- 1016 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SEVEN KISKANIR GÜZELİM
Pendik Lisesi’ndeki, O’nlu günler, hayatımın en güzel günleri olarak geçmeye devam ediyordu. Okulun en tanınmış ,örnek ikilisi olmuştuk. Hem çalışkanlığımız, hem de saygılı ve dürüst oluşumuz, herkes tarafından takdir ediliyordu.
Çok da samimiydik artık. Ders harici sohbetlerimiz ve hatta şakalaştığımız bile oluyordu. Her derste mutlaka ikimizin parmakları havada oluyor, işlediğimiz dersi ilk anlatan mutlaka ikimizden biri oluyordu.
Bir tek eksiğim vardı benim : Aslında o da benim için en önemli olan şeydi. Bir türlü ona aşkımdan söz edemiyordum. Oysa o sürekli ağzımı arıyor, benden o konuda bir açıklama, bir itiraf bekliyordu. Bense ona sadece, adının geçtiği şarkılardan söz edebiliyordum. (Ben gamlı hazan, Bir Bahar akşamı vb.)
Okul ve sınıf gezileri, mutluluğun doruk noktasını yaşadığım günler oluyordu. Özellikle Emirgan ve Beşiktaş Yıldız Parkı’na gittiğimiz gün, mutluluk sarhoşu olmuştum. Arkadaşlarıyla birlikte boy boy resimlerini çekmiştim. Ne de güzel gülümsüyordu poz verirken, canım sevdiğim benim ! Eğer teklif edebilseydim, belki tek başına da poz verebilirdi ama bir türlü teklif edecek cesareti kendimde bulamadım. Çok beğendiğini söylediği resimleri verirken, aynı resimlerden birer tane de kendime sakladığımı, hatta bir tanesini fotoğrafçıya onun daha fazla görünecek şekilde yaptırdığımı elbette söyleyemezdim. Geceleri ders çalıştığım masamı, onun bu resimleri süslemeye başlamıştı artık. Sürekli benimleydi, sabahlara kadar ders çalıştığım , masa arkadaşımdı.
Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği, Liseler Arası Ses Yarışması’na da birlikte gittik. Sezen Aksu, Erol Evgin, Nükhet Duru , Neco ve Bülent Ersoy’un ( erkek hali ile ) konuk sanatçı ve jüri üyesi olarak katıldığı günde herkes çok eğlendi. O da müzik eşliğinde durduğu yerde sağa sola dönerek eğleniyordu. Ben az arkasında onu seyrediyor, yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordum. Yanındaki yabancı bir öğrencinin bu sağa sola dönüşlerde ona değdiğini fark ettiğimde kıskançlık krizim tuttu. Çocuğa çatmamak için kendimi çok zor tuttum. ’ Sana ne , sen kim oluyorsun ?’ demesinden korktum. Fakat suratımın o korkunç halini çoktan fark etmiş olacak ki , giderken otobüste ;
’ Herkes eğleniyorken sen ne diye somurtup durdun ? ’ diye sordu. Onu çok sevdiğimi, sevdiğim için de kıskandığımı yüzüne karşı itiraf etmeyi ne kadar istesem de, tabii ki yapamadım.
’ Hiiiç, bir şey yok. Başım biraz ağrıyor da ’ , demekle geçiştirdim.
Asıl bomba ertesi gün okulda patlayacaktı. Teneffüste kızlar sınıfta toplanmış, ellerindeki bir resme hayran hayran bakıyorlardı. Bir ara o resmi öptüklerini de fark ettim. Bülent Ersoy’a ait o resmi, O’nun da öptüğü izlenimi beni adeta delirtti. Hayatımın en kaba sözünü o anda ve en çok sevdiğim insanın olduğu yerde yapma şanssızlığım oldu benim.
’ O , erkek bile değil ; karı be ! ’
Bu söz, benim hayatımın o andan sonrasının kaatili olmuştu. O günden sonrası asla bir önceki gün gibi olmayacaktı artık. Kendimi öylesine kaybetmişim ki, sinemacılık mesleğimden dolayı çantamda bulunan bir sinema afişindeki Cüneyt Arkın’ın resmini açıp,
’ Erkek dediğin işte böyle olur ! ’ gibi abes bir sözle kabalığıma devam ettim. Öyle bir bakışı vardı ki ; gözleriyle dövdü hatta öldürdü beni. Fakat bal gibi haklıydı.
Ertesi gün boş geçen Beden dersinde spor salonunda ders çalışırken, o günü unutmuş gibi lâf atmaya kalktım. Çok kızıp, tersledi beni :
’ Fikret ! Sen biraz fazla oldun galiba ! Görmüyor musun ; ders çalışıyorum burada ! ’
O, hep böyleydi. Her fırsatta ders çalışırdı. Yanımda arkadaşım kerim vardı.
’ Yürü oğlum gidelim şuradan ! Ne buluyorsun şu kendini beğenmiş kızda ? ’
’ Seviyorum be Kerim, seviyorum ! ’
’ Hay senin sevgine ! ’
Aynı gün , bizim sınıfta yapılan kol toplantısında O’nun sırasına oturdum. Sıradaki adını karalayıp ,’ Yoksun artık !’ yazdım. Kazınıyordum bas bayağı. Sonraki derste o yazıyı görünce küplere bindi. Benim yaptığımı bal gibi anladığı halde, sıra arkadaşım Kemâl’in ağzını aramaya başladı. Ben itiraf etmek zorunda kaldım. Sudan bahanelerle geçiştirmeye çalıştım ama nafile.
Artık bas bayağı dargındık. Onunla değil, sadece resimleriye konuşmaya başladım. Çalıştığım derslerden hiç bir şey anlayamaz hale geldim. Sınıftaki yerimi değiştirip arka sıralardan birine taşındım. Sınıfın en tembel, en ilgisiz öğrencisi haline düştüm. Notlarım da düşmeye başladı.
Sonunda, sabahları votkalı bira içerek okula gelecek kadar sapıttım. Sınıfta uyuklamaya başladım. Geçmiş güzel günlerimin hatırına, öğretmenlerim o kötü halime bile göz yumdular.
Geceleri O’na şiirler yazmaya başladım. O şiirlerden bir kaç tanesini bendeki resimlerinin arkasına yazıp, getirip ona verdim. Bir tanesini İngilizce’ye çevirip öyle yazdım ( Elveda Çiçeğim ,Yoksun Artık, Öğret bana sevdiğim..) Bunlardan biri intiharı çağrıştırıyordu ve ben bir gün sınıfta intiharı denedim. Evde bulduğum ilaçların bir şişesini sınıfta içtim. Ne biçim şanstır ki; etkisiz olanını seçmişim.
Bir gün yine içkili halimle uyukluyordum teneffüste,sınıfta. O, öğretmenin masasının üzerine oturmuş, belli etmeden beni seyrediyordu. Bu sırada sınıfın en gıcık kaptığım öğrencisi Sadi’nin, O’nun bacaklarına pis pis baktığını fark edince deliye döndüm. O anda saldırıp boğmak geldi içimden. Fakat yine aynı korku engel oldu bana : ’ Sen kim oluyorsun, sana ne ! ’ derse korkusu.
O da fark edip, aslında hiç de açık olmayan eteğini biraz daha çekiştirip masadan indi. Yerimden fırlayıp çantamı da kaptığım gibi tahtaya bir yumruk atıp ,
’ Lânet olsun ! Alın sizin olsun okulunuz ! ’ deyip çıkıp gittim. Bir süre de okula gelmedim.
Seviyordum O’nu. O, benim hayatımın en temiz, en güzel sayfasıydı. Kendimi O’na lâyık göremedim. O yüzden açılamadım ve arkadaşlığımı bile sürdüremedim. Arkadaş olarak bile O’na lâyık olamadım. Her zaman kıskandım. Sevdiğim için kıskandım. Seven kıskanır bence, kıskanmalı da...
Tam kırk yıl önce, o en kaba sözümle, aslında çok önemli bir gerçeği dile getirdiğimi kim bilebilirdi ki ? Bülent Ersoy , kendisi biliyor muydu acaba ?
Fikret T......
YORUMLAR
ilginçti. bence o söylediğiniz laf yüzünden kimse kırılmadı. ilk defa kendinizi ortaya koymuştunuz. o'nun bülent ersoy!a olan hayranlığını kabul etmek ya da etmemek değildi mesele belki. bir kez o'nu tanrıçalaştırmaktan vazgeçtiğiniz anda fark edildiniz gibime geliyor. samimi bir yazıydı, sevdim.
Fikret TEZEL
Evet...
Öyleydik o yıllarda.
Sevmeyi biliyorduk da demeyi bir türlü beceremiyorduk.
Oktay Akbal'ın dediği gibi "Önce ekmekler bozuldu" sonra sevmeler.
Sevmenin adı "çıkma" oldu. Çıkmadın adı. Beraber gezme, muhallebicinin adı "CAFE" oldu.
Güzel bir anıydı. Duygulanarak okudum.
Beni eskilere götürdün Fikret Dostum.
Teşekkürler...