- 965 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Mavi Kurşun Kalem -2-
Birinci sınıflar böylece üç şube olduk. Günlerim verimli ve neşeli bir biçimde geçiyordu. Benim küçük afacanlarım artık iyice okullu olmuşlardı. Okulun önünde uyarılarıma gerek kalmadan düzgün bir biçimde sıra bile oluyorlardı.
Ara ara müdürümüzü ziyaret eder, daha çok okulculuk çalışmaları hakkında fikir alış-verişi yaparız. Bu kez bir ders saatinde hizmetlinin daveti üzerine müdürün odasına gittim. İki kadın, zümre arkadaşlarım oradalardı. Yüz hatlarının gayet resmi oluşundan havanın pek güzel olmadığı anlaşılıyordu. Genç arkadaşım söze başladı;
“Müdür bey, İbrahim Beyle bir sorunum yok. Sınıfıma gönderdiği öğrenciler hem davranışsal hem de akademik açıdan gayet yeterli düzeydeler. Yasemin Hanımdan gelen öğrencileri sınıfıma gelip bir görmenizi isterim. Aralarında, daha doğru dürüst kalem tutmasını becerenler çok az…” Yasemin Hanımdan ses çıkmıyordu! Söz alarak:
“En adil biçimde öğrencilerimi bölerek arkadaşımın sınıfına gönderdim...” Dedim ve sınıfıma dönmek üzere dışarı çıktım. Durum hoş bir vaziyet arz etmiyordu! Genç arkadaşım da arkamdan geldi. Üzgün ve ağlamaklı bir sesle:
“Öğretmenim, verin elinizi öpeyim. Sizinle bir sorunum yok… Karşılaştığım haksızlığı anladığınız hemen dışarı çıkmanızdan belli zaten. Yasemin Hanım, sınıfının en yoksul, durumlarını beğenmediği öğrencilerini göndermiş sınıfıma…” Ne diyebilirdim. İşin bu kadar ayağa düşeceğini tahmin edemezdim. Empati yaparak öğretmen arkadaşa, içinde en ufak bir kuşku bırakmayacak gerçekçilikle öğrenci göndermiştim. Camiamızda böylesi basit hesaplar içinde olan meslektaşlarımla karşılaşmanın dayanılmaz acılarını çok yaşadım. Gönlümdeki öğretmenlik bu değil elbet…
“Size, her konuda bir yardım durumum gerekirse, hazırım” diyerek sınıfıma girdim.
Okulumuzda, kafası hiç rahat olmadı genç arkadaşımın. Okula, sürekli üzgün ve moralsiz gelişini gözlemledim aylarca…
Okulu, sınıfları dışarıdan görenler; “Aman ne olacak öğretmenler küçük çocuklarla uğraşıyorlar! Bol bol resim yaptırıyorlar… İşleri çok kolay!” Benzeri düşüncelere kapılırlar. Az gelişmiş ülke yurttaşlarında böylesi sığ görüşleri taşıyanların sayısı ülkemizde de az değil. Oysa okul ortamında küçük görülen sorunlar adilane bir biçimde çözülmese; öğretmenin, hem öğrenciler nezdinde hem de veli gözünde saygınlığı yara alır.
Bir teneffüs dönüşü sınıfa girdim. Benim Kemal’imle Hasan’ım bir mavi kurşun kaleme sarılmışlar. İkisi de kalemi arkadaşının avucundan koparıp sahip olmak istiyor. Kaşlar gergin yüzleri kulaklarının yumuşaklarına kadar kızarmış. Neyse. Kaleme zorla da olsa ben sahip oldum. Kavgacı beyleri lavaboya götürüp yüzlerini yıkattım. Soğuk su benim kızgın miniklerimi sakinleştirdi.
Sınıfa dönüp soruşturmaya başladım. İkisi de kalemin kendisinin olduğunu söylüyor. Hasan’ın annesi okulumuzda kadrosuz hizmetli Zeliha Hanım. Zeliha hanım, kendi anlatımıyla varsıl bir ailenin “saygın gelini” genç bir kadın. Amacım sorunu öğrencilerin önünde hiçbir itiraza mahal kalmayacak biçimde sonuçlandırmak. Ve yaparak-yaşayarak Hayat Bilgisi dersi işlemek.
Hasan’ı, annesini sınıfa çağırmaya gönderdim. Hasan’ın dördüncü sınıfta okuyan bir ablası var. Dördüncü sınıf öğretmeni arkadaşım Reyhan Hanım daha sene başında, “İbrahim Bey, senin Hasan’ın ablası benim sınıfımda. Anneleri çocuklarının süper zeki çocuklar olduğunu iddia ediyor. Bilmeni isterim demişti!”
Zeliha Hanım sınıfıma bir hışımla girdi. Peh! Peh! Kızgın bir yüzle, ses tonunu artırarak:
“ O mavi kalem benim çocuğumundur!”
Öğrencilerimin kalem kutularında her zaman birkaç renk kurşun kalem taşıyorlardı.
“Zeliha Hanım ben size kalemin rengini sormuyorum. Paylaşılamayan kalemin mavi renkte olduğunu oğlunuz söyleyebilirdi.” Sözlerini bir çırpıda söyledim. Hizmetli arkadaşımız her konuşmasında işini küçümseyen bir yapısı vardı.
“Hocam, sen beni yalancılıkla itham ediyorsun” diyerek geldiği gibi sınıfı terk etti. Öp babanın elini.
Bir kalem deyip geçilmiyor. Artık velilerimizin telefonu elimizin altında. Teneffüste Kemal’in annesini, Ayşe hanımı okula davet ettim. Velim kısa sürede sınıfıma kadar geldi. Durumu anlattım. Ayşe Hanım:
“Evet, hocam bu kalem benim çocuğuma ait değil. Biliyorum ben, kırtasiyeden aldığım kalenin biçimini…” Sorun çözülmüştü artık.
Ayşe hanıma teşekkür edip evine yolcu ettim. Bu kez mavi kurşun kalemi elime alıp Zeliha Hanıma kadar bizzat gittim. Amacım başımızdan geçen olayın öyküsünü güzelce sonlandırmaktı. Zeliha Hanım bana kızgın. Sakinleştirmek mümkün olmadı.
“ Çocuğumu sizin sınıftan alıp yeni gelen arkadaşın sınıfına vereceğim. Siz bana inanmadınız.”
“Etme Zeliha Hanım, Kemal ve diğer öğrencilerim olayın etraflıca soruşturulduğunu görsün diye Kemal’in annesini sınıfa davet ettim…”
Bir olumlu sonuca ulaşamadım. Ertesi gün müdür yardımcısı arkadaş; “ hizmetli hanımın çocuğunu yeni gelen arkadaşın sınıfına alsak sizce uygun mu?” Diyerek benden görüş aldı. Ne diyeceğim. “Olur” dedim. Böylece Hasan sınıfıma veda etti! Hayat Bilgisini uygulamalı yapmanın böylesine sonuçları da oluyordu. Olmasaydı iyiydi. Bir durum olacaksa oluyor. Olsun bakalım zaman neler gösterecekti…
Aradan fazla zaman geçmedi. Benim elimi öpme olgunluğunu gösteren genç zümre öğretmenim anlatmaya başlamış yeni edindiği arkadaşlarımıza:
“Çok başarılı öğretmenim. Zeliha Hanım bile çocuğunu benim sınıfıma getirdi.”
Bu çiğ laflar kulağıma geldi. Genç arkadaşımıza bire bir sadece şu sözü söyledim:
“Öğretmenim, sınıfları böldüğümüzde benden çok memnun kaldığınızı belirtmiştiniz! Hasan’ı sınıfınıza alırken; niçin böyle bir gereklilik oldu diye bana bir sorsaydınız!” Genç zümrem bir cevap vermedi. Sadece yanakları kızardı ve yere baktı.
Sınıfımla başarılı bir biçimde çalışmalarımı devam ettirdim. Zeliha Hanım yüzünü benden yana hiç çevirmedi. Bire bir denk geldiğimizde selam versem bile selamlarım havada kaldı. Dördüncü sınıfa geldiğimiz zaman Gül Hanım arkadaşımızın daha merkezi ve evine yakın bir okula tayin yaptırmış olduğunu gördük. Onun yerine oldukça genç bir kadın öğretmen arkadaş yeni zümremiz oldu.
Günler su gibi akıp gidiyor. Gül Hanımın sınıfını alan yeni zümre arkadaşımız Nergis Hanım, sınıfının durumunu hiç beğenmediğini açık açık her yerde söylemeye başladı. Sık sık yanıma gelir:
“İbrahim Bey, öğrencilerin durumu bildiğiniz gibi değil. Düzgünce defter tutanların sayısı çok az. Hele içlerinde sözümü dinlemeyenler bile var. Sınıfta düzenli ve verimli bir biçimde ders yapmak için disiplin sağlamakta çok zorlanıyorum.”
Nergis hanım yaşadığı sıkıntıları anlatmaya, bir yerde deşarj olmaya ihtiyaç duyan mini minnacık bir hanımefendiydi. Arada söz alarak:
“Öğretmenim, olan olmuş bir kere. Gül Hanım yeni bir okula atanmış. Kendisi yok yanımızda. Ne konuşulsa boş. En azından sınıfınızın akademik durumunu idareci arkadaşların nezaretinde belgelersiniz. Teftişe gelen müfettişe durumu arz edip, hakkınızda başarısız rapor almaktan kendinizi kurtarmış olursunuz…” Başka da ne diyebilirdim!
Meslekte otuzlu yıllarımı yaşıyorum. Velilerimle, okul idaresiyle örnek bir uyum içinde çalışmalarıma devam ediyorum. Kalıcı ve ses getirici başarı sağlamanın büyülü bir formülü var. Okul idaresi, öğretmen ve veli üçlüsü uyum içinde çalışırsa herkesi mutlu eden neticeler alınır. Velilerim bana saygısı üst düzeyde. Öğrencilerime dershanelerden daha az masraflı yetiştirme kursları açıyorum. İl çapında uygulanan seviye tespit sınavında öğrencilerim okuldaki üç şube öğrencileri sıralamasında ilk yedi sırayı aldılar. İdare memnun, veli memnun, ben de haliyle memnunum gidişattan.
Çocuğunu benden alıp karşı sınıfa veren hizmetli kadın arkadaşımız yaptığına bin pişman. Çocuğu, bulunduğu sınıfta Nergis Hanımı en çok üzen öğrencisi...
İki yıldan beri normal öğretim yapıyoruz. Bir öğle teneffüsünde nöbetçi arkadaş Bingül Hanım öğretmen odasına geldi. Nergis Hanıma yöneldi. Kulağına sessizce bir şeyler söyledi. Nergis Hanım, koptu. Kıvırcık saçları iyice kabardı… Bağırarak söylenmeye başladı:
“Nedir bu çocuktan çekeceğim! Hasan, sınıfta kalan birkaç kız arkadaşının da yanında sınıfta işemiş!”
Nergis Hanım, çabucak sınıfına giderken ben düşünüyordum. İç sesim; veli öğretmene güvenmezse kendi çocuğuna en büyük kötülüğü yapar. Hasan’ı ben okutsaydım ve daha otuz yaşlarındaki genç anne öğretmenlikte şakaklarımdaki aklaşmış saçlarıma saygı duysaydı sevgili Hasan’ımız sınıfımın normal bir öğrencisi olurdu. Kabahat düzeyinde davranışları kesinlikle sergilemezdi…
YORUMLAR
Doyulur mu Doyulur mu?
Canana Kıyılır m?ı
Cananına Kıyanlar
Hakkın Kulu Sayılır mı?
Neşet Ertaş'ın türküsünde dediği gibi öğretmen ve öğrenci anılarına doyulur mu?Kalemine sağlık İbrahim bey.Saygılar.
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe saygımla esenlikler...
Evet kiymetli ögretmenimiz, siz ogretmenlerimiz maalesef ogrenci sorunlari,veli sorunlari meslektas kaprisleri ile dönem dönem neler yssiyorsunuz. Mavi kalem yasanmis bir olay. Evet haklari ödenmez ögretmenlerimizin.Hasan gibi ögrenciler her donem cikabilir. Sabirla topluma kazandirmak gerekiyor keske sinifinixda kalsaymis efendim...
Saygilarimi biraktim...
İBRAHİM YILMAZ
Sizin gibi insanları, insanımızı ve bu güzel ülkeyi seven insanlar anladı beni.
Benim halkım için, ülkemin kalkınıp Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmek adına ne büyük emellerim olduğunu, emellerimi gerçekleştirmek adına fiilen ve de şimdi de yaşadıklarımdan yola çıkarak yazın dünyasına girip yazılar yazmaya çalıştığımı sizler gibi soylu ruhlu insanlar anlıyor. Bazı dost sandığım kalemşorlar beni politika yapmakla, solculukla suçluyor. Olsun. fikirlere katılmazsam bile saygı duyarım...
Memleketimi ve halkımı seviyorum. Kısaca bu ülke Atatürk gibi düşünenlerce yükselir. Başka da sözüm yok.
Emeğinize saygıyla, esenlikler...