilenler anlar bunu. Zira aşkın konuşmaya ihtiyacı yoktur.
“Seven sevdiğinde fani olmalı.” Dökmeli tüm varlığı sıyrılmalı kendinden. Kendince olandan vazgeçmeyi bilmeli. Sevdiğinde yanmayı yeri geldiğinde kül olmayı bilmeli.
‘Dünyaya gelmek saldırıya uğramaktır’ dese de şair, dünyaya gelmek sevmeyi öğrenmektir. Saldırıya uğramak olmasaydı belki de sevmek olmazdı. Istırap olmasaydı hayatta, hep gülmek olsaydı kainatta, ihtimal sevginin kıymeti bilinmeyecekti. Acımak, kol kanat germek olmayacaktı. Ağlamak olmayacaktı mesela. Ağlamak olmayınca da gülmenin kıymeti de olmayacaktı. Zira bir tebessümün kıymetini ömrü ıstırapla geçen bilir. Bir dakikanın kıymetini sevdiğini kaybeden bilir. Yani diyeceğim o ki, bir şeylerin zıddı olmasaydı o şeyin kıymeti anlaşılmayacaktı. ‘Hayatın kanunu bu!’ deyip susuyoruz işte. Zira düzen var alemde! Ama ne güzel kurulmuş bu düzen…
Yaratıcı da sevginin kıymetine dikkat çekmiş, yaratılmışları sırf bu yüzden var etmiştir. “Yere göğe sığmadım da inanmış kulumun kalbine sığdım.” diyen Yaradan, sevginin mucizeliğine ve yüceliğine böyle dikkat çekiyor. Sevmek olgusu sığmıyor kainata aslında. Seven sevdiğini sığdırır da kalbine lakin sevmek eylemine bürünmüş seven sığmaz aleme.
Dile getiremez kendi aleminde kopan fırtınaları. İşte o yüzden susar. Sadece sevme eyleminde bulunan değil, bu dünyada bir gün anlaşılmadığının girdabına düşen herkes bunu anlayacaktır. Ve belki o gün Konfüçyüs’ün dediği gibi diyecektir; “ Elimden gelse hiç konuşmazdım…”
Mürsel DEMİR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.