- 700 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
BİR CUMHUR İLE YEMEKTE
BİR CUMHUR İLE YEMEKTE
1977 Yılının ortalarına doğruydu. Geçici görevle gidip dört buçuk ay görev yaptığımız Magosa Merkez Komutanlığı’ndan Girne Merkez Komutanlığı’na yeni dönmüştük. Personel subayı, beni ve yardımcım Astsb. İhya Timuçin’i bir emrin tebliği için yanına çağırıyordu. Yine ne vardı acaba? İnsan vukuatlı olunca her davet onu ürkütür ya hani...
Önce elimize üzerinde Cumhurbaşkanından olduğu yazılı, sosyetik bir zarf uzattılar. Bu bir yemek davetiyesiydi. İçinde Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin çıkarlarını koruyan dürüst davranışlarımız için Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın (…) tarihinde bizlerle Dome Otel’de akşam yemeği yiyeceği yazılıydı. Üzerindeki emir ise Barış Kuvvetleri Komutanı, baba dostu Org. Vahit Güneri’den gelmişti. Yemeğe harici elbiselerimizle katılıp fazla içki içmememiz ve siyasi konulara girmememizle ilgiliydi. Bu teşekkür yemeğine bir üsteğmen ile yaşlı başçavuşun davet edilmesi onu da şaşırtmıştı galiba.
O günün gelmesini heyecanla bekledik. O gün geldiğinde ise yarım saat önceden otelin giriş kapısında beklemekteydik. Denktaş otele bizden önce gelmişti ve yanındaki birkaç bakanı ile toplantı halinde idi. Saat 19.30 yazıyordu davetiyede. Henüz yarım saat vardı. Rahmetli İhya:
-Komutanım bizi işletiyor olabilirler mi? Bunu Şefik Astsb. yapabilir. Eğer öyleyse…
-Olamaz, dedim. Kolordu Komutanının emrini görmedin mi? Altında tebellüğ etsinler diye albayın da imzası vardı.
Biz kapıda bunları konuşurken birden karşımızda Denktaş belirdi. Yanında sadece emir subayı bir mücahit vardı. Unutamayacağım gülüşüyle yanımıza gelip İhya ile ben esas duruşta ve selam durmuşken kendisi gibi göbekli olan İhya’nın göbeğini okşayarak “Masanın yarısı senin, yarısı da benim. Bu sıska üsteğmen de aradan otlansın!” demez mi?
Ah Cumhurbaşkanım, gel de o sıskayı şimdi gör!
Korkunç bir tevazu, içten bir dostlukla, bir baba gibi, bir ağabey gibi, bir meyhaneye giren üç kafadar gibi Dome Otel’in dış kapısından ikimizin de kollarına girip ortamızda gülerek bizi diğer müşterilerin de oturduğu yemek salonuna soktu. İnsanların ayağa kalktıklarını bile hatırlamıyorum. Belki de kalkmamışlardır. Sevgi ve bağlılık ayağa kalkıp iki elini bacaklarına kaynak yaparak yapıştırmakla olmazdı çünkü. Masada sadece üçümüz vardık ve biz bu teşekkürün neden olduğunu bile bilmiyorduk.
Havadan, sudan konuşuldu. İstanbul’dan, Boğaz’dan Türk Sanat Müziğinden, en güzel peynirden, kavundan, Adana’nın kebaplarından bahsedildi. İhya o yıl yaş haddinden emekli olacaktı. Ona, “Gel, sana ev ve arazi vereyim, kal burada” dedi. Bana da “Emekli olduğunda sen de gel” demişti. Ama “Daha ohooo be kuzum!” diyen bir ilâveyle.
Sofrada her şey vardı sanki. Ben biraz ahtapot güveç ve karidesi fazlaca yiyince “Bak, üsteğmen hem bekâr hem de kendisine iyi bakıyor” diye latife yaptı. Üçümüz de buna beyaz şaraplarımızı kaldırarak güldük. Üstelik bu kadeh kaldırma teklifi 26 yaşında olan benden gelmişti. Cumhurbaşkanına “Hadi şerefe!” diyen genç bir subay...
Bir de azar işitmez miyim önümüze konan en nefis balıkları çatal, bıçakla yemeğe uğraşırken! “Hadi utanma, bakarsın bir Kıbrıslı kız ile evlenirsin. Şimdiden balığa çatal değmeyeceğini öğrensen iyi olur.”
Evet, hayatımda en saygı duyduğum insanlarından biriyle bir dost, bir arkadaşçasına samimi ve kalkmak istemediğim sofrada şarap içerek, balık yiyorduk. Sanki buradan kalkıp başka bir âleme daha gidecekmişiz gibi...
Neyse ki İhya, sorabilmek için kıvrandığım soruyu ikimizin ortasında oturan Denktaş’a sorabilmişti. Öyle ya, bu yemek neyin nesiydi? Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne bizim görevimizin dışında ne faydamız olmuş olabilirdi ki?
Geçici olarak gittiğimiz Magosa- Maraş’ta tam altı adet içi dolu gizli kasayı bularak Federe Devlet’e teslim etmiş, bu konuda hiçbir mükâfatı kabul etmeyeceğimizi bildirmiştik. Bu kasalardan biri Denktaş’ın bildiği, Türkleri ezerek çalıştırıp haklarını vermemiş, büyük bir firmaya aitti. Tasfiye memurları bu kasanın teslim edildiğini söylediklerinde çok mutlu olmuş ve bize ödül verilmesini istemişti. Ama biz askerdik ve hem görevimizi yapıp hem de ödül alamazdık. İşte bu sevinçle ikimizi yemek ziyafeti ile onurlandırmış, bana çocuklarıma övünerek nakledeceğim Cumhurbaşkanı ile yemek yeme şerefini vermişti.
Yemekten sonra bütün ısrarlarımıza karşın bizi Dome Otel’in ana giriş kapısına kadar uğurladı. Kapıda ayaküstü birkaç dakika daha konuştuk. Biz kendisine askerce selâm verirken o önce bana sarılıp öptü, sonra da İhya’ yı hem öptü hem de onun koca göbeğine dokunarak “Denktaş’ın sofrasından aç kalktım deme sakın!” diye gülerek espiri yaptı.
Teşekkürler, Sayın Cumhurbaşkanım. Türkiye’li ve Kıbrıs’lı Türkler, onlara yaptığın katkıları, çektiğin cefayı, kurtuluşlarının, hürriyetlerinin senin mücadeleci ruhunla, ölmez, söndürülemez azminle olduğunu asla unutmayacaklardır. Bayrak altındaki her doğum, her düğün, her ölüm, her cenaze töreni, şerefe kalkan her kadeh, ciğerlere dolan her hür soluk senin canını dişine takarak verdiğin unutulmaz mücadelenin özgür ve sonsuz ifadesidir. Saygıyla, sevgiyle gönüllerde yücel!
Yaşar OVALI
15.01.2012 İSTANBUL
YORUMLAR
kukurikuu
Hayatını Kıbrıs halkına adayan bu zeki ve mücadeleci insanın
kıymetini aslında anlayamadık. Eşinizin de asker olduğunu yazmışsınız.
Kim olduğunu merak ettim.
Saygılarımla
Devlet adamlığı böyle bir şeydir işte...
Kimini oturduğu makam doldurur.
Kimi de oturduğu makamı doldurur.
Selam ve Saygıyla.
kukurikuu
Anlamlı yorumunuza teşekkür ederim.
Saygılarımla
kukurikuu
Ne güzel bir iltifat, ne zarif ve sade sözler...
Sıhhatiniz nasıl? Zekeriyaköy 'ün havası umarım iyi geliyordur.
Saygı ve sevgilerimle
işte benim hemşerim bu..ne mutlu size efendim..her insanada nasip olmaz..kutlarım...gül diyarından selamlar
kukurikuu
Çok teşekkür ederim.