Silahtan Tehlikeli Güç:BİLGİ ve Oryantalizm
SİLAHTAN TEHLİKELİ GÜÇ: BİLGİ VE ORYANTALİZM
Oryantalizm kelime manası olarak Doğu ülkelerinin din, dil, tarih, edebiyat ve medeniyetlerini inceleyen, onları dünyaya tanıtan akım veya ilim dalıdır. Bu işle meşgul olanlara ise ‘oryantalist’ veya ‘müsteşrik’ denir. İlk bakışta göze gayet masum hatta faydalı gibi görünen bu akımın arka planı acaba neyi barındırıyordu? Bize bu sorunun cevabını en iyi şekilde 1978 yılında neşrettiği ‘Oryantalizm’ isimli kitapta Edward Said veriyor. Edward Said bu akımı kitabında tek bir cümle ile özetliyor. “ Oryantalizm gerçek Doğuyu değil şarkiyyatçıların görmek istedikleri doğuyu aksettirir.” Yani amaçları bir nevi ortada Batıdan başka bir şey bırakmamaktır.
XV. yüzyıl Batılılar için bir dönüm noktasını teşkil eder. İstanbul’u da kaybeden Batı dünyası siyasî arenada perde arkasına çekilip kendisini tamamen ilmî araştırmalara adadı. Antik Yunan’dan birçok eser ve İncili tercüme ettiler. Matbaanın da yaygınlaşması aradıkları muhiti oluşturdu ve tercüme edilen bu eserler az maliyetle kısa sürede halka ulaştı. Diğer taraftan İstanbul’un fethiyle yükselme çağına giren Osmanlı Batı için tehdit durumundaydı ve gücünü hissettirmişti. Bu Batının mizacında bulunan, vazgeçilmezi, yegane gayesi olan ‘sömürge’ anlayışı ile ters düşüyordu. Bir şekilde bu mesele ortadan kalkmalıydı. Bu sebepten ötürü Osmanlı kültürünün haliyle İslam’ın yakından araştırılması gerektiğinin farkına vardılar. Şuurlu bir şekilde yaklaşık iki asır boyunca kendini bilgiye adayan Batı XVII. yüzyıla gelindiğinde kendi sınırlarını bile zorlayacak derecede bilgiye doymuş ve artık bu bilgileri kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde bünyesinden çıkartma ihtiyacını hissetmiştir. Artık güç Batının eline geçmişti. Silahtan tehlikeli güç: Bilgi…
Elinde bu kadar gücü bulunduran Batı elbette bunları Doğunun lehine kullanmayacaktı. Böyle bir şey beklemek muhal üstü muhal olurdu. Çünkü Batının fıtratında kendinden başkasını düşünmek yoktur. Bu geçmişte de böyleydi günümüzde de böyledir. Peki elindeki bu gücü ne yaptı? Elindeki bu gücü Doğuyu yeniden, kendi istedikleri gibi inşâ etmek için kullandılar ve bunu öyle nizamî öyle başarılı yaptılar ki hedeflerine giderken kendi münevverlerinin yanında bizim münevverlerimizi de bu işe memur kıldılar. Batı artık planına emin adımlarla ilerliyor, silahlarla ve savaşlarla tanzim edemediği Osmanlı’yı ( ki Osmanlı demek Doğu demek İslam demek ) elindeki bilgi ile tanzim etmek istiyordu. Çünkü Doğunun ham madde kaynakları pazar ve insan gücü Batının rüyalarını süslüyor ve aklını başından alıyordu. Aradaki gücü kaldırsa hepsine bir bir ulaşma imkanı vardı. Bunu yapabilmesi için ilk merhale insanı değiştirmekti ve sonra sırasıyla dilini, dinini, kültürünü, edebiyatını kendi istediği şekle sokmak için uğraşacaktı. Kendi istediği şekle çünkü zaten fikir dünyasında kendinden başka bir şey yoktu ve herkes kendi gibi düşünmek kendi gibi davranmak kendi gibi sanat yapmak kendi gibi inanmak zorundaydı. Doğunun varlığını kabul edemiyordu. Batının gözünde Doğu gericiydi, Doğu gelişemezdi, Doğunun Tanrı inancı kuvvetliydi ve bu onların her zaman geri kalmasına sebep olacaktı ve yine bunlardan kurtulmanın yegane yolu olarak Batıya yönelmeyi, Batının her zaman üstün olduğunu kabul etmeyi, din taassubundan uzaklaşılması gerektiğini söylüyorlardı. Bu gerek İstanbul’daki yerli ve yabancı okullarda okuyan gerek Paris’e eğitim maksadıyla giden talebelere şedid bir şekilde aşılanıyordu. Paris’e eğitime giden insanımız adeta dininden, ülkesinden, kültüründen nefret eder hale geliyorlardı. Kuşkusuz bunun en belirgin misallerinden bir tanesi Yahya Kemal olmuştur. “ Hasılı çocukluğumun muhiti uhrevî bir alemdi. Muhit ahret havasıyla doluydu. İlk sofuluğum, on üç yaşımda annemin ölümüyle başladı. Îsâ Bey Camiinde annemin ruhuna hemen her akşam Yasin okumaya başladım. Müslümanlık âlemine o kapıdan girdim diyebilirim” diyen Yahya Kemal liseyi okumak için İstanbul’a gitmiş ve devrindeki bütün arkadaşlarını gibi Paris sevdasına düşmüş, adeta İstanbul’dan kaçmıştır. Paris’te ise “ İstanbul’dan çıkarken zaten kafamda şedid bir aksülamel vardı. Paris’te dinsizliğim arttı” diyebilmiştir.
İşte bu menfur akım bu kadar tesirli hareket etmiş ve sadece Yahya Kemali değil dönemin hatta günümüzün bütün insanlarını az çok etkilemiştir. Yahya Kemal ileri zamanlarda okuduğu tarih kitapları sayesinde millî şuurunu tekrar kazanmış ve bu akımdan az zarar görerek kurtulmuştur. Fakat bu akımdan kendini kurtaramayanlar da hiç az değildir. Tevfik Fikret dinsiz, oğlu Haluk ise din değiştirerek rahip olmuştur. Namık Kemal’in kızı sırf şapka takabilmek için Amerika’ya kaçmıştır. Bu akım elbette ferdî olarak sınırlı kalmamış ictimaî sahaya da sıçramıştır. Bu akımdan etkilenen sanatçılarımız artık Batı tarzı eser yazıyor, Batıdan tercümeler yapıyordu. Bu sayede Batı bir nevi halkımıza nasıl yaşaması gerektiğinin mesajını veriyordu. Artık halk tıpkı Yahya Kemal’in düşündüğü gibi düşünüyor ve “kendi millî muhitimin cenderesinden kurtulmak, Tevfik Fikret’in şiirlerinde, Halit Ziya’nın nesrinde ve bu iki müteceddidin peşine takılmış gençlerin eserlerinde, Fransızca’dan tercüme edilmiş romanlarda gördüğüm âleme atılmak istiyorum” diyordu. Halkın gözünde Batı artık el üstünde tutuluyordu. Batı artık kurtarıcı olmuştu ve Batı artık muassır medeniyetti. Haliyle bu da kendi içimizde bir eziklik, bir aşağılık duygusunun zuhûr etmesine sebebiyet verdi. Batı da bunu istiyordu, başardı fakat bununla da sınırlı kalmadı. Yukarıda Paris’te yetişen öğrencilerin vatanına, milletine adeta düşman olduğunu söylemiştik. Bu sayede Jön Türkler, İttihatçılar meydana çıktı ve siyasî arena da bu işten nasibini almıştı. Bu insanlar yanlış yapmazdı yapsalar da halk onları kahraman (!) olarak görürdü. Çünkü medya gücü de onların elindeydi. Kim olursa olsun birkaç tane güzel başlıkla kimse ne olduğunu anlayamıyordu. Misal verecek olursak bizi 93 harbine sokan, devleti güçsüzleştiren Midhad Paşa medya, gazete aracılığıyla kahraman gösterilirken, yine aynı basın sayesinde Abdülhamid gibi bir insan halka düşman olarak gösterildi. Bu yapılanlar günümüzde de halen devam etmekte. XIX. yüzyılda romanlarla, hikayelerle, tercüme eserlerle yapılan insanı değiştirme, kendilerine benzetme çabaları günümüzde teknolojinin de gelişmesiyle televizyonlarla, sinemalarla yapılmaya başlandı. Geçmişte Halit Ziya’nın nesrinde Tevfik Fikret’in şiirlerinde yaşanılan hayatı yaşamak isteyen halk artık günümüzde izlediği filmlerdeki dizilerdeki yaşamları kendisine model olarak alıyor, ona uygun davranmaya çalışıyor. Geçmişte bir defaya mahsus yapılıp bırakılan bir şey değil. Günümüzde de istediklerini yazdıracakları gazetecilere, gazetelere, istediklerini söyleyebilecekleri kanallara, üst düzey bürokratlara, daha kötüsü dinî konular üzerine konuşturacakları adamları var ve bunlar Türk pasaportu taşıyor. 15 Temmuzda içimizdekilerle bize darbe yapanlarla 27 Nisanda Abdülhamid’e darbe yapanlar arasında pek fark yok ve arkalarında kimin durduğu ise gayet aşikar. Yine günümüzde benim dinim İslam diyen, kendini Müslüman olarak tanıtan vahşî, ahlaksız İslamla uzaktan yakından alakası olmayan kişilerin ipleri de Batının elinde. Kendi İslam senaryosunu yazıp oynatıyorlar. Bu sayede kötü bir İslam algısı oluşturup insanımızı, hatta bütün insanları dinden soğutmayı planlıyorlar. Bunun temelinde yine bizi ortadan kaldırmak var. Tek bir misal verecek olursak bizim dinimizde ‘şehitlik’ diye bir mertebe var ki insan hayalini kurunca bile ne yapacağını şaşırıyor adeta şehit olabilmek için dua ediyor. Batı bu halet-i ruhiyyeye sahip olan bir milleti ne yaparsa yapsın korkutamayacağını biliyor ve daha önemlisi korkmayan bir milleti sömüremeyeceğinin farkında. Bu yüzden din üzerinde müteferrik oyunlar kuruyor.
Sözü toparlayacak olursak Batının üzerimizdeki emelleri asırlar önce ne ise bugün de aynı. Değişen bir şey varsa bugün kalem ve kelam kılıcın yerini almıştır. Biz de ona göre davranmalıyız. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun da dediği gibi “Bizim çocukları kitap okumak sıkar. O yüzden fikrî tartışmalarda biraz zayıf kalırlar ama kavga var dersen, Ayrancı’dan Kızılay’a koşa koşa gelirler.” Bunun Batı da farkında ve ona göre davranıyor. Artık savaşırken elindeki kılıcı bıraktı ve zayıf olduğumuz yerden vurmaya çalışıyor. Geçmişimizi, kültürümüzü, dinimizi unutturmaya çalışıyorlar. Çünkü bizi biz yapan şeyler bunlar ve bunlara sahip olursak karşımızda kimse duramaz. Sözüm o ki kurtuluş ne Batıda ne başka yerde kurtuluş tamamen köklerimizde…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.