- 1198 Okunma
- 8 Yorum
- 4 Beğeni
YERDE YÜRÜYEN HAYVANLAR VE İKİ KANADIYLA UÇAN KUŞLAR SİZİN GİBİ ÜMMETTİRLER’’ ( KUR’AN-I KERİM- EN’AM SURESİ-38. AYET ) --- BİR HAYVANSEVERLİK ÖYKÜSÜ /FİLİZ TEYZE VENÜS, OBAMA VE PATİT--- 3. BÖLÜM.
YERDE YÜRÜYEN HAYVANLAR VE İKİ KANADIYLA UÇAN KUŞLAR SİZİN GİBİ ÜMMETTİRLER’’ ( KUR’AN-I KERİM- EN’AM SURESİ-38. AYET ) --- BİR HAYVANSEVERLİK ÖYKÜSÜ /FİLİZ TEYZE VENÜS, OBAMA VE PATİT--- 3. BÖLÜM.
Bu gün konumuza ‘’ Geçmişte Türklerde Hayvan hakları nasıldı?’’ Sorusunun cevabı ile devam edeceğim.
Türklerin İslamiyetten önceki dönemlerinde hayvan sevgisi nasıldı sorusunun cevabına en güzel cevap sanırım kullandıkları 12 Hayvanlı Türk Takvimi olacaktır. Bu takvimde her yıla bir hayvan adı verilirdi ki bu hayvanlar içinde horoz gibi evcil hayvan yanında domuz gibi -İslamiyetten sona- sevmediğimiz bir hayvan ve hatta ejderha gibi artık bilemediğimiz, sadece belgesellerden ‘’ Komodo Ejderi ‘’ diye tanıdığımız havyalar da vardı.
O yıllarda ölen bir kişinin atı da öldürülüp mezarına konarken Türkler atı öldürmez, sadece kuyruğundan bir parçayı keserek sahibinin mezarına gömerlerdi. Ayrıca ölen atlar ve bazı hayvanlar için hayvan mezarlıkları yapıldığı bilinmektedir’’
İslamiyetten sonra ise Türkler Kur’andaki bazı ayetlerin adlarının hayvan isimleriyle isimlendirilmiş olduğunu gördüler. Mesela Bakara (İnek), Nahl (Arı), Ankebut (Örümcek), Neml (Karınca) Gibi. Bu elbette ki boşuna değildi.
Ayrıca En’am suresinin 38. Ayeti çok açık bir şekilde şöyle diyordu: “Yerde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi sizin gibi bir ümmettirler.(topluluklardır). Biz bu kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak onlar toplanıp Rablerine gelirler.”
Dikkat edilecek olursa ‘’Ümmet’’ İfadesi insanlar için sadece Müslüman olanları ifade ederken hayvanlar için böyle bir ayırım da söz konusu değildir. Dahası etinden kılına, kemiklerine kadar her şeyi yasaklanmış olan domuz ( ki Kur’anda sadece etinin yasak olduğu belirtilmiş’’ hakkında da ‘’ Öldürün, yok edin, işkence edin’’ şeklinde bir ayet yoktur ve ayrıca İslami inançta ‘’Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır’’ inancı vardır.
İşte bu sebepledir ki Koskoca Kanuni, sarayın bahçesindeki ağaçları sarmış olan ve ağaçlara zarar veren karıncalar için bile şeyhülislam Zembilli Ali Cemali Efendiden fetva ister:
‘’Ağacı eğer sarmışsa karınca.
Günah var mı karıncayı kırınca?’’
Ali Cemali Efendi de aynen cevap verir bir beyitle:
‘’Yarın Hakkın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca’’
Yani ‘’ Hayır padişahım. Karıncayı öldüremezsin. Öldürürsen de bunun hesabını Allah’a verirsin’’ Demiştir.
Kanuni dönemi bilindiği gibi 16. Yüzyıldır ve 16. Yüzyılda Avrupa’ da mesela Paris’te her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığını ve halkın bugünü eğlencelerle bir festival havasında kutladıkları bilinen bir gerçektir. Yani Avrupa, ancak 1978 Yılında Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi ile hayvan hakları konusunda bir şeyler yaparken Osmanlı Devletinde hayvan hakları olabildiğince var olan bir husustu.
Evet..Madem 1978 Tarikli Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi dedim o halde o beyannamenin maddelerini burada yazıp sonra Osmanlılardaki hayvan sevgisine devam edelim.
16. Yüzyılda kedilerin çuvallara doldurularak yakıldığı Paris’te 15 Ekim 1978 de UNESCO tarafından Hayvan Hakları Evrensen Beyannamesi imzalanmıştır.
HAYVAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ:
1. Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.
2. Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremezler. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır.
3. Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.
4. Yabani türden olan bütün hayvanlar, kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına sahiptir. Eğitim amaçlı olsa bile özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırıdır.
5. Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bir türden olan bütün hayvanlar uyumlu bir biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir.
6. İnsanların yanlarına aldıkları bütün hayvanlar doğal ömür uzunluklarına uygun sürece yaşama hakkına sahiptir. Bir hayvanı terk etmek acımasız bir davranıştır.
7. Bütün çalışan hayvanlar iş süresi ve yoğunluğunun sınırlandırılması ve güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.
8. Hayvanlara fiziki ya da psikolojik bir acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır. Tıbbi, bilimsel, ticari ve başkaca biçimlerdeki her türlü deneyler için de durum böyledir.
9. Hayvan beslenmek için yetiştirilmişse de bakılmalı, barındırılmalı, taşınmalı, ölümü de acı çektirmeden ve korkutmadan olmalıdır.
10. Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır.
11. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur.
12. Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur.
13. Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve televizyonda yasaktır.
14. Hayvanları koruma ve savunma kuralları, hükümet düzeyinde temsil olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmaktadır.
Avrupa, hayvan hakları gibi bir kavramın ancak 1900 lü yıllarda farkına varırken Osmanlılarda durum neydi peki?
DÜNYADA HAYVAN HAKLARI İLE İLGİLİ İLK DÜZENLEME.
III. Murat 19 Mart 1587’de İstanbul Kadısı’na gönderilen fermanla, hamalların taşımacılıkta kullandıkları at, katır vb. hayvanlara tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmalarının yasaklandığı; hayvanların bakım ve beslenmesine ihtimam gösterilmesi gerektiği ve fermandaki ikaz ve hükümlere uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir. Bu ferman aynı zamanda “dünyada hayvan haklarına dair ilk düzenleme” olma özelliğine de sahiptir.
Ancak böyle bir kanun çıkmadan önce de Osmanlılarda hayvanlara eziyet edilmesi hep cezalandırılan hususlar olmuştur.
Şöyle ki:
Hayvan haklarıyla ilgili Alman seyyah Hans Dernschwam’ın, 1542’de (Kânûnî döneminde) İstanbul’da şâhit olduğu şu hâdise de oldukça enteresandır: Sadâret Kaymakamı Koca Mehmed Paşa, lokantanın önünden geçerken odun yüklü güzel bir atın beklediğini görmüş ve atın sahibinin de aynı lokantada karnını doyurmakla meşgul olduğunu öğrenmişti. Paşa bu vaziyete oldukça sinirlenerek, odunları atın sırtından indirmekle kalmayıp sahibini de cezalandırarak odunları onun üzerine yükletmişti. At için aldırdığı bir akçelik kuru otu da at yiyene kadar odun yükünü sahibinin üzerinde bekletmişti.( Yani ‘’ Neden yemek yerken odunları atın sırtından indirmiyorsun? ‘’un cezası at karnını doyuruncaya kadar atın sırtına yüklenmiş olan odunları taşımak olmuştu.
Daha da ilginci 1829 yılında yük hayvanları için Cuma günü tatili getirilmiş olmasıydı. Ve bir ilginçlik daha: Yük hayvanları artık tük taşıyamaz hale geldiğinde emekliye ayrılıyor ve maaşa bağlanıyordu. Onların öldürülmeleri ya da kesilmeleri ( Manda öküz gibi yük hayvanları ) kesinlikle yasaklanmıştı. Başıboş bir şekilde ölüme terk edilmeleri de kat’iyyen yasaktı.
Mezbahalarda kesimi yapılacak hayvanlar için, bu işlemin en acısız şekilde yapılmasına ilişkin kanunlar ise çok erken dönemlerde çıkarılmış ve söz konusu titizlik asırlar boyunca geçerliliğini korumuştur.
Zabıtaların sık sık şehri gezerek sahibi olan hayvanların karınlarını kontrol etmeleri ve iyi beslenip beslenmediklerini teftiş etmeleri de yaygın bir uygulamaydı.
Fransız seyyah Thévenot’un 1656’da İstanbul’da gördüğü, tanıştığı ve sohbet ettiği Türklerin hayvan sevgisiyle ilgili kendisini hayrette bırakan izlenimleri, Osmanlı toplumunun vakıf ruhunu kavrama ve tatbik etmede hangi noktaya geldiğinin, Batı’nın ve modern dünyanın bu konuda Osmanlı’nın neresinde olduğunun göstergelerinden biridir: “Türklerin bazıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadâkatle ve hattâ dindarâne bir riâyetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin şart-ı vâkıfa göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir.”
Fransız Şair Lamartine’nin tespitleri de Thévenot’la hemen hemen aynı çerçevededir ama Lamartine şu noktaya özellikle dikkat çekmiştir: “Türkler kuşlara, köpeklere, velhâsıl Allah’ın yarattığı herşeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veya eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.”
17.yüzyılda Osmanlı topraklarına seyahat etmiş Fransız avukat Guer, Osmanlıların hayvanlara besledikleri ilgi ve şefkati, onlar için yaptıkları akıl almaz hizmetleri anlatırken, çarpıcı bir misal olarak Şam’da gördüğü kedilere ve köpeklere özel hastaneden hayretle söz etmiştir. 1660’lı yıllarda İngilizlerin İstanbul’daki elçilik görevlilerinden olan Paul Ricaut, Guer’in sözünü ettiği hayvanlara özel vakıfların yanısıra Osmanlıların hayvan haklarına riayet etme noktasında da ne denli büyük bir hassaasiyet, gayret ve hizmet ortaya koydukları hakkında şu ilginç bilgi ve tespitleri aktarmıştır: “Fakir insanlar için kurulan aşevlerinde insanlardan başka kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulduğu gibi, sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar da kurmak âdetti. Bazı şehirlerde kediler için yapılmış binalar bulunuyordu. Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”
Sultan II. Beyazıt; kendi adıyla anılan Beyazıt Camii’nin inşası esnasında (1501-1505) tesis edilen Beyazıt vakfiyesinde, caminin ayrılmaz sakinleri kuşlar için her yıl harcanmak üzere 30 altın lira yem parası tahsis olunmasını emretmiştir. Buna göre kuşlar için pirinç ve darı, köpekler içinse ekmek tahsis olunmuş; bir kişi de yem vermek, hastalıkları tedavi etmek, kırık çıkıkları bağlamak üzere görevlendirilmiştir. Sultan Ahmet Câmiinin imaretinde kuşlar için de yerler yapılmıştır. İmaret vakfiyesinde, artmış ve yenmeyecek durumda olan yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılmıştır.
Osmanlı halkından kuşlara kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına kuş havuzları koyduranlar pek çoktur. Mimar Sinan, kendi köyü Ağırnas’ta yaptığı vakfın vakfiyesinde, hayvanların su içmesi ve dinlenmesi için çeşmenin etrafındaki 260 arşın boyunda 160 arşın enindeki araziyi vakfettiğini belirtmiştir.
Osmanlı’da kuşlara duyulan merhametin günlük hayattaki güzel bir yansıması da kuş satın alıp âzad etme âdetiydi. Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde naklettiğine göre Kibar Bey ve hanımı tâtil günlerinde İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gidiyor ve parayla satın aldıkları rengârenk kuşları büyük bir zevkle salıveriyorlardı.
Bunun yanında aynı Osmanlı toplumu leyleklere; Mekke, Medine ve diğer kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan “hacı baba, hacı leylek” gibi isimler vermiştir. Leyleklerin geçiş yolu üzerindeki vilâyetlere bu hayvanların ihtiyaçları için çeşitli vakıflar yapmıştır. Bunların dönüşleri sırasında hastalanıp sürüye katılamamış olanlarının bakımları için vakıflar kurmuştur. Meselâ İstanbul Eyüp Sultan Camii bahçesinde sürüsüne katılamayan sakat leyleklere bakan vakıf asırlarca hizmet vermiştir. Ayrıca göçmen kuşların yuvaları -her yıl aynı yerlere tünediklerinden- dokunulmayarak muhafaza edilmiştir.
Ahmet Hâşim’in, “Gurebâhâne-i Laklakan” (Leylekler Bakımevi) kitabında bahsettiği, Bursa’daki Haffaflar (Ayakkabıcılar) Çarşısı esnafının sergilediği hayırseverlik de örnek bir hâdisedir: “Bursa’da, Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, mâlûl (sakat) bâzı hayvanların dârülacezesidir (düşkünler yurdudur). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakasıyla geçindirilirler. Haffaf esnafın aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar amelimanda (aciz, işe yaramaz) bir ihtiyar, toplanan sadaka parasıyla her gün işkembeler alır, temizler, parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.” 19. Yüzyılda Bursa’da hizmete açılan, dünyanın ilk ve tek leylek hastanesi olan “Gurabâhâne-i Laklakan”, Ocak 2010’da restore edilerek tekrar hizmete açılmıştır.
Osmanlıda özellikle kuş sevgisinin örneklerini mimaride de görmek mümkündür ki büyük konak, kasır ve villaların duvarlarına yerleştirilen ‘’Kuş Sarayı’’ ya da ‘’Sırça Köşk’’ denen ve Resim de gördüğünüz kuş barınakları bunun en güzel örnekleridir.
Castellan 1811’de kaleme aldığı gözlemlerinde "Bir Türk meskeni inşa edilirken, güvercinleri ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapmak Türk sivil mimarisinin vazgeçilmez özelliklerindendir" diye yazmıştır.
17. yy’da gezgin Jean du Mont "Türklerin hayırları hayvanlar için bile geçerlidir.Özellikle köpeklere karşı çok müşfiktirler. Türklerde kedi-köpek, at gibi eti için beslenmeyen hayvanları öldürmek suçtur" diye yazmıştır.
Osmanlı’da “mancacılık” diye bir meslek vardı. Mancacı, kedi köpek yiyeceği demek olan mancayı satar; dileyen, mancacıdan aldığı yiyecekleri hayvanlara verir, dileyen parasını verir mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi.
Bir devletin üst yönetimi hayvan haklarına saygı gösteriyorsa bunun en büyük nedeni o devletin halkının da aynı görüşte olmasıdır ve Türkler’de bu sevgi Orta Asya bozkırlarından günümüze kadar gelen insanla hayvanın birlikte yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yani, İslâmiyet öncesinden beri hayvan sevgisi Türkler’de vardır.
Osmanlı toplumunda yaşayan insanlar yakın zamana kadar insan-hayvan arasındaki dostane ilişkiyi en güzel bir biçimde sürdüregelmiştir. Yazılı ve yazısız bir sürü hayvan hakları yürürlükte kalmıştır. Hayvanın da bir can taşıdığı ve onların da canlarının kutsal olduğu henüz İslâmiyet kabul edilmeden önceki dönemlerde de kabul edilmiştir.
Peki sonra ne oldu da insanlar hayvanlardan uzaklaştı?
19. yy’da batılılaşmanın bir sonucu olarak sokakların başıboş hayvanlardan temizlenmesi görüşü (özellikle dönemin aydınları arasında) ağırlık kazandı.
Galata’da gezerken köpek saldırısına uğrayan İngiliz turistin, köpekten kaçarken yüksek bir yerden düşüp ölmesi üzerine, Sultan II. Mahmut, sokak köpeklerinin toplanıp şehir dışına bırakılmasına karar verdi.
Sultan Abdülaziz dönemlerinde ise köpekler toplatılıp Hayırsız Ada’ya götürüldüler. Halk köpeklerin bu canice itlaf edilmesi girişimine isyan etti. Birkaç gün sonra köpekler geri getirildi.
II. Abdülhamit çıkan kuduz salgınında, köpekleri boğdurmak, yaktırmak veya şehir dışına yollamak yerine, kuduzla savaşmayı seçti.
Kuduzu engellemek için dünyanın üçüncü kuduz enstitüsünü, İstanbul’da açtırdı. 1908’de Abdülhamit’in devrilmesiyle onun bütün değerleriyle birlikte sokak köpekleri de yeni rejimin hışmına uğradı.
Talat Paşa’nın Dahiliye Nazırı olarak görev yaptığı 1910’da İstanbul’un tarihindeki en büyük köpek itlaf kampanyası başlatıldı. Köpek toplama ekipleri hayvanları yakaladılar ve bir daha dönmemeleri üzere Hayırsız Ada’ya sürgün ettiler.
O yıllarda halktaki köpek sevgisi yüzünden sürgün köpeklere her gün sandalla yiyecek gönderildi ve başlarına da iki personel atandı. Ama binlerce köpeği doyurmak ne mümkün. Aç ve susuz kalan hayvanların çaresiz havlamaları günlerce İstanbul sahillerinden duyulmuştu.
Georges Goursat’ın, İstanbul’da Hayırsız Ada’ya yaptığı bir yat gezisini karikatürleri ile anlatması, tüm dünya basınının ilgisini çekmiş; hayvan itlafının protesto edilmesine neden olmuştur.
Başta Türk halkı olmak üzere, Petersburg ve Zürih’de bulunan dernekler gibi dönemin hayvanları koruma derneklerinden gelen şiddetli tepkiler, Osmanlı Devletinde hayvanları korumaya yönelik uygulamaları gündeme getirirken, “İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyeti”nin temellerinin atılmasını sağlamıştır.
Daha Avrupa, hayvan haklarının ne olduğunu bilmediği tarihlerde, bizim atalarımız yurdun çeşitli yerlerinde hayvan hastaneleri kuruyor, hayvanlara vakfiyelerde para ayırıyorlardı.
Osmanlı’nın hayvanlara gösterdiği insanlık dersi günümüzde çağdaş Batı dünyasında "Hayvan Hakları" adı altında yasalaştırması ve AB sürecinde bu yasaların TBMM’de de kabul edilmesi için uyarılarda bulunması size de çok ironik gelmiyor mu?
Sonuç itibariyle, sokak hayvanları konusunda büyük sorunlar yaşamaya devam eden AB ülkelerinin koyduğu yasaları örnekler alma yerine bu konuda epey icraatları olan ecdadımızı örnek almak daha mantıklı geliyor.
NOT: Bu makalede
1- Tarihçi yazar İsmail Çolak’ın Osmanlı’da Hayvan Sevgisi ve hayvan hakları--- yenidunyadergisi.com/osmanlida-hayvan-sevgisi-ve-hayvan-haklari-1/
2- Onedio- 17 Maddede Türklerde Hayvan Sevgisi ve Hayvan hakları ---onedio.com/haber/17-maddede-turklerde-hayvan-sevgisi-ve-hayvan-haklari-632080
3- Wikipedi-Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi- tr.wikipedia.org/wiki/Hayvan_Haklar%C4%B1_Evrensel_Beyannamesi’nden alıntılar yapılmıştır.
RESİMLER
1-2-3 Osmanlı sokakları ve sokak hayvanları
4- Bir Mancacı ve sokak hayvanları
5- Davut Paşa Hayvan Hastanesi
6- Gurabahane-i Laklakan
7-8- Kuş sarayları
9-Sokak Köpeklerinin Hayırsız Ada’ya götürülüşü
10- Sokak köpekleri Hayırsız Ada’da.
YORUMLAR
sen istedğin kadar ayet sun,istediğin kadar Allahın emri de delilli şahitle ispat et
isan denilen soyu kuruyasıca fesat fitne çukuru uçkur düşkünü nefsine köle olmuç bu zihniyetlere insafı merhameti öğretemezsin.
yapmadıklarını yapan bir başkasını gördüklerinde o yapana saldırmak onların ezik eksik onarılması mümkün olmayan yanları a dokunduğu için düşman kesilirlrr. Ona buna dil uzatıp *ok atmak onların şanındandır. Bir yaralı parmağa işemezler öte yandan merhamete düşmam oldukları yetmez gibi daha fazla düşman toplama çabaları da onunlmaz bir hırs barındırır. Ne oldu da parladım
genç bir karıkoca kendi imkanlarıyla 500 köpeği bakmaya beslemeye barındırmaya çabalıyorlar ve dün yardımsever insanların desteğiyle bir sundurma yaptılar. Gece şer odakları gelmiş benzin döküp yapmışlar. İnsan böyle bir şey. Her güzel şeyi yıkıyor yakıyor yok ediyor. İnsan işte çiğ süt emdiğini her fırsatta dile getiriyor ispat ediyor. Sonrada neden bunca bela diyoruz değil mi? Allah veriyor belamızı, Merhamet etmeyene merhamet edilmez.
Sen istediğin kadar hümanist ol vatansever ol insan ol.Hayvandan aşağı insan suretinde şeytanlar dolanıyor her yerde. İnsan hayvanını sevmiyorum. zorla mı?O mecliste o kadın vekilin açtığı pankartı başka türlü anlarlarsa yandığımızın resmidir dedim üstünden 48 saat geçmeden hayvalara saldırılar başladı. Allah ne eksik ne fazla ne yaptılarsa birebir yaşatsın tez vakitte inşallah. Benim de bundan haberim olsun. Amin. Hadi şimdi Allahın gazabından sizi kurtardın o sakalı *oklu dangalaklar. hadi bakalım.
Hayvan barınağını yakmak da nedir Allahsızlar.
Filiz Şahin. tarafından 1/14/2017 2:16:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hayvan aşkı bir süre sonra farkı bir boyuta taşınıp bazı köylerde bazı yük hayvanlarının mutfakta aşçı olmasa da yatakta fahişe olması beklenmeye başlandı. Gerçi Hindistan'da iki kurbağayı düğün merasimiyle evlendirmişlerdi, başka bir ülkede de insanın biri köpeğiyle evlenmişti falan falan... Yani sonuçta ademoğlu saçma sapan bir yaratık.
Bütün hayvanlara karşı eşit mesafedeyim, insanlarda olduğu gibi sadece tanıdıklarımı seviyorum. Yuva yıkmanın çok günah olduğu İslam dininin coğrafyasında en büyük doğa talanının yaşandığı düşünüldüğünde en çok yuva yıkan coğrafya olduğunu söylemek de mümkün. Mesela Sürmene'de kaç hayvanın yuvası Katarlı bir katır için yakıldı! (Yine sosyal mesaj verdim. Çok sıkıcıyım.)
Kedi köpeği çuvala doldurup yakmak, zehirlemek kadar onlara kışın girecekleri evler yapmak kadar samimiyetsiz. Sadece daha insancıl görünüyor o kadar. Oysa birinin dünyasını (evini, iklimini, coğrafyasını) başına yıkıp sonra da al sen de burada yaşa demek iki yüzlülükten başka bir şey değil.
Hani şu onlarca kediye analık babalık yapan, doğal seleksiyonla elenecek olanları yaşatanlar vardır ya, işte onlar hayvan falan sevmezler. Bulundukları yerde tek bir türün populasyonuna yaşam olanağı sağlarken diğerlerinin azalıp yok olmasına neden olurlar ama bunu umursamazlar. Birçok hayvansever maskesi taşıyan kişi türcüdür. Böcekleri hayvandan saymazlar mesela ya da fareleri...
Neyse hocam ben bu konuyu daha fazla dağıtmadan uzaklaşayım.
ne denilir ki
bir zamanlar bizde var olanı almışlar kendilerine uyarlamışlar geliştirmişler
biz de şimdi durum nedir?
Avrupanın çöplüğünde karanlık geçmişinde ne varsa o.
Hasılı fesle mesle ya Selçuklu ya da Osmanlı olunmaz.Arap ve Avrupa eskisiyle de ancak çöplük olunur aha şimdi yaşadığımız kaosun kimlik bunalımının detayı...
Sivri ada iken Hayırsız ada adını almıştır ada evet
1912 yılı büyük depremi
1910 yılında sürgün edilen köpeklerin açlıktan birbirini parçaladığı o katliama köpeklerin ahına, günahına bağlanır derler. Suçlu mu? işgüzar İstanbul halkıdır evet
Adanın adı Hayırsız Ada olmuştur bu yüzden
çağın yazarlarından biri şu an ismini hatırlayamadım
bu günah bu katliamın vebali Osmanlıyı yıkacak kadar büyüktür der ki ......
bu kısmı tamamlayıp polemiğe girmeyeceğim taraflı tarih okuyup bir de yorum yorum gezip duran sığ beyinlerle
sizi okumak hep güzel Hocam
farkında olan insan hep güzel duruşuyla yazdıklarıyla
en içten saygı ve sevgilerimle...
Değerli hocam, iki kültürün kucaklaşıp, kaynaşması için söz konusu olacak şartlardan biri de budur; özdeş bir doğa algısı...
Öyle ya, mikro planda bile, mesela bir adamla kadının birlikte düşünülmesi planında bile, onların doğa algısının birlikteliklerinin belirleyiciliğinde önemli bir payı vardır...
Hayatlarında hayvanların önemli ve değerli bir yeri olan Türklerin, Müslümanlığın mesajını kolayca alıp, algılamalarının şaşılacak bir tarafı yok...
[Araştırmanızda karşınıza Bizans çağı ile ilgili, bu yazıda sıralananlara benzer bir şeyler çıktı mı, bilmiyorum, ama sanmıyorum da...]
Bu yazıdan mülhem, "Türkler kılıç zoruyla mı müslüman oldu?" sorusuna bir cevap verilebileceği gibi, Avrupalının neden Müslüman denilince Türk'ü anladığını da çıkarsayabiliriz...
Demek ki, Osmanlıya 'tu kaka' demeden önce de durup, bir düşünmek lazım...
Varolasınız, değerli hocam...
Selam ve saygılarımla.