- 415 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-POLLYANNA VE MURPHY’NİN KISKACINA DÜŞMEDEN YAŞAMI KARŞILAMAK-
Şairin kimi dizelerinde “içmeyipte ne halt edeceksin” Ya da “rakı şişesinde balık olsam” Demeleri şiirin lirizmi bir yana psikolojik açıdan ters bir yükleme yapmaktadır. Buradaki bedbinliği, melankoliyi düşünüyorum. Elbette şiir fikrin değil de, duygunun dokuyu oluşturduğu bir alan olmaktadır. Ancak dizelerin özü fikrî planda da insanın Fikri’ye dönüşebileceği durumlar manzumesini önümüze koymaktadır. Bir bakıma “dalından kopan yaprağın akıbetini rüzgâr tayin eder” Sözününde hükmüdür.
Demem o ki, insan her durumda bedbinlikten sakınabilmelidir. Bir bakıma mikropların vücudu hazırlıksız ya da en zayıf anında yakalamasının bünye üzerindeki tahribatı aklıma geliyor. Hayat sabır ve gayret veya mücadele ile rıza arasındaki denklemin kurulabilmesini gerektiriyor.
Hiçbir dem “İdam sehpasında hapşıran mahkûma çok yaşa demek gibiydi bazı umutlarımız” Sözündeki garabete düşmemeli insan.
Kendimizden başlayıp giderek genişleyen halkalar halinde çevremizi, toplumu ve hatta dünyayı değiştirebilmek imkânsız değildir. Ancak bunun suya atılan taşın meydana getirdiği titreşimler dairesinde çok ötelere taşan, yansıyan bir etkileşime sebep olması misali düşünülmesi gerekmektedir.
Elbette şartların ve imkânların gücü de göz ardı edilemez, edilmemelidir. Açıktır ki, suda çözünmüş oksijenden bir balığın teneffüs edebildiği biçimde insanın yararlanabilmesi düşünülemez. İnsan bir aletin ya da cihazın desteği olmaksızın en iyi şartlarda dakikalar içerisinde teslim bayrağını çekecektir.
Demek ki, gerçekçi dairede yapabilme gücünü ortaya koymak önem arz etmektedir. Hedef koymak, inanmak, mücadele etmek, doğru araçları belirleyip yararlanmak gerekmektedir. Edison ampulü geliştirirken kaç deneme yapar acep?
Olumluluğu yitirmemek, farklı sosyal yapılarla ve olgularla dirsek teması sağlamak önem arz edecektir. Hedef kitlenin ve alanın özellikleri, eğilimleri nelerdir? Sözgelimi ülke ise bu, hangi sosyo kültürel yapılar var, nasıl ve ne şekilde yapılanmaktalar? Gibi sorular ve cevapları önemlidir.
Yine, içinde yaşadığımız Türkiye’miz; coğrafi, tarihi, sosyo politik, sosyo kültürel, jeo politik konum özellikleriyle birlikte zenginliklerle örülü bir ülke olmaktadır. İster istemez ters hava akımlarına, sirkülasyonlara açık olmaktadır. Yanı sıra bu zenginliği bu entelektüel eğilimleri ne kadar özümsüyoruz. Bu temel hususu da insanımız göz ardı etmemelidir kanımca.
Bireyden almak gerek belli ki. Sözgelimi insan ilişkilerinde susturucu konuşmanın negatif psikoloji yüklü dehliz ve labirentlerini aşabilmek düzleminde saygıya, sevgiye, hoşgörüye dayalı şekillendirilecek ikna müessesesini işletebilmek, hâkim kılabilmek ehemmiyet arz eder. Hakaret etmiyorsa dinlemeli insanı. Siz bakmayın "hakaret ediyorsa bir insan hayatı anlamış demektir" türü söylemlere. O, belli sosyo kültürel yapıların anlamına varmakta rehberlik edebilir. Otoriter yapılar altında bireyi izlemede hayat tecrübesinin nasıl şekillendiğini, şekil alabildiğini gösterebilir bize. Yoksa bire bir yüzleşmekten hoşlanacağımız durumlar değildir.
Nihayet alınacak sonuca ve karşılaşılacak duruma göre; hoşgörü duymak, muhasebe ve öz eleştiri yapabilmek, süreç yönetimi gibi ögeler devreye girebilecektir.
Tüm bu hususlar motivasyonu kaybetmemenin ve “koyma suyla değirmen dönmez” Misali iç motivasyonu yüksek tutmanın önemini de ortaya koymaktadır.
Kuşkusuz, olumlu düşünmek olumsuzlukları göz ardı etmemekle birlikte değer taşır. Olumsuz düşünmekse olumlulukları gözden uzak tuttuğu ölçüde hatalıdır.
Zihnimde böyle bir tanımlamanın oluşmasının türlü nedenleri var. Her şeyden önce kendi bireysel durumumdan, hayatı karşılayış biçimimden bağımsız düşünülemez. Tüm gözlem ve izlenimlerimin çevremden başlayıp topluma ve hatta dünyaya doğru genişleyen halkalar halinde olan bitenlerin tarafımca algılanması üzerine kurulu olduğu kuşkusuzdur.
Bu minval üzere günlük hayattan aldığım mesaj dairesinde söz etmek istediğim temel bir sorun empati eksikliği olmaktadır. Elbette, her insan kendi bireyselliği ile çevrilidir. Benliğimiz asli bir yönlendiricidir. Ancak bu nereye kadardır? Limitleri, alt ve üst sınırları yok mudur? Bildiğimizle bilinmesi gereken, anladığımızla anlamamız gereken bağdaşıyor mu? Hani matematik derslerinin meşhurlarından “Kümeler” konusunun bahsettiği kesişim ve bileşim kümelerini doğru biçimde algılayıp günlük yaşamın bileşenlerini bu doğrultuda sağlıklı biçimde kavrayabiliyor muyuz?
Doğru zannettiğimiz yanlışlar nelerdir? Yanlış bildiğimiz hususların doğrusu nedir? Hep ben, yalnız ben, daima ben mi diyoruz? Ya da buna yakın düşen bir noktada mıyız?
Yanlış anlaşılmaktan yakınıyoruz. Başkalarını doğru anlıyor muyuz? Eleştirilmekten hoşlanmıyoruz. Peki, eleştirmemekle aramız nasıldır? Eleştiri elbette doğaldır. Ancak orada da bilgi düzeyi önemlidir, değil mi? Ayrıca öz eleştirininde bir eleştiri biçimi olduğunu unutmamak kaydıyla derim. Yine eleştirirken farklı deneyimleri göz ardı etmemek kaydıyla demek istiyorum. Kendimizin olduğu gibi başkalarınında bir bildiği vardır.
Herhangi bir konuda düşünce yapımıza uymayan söylemler karşısında hemen gardını almak, sen bu konuyu biliyor musun şeklinde sorgulamaya geçmek, ya da daha kestirme bir triple bilmiyorsun kardeş, bil öyle demeler. Yaşça büyük olma parantezini açmalar da cabasıdır. Hani akıl yaşta değil baştadır sözü, o nerededir? Bu tip engellerle insanları karşılamak zıt düşünceleri değiştirmeyeceği gibi kemikleştirebilir de. Kanımca, psikolojik bir direnç oluşturur.
İnsanlarla kör tartışmaların tuzağına düşmeden dirsek teması yapabilmek olumsuzlukları dönüştürür. Evet, haklısın, elbette gibi kavramların muazzam dönüştürücü gücünü ihmal etmemek gerekir. Çok güzel bir noktaya değindin diyebilmek ve hatta karşı tarafı destekleyici bir örneği sunabilmek önem arz eder.
Bilgi ve deneyim paylaşarak büyür. Bildiklerimizi kendimize saklamayalım ve karşı tarafı horlamadan aktarabilelim. Bir başkasına saçmaladığını söylemekle elimize ne geçer. Ah! Şu kör ego diyelim mi? Egonun kör kuytularına sığınmayalım diyorum. Nefsi körletmek bizi verimli kılmayacaktır. İnsanların düşüncelerine veya tavırlarına kızmak ya da gülmek bize pek bir şey kazandırmayacaktır. Kendi düşüncelerimizin yahut davranışlarımızın bir bölümü de kızmayı veya tebessümü hak edebilir. Ulaşılmaz insanlar vardır. Hiçbir hatası hiçbir şekilde söylenmez, söylenemez. Ancak bir de bakarlar çevrelerinde doğru düzgün insan kalmamıştır. Olanlarda gerçek duygularını sergilemiyorlardır. Bu tip insanlar hoşgörüden, sevgiden, saygıdan bahsetse neye yarar. “Umma Davut gönlünü avut” Misali değil midir?
Saygı en çok beklenen, yokluğundan en çok yakınılan gerçekte ise en az gösterilen, duyulan ve uyandırılan bir kıymet halini almamalıdır. Bunu tesis etmek, edebilmek öncelikle kavramın anlamına varmayı gerektirir. Farklı olana saygı duyulur. Elbette farklı olanın saygı uyandırmasına, uyandırabilmesine de bağlıdır. Dolayısıyla saygının sevgiden çok farklı resmi bir doğası olduğunu unutmamak gerekir. Kimi zaman meziyetlerimiz ve bunları ortaya koyuş biçimimiz saygı uyandırır. Bazen de korkuyla karışık saygı diye tabir edilen durumlar vardır. Korkutmanın daha tesirli olması, olabilmesinin kalıcı sonuç doğurup doğurmadığı elbet tartışılabilir. Ancak görünen o ki, korkmak en azından kısa vadede sevmekten fazla riayet hissi uyandırmaktadır. Şüphesiz sevgi ve saygının birlikte sağlanması her zaman mümkündür. Şu kadar ki, daha fazla emek ve zahmet gerektirdiği de açıktır.
Bunun gibi hür olmakta meşakkatlidir. Sorumluluklarımız vardır. Birçok kültürde, insanlar söylemeden yapmazlar türü sözler vardır. Bu alanda hür olmanın gereklerini yerine getirmeyen, getiremeyen insanlar ve yığınlar bizleri karşılamaktadır. Daha önce de belirttim. Muhasebenin T cetvelinin işlevselliği sadece gelir gider, borç alacak değil yetki sorumluluk, hak ödev, vs. birçok sahada yani hayatın her alanındadır.
Yanı sıra defans ve hücum da salt futbolda ya da takım sporlarında değil askerlik, siyaset, iletişim gibi çeşitli kulvarlarda bizleri veya kişioğlunu zorlayacak ögelerdir. Açıktır ki, bireylerin ve toplulukların kendilerini etkin biçimde ifade edebilmesi, ortaya koyabilmesi bir takım arka plan ögeleri ile geriye ne ölçüde yığınak yaptığı hususuyla yakından ilişkilidir.
Efendim! Sözün özü, ne kadar sağlıklı insan o denli sağlıklı toplum. Aksi "havanda su dövmek" misalidir.
L.T.
YORUMLAR
Bazı yazılar vardır.
Bir kere okuyup geçilmemesi gereken...
Emek ürünü, bilgi ürünü, yürek ürünü.
Bu öyle bir yazı. Notumu aldım .
Fırsat yaratıp dönüp dönüp okuyacağım.
Teşekkürler.
levent taner
Katılımınız her dem onur bahşeder
Saygı ve selamlarımla...
Saygılar
İpekyildiz tarafından 5/15/2017 1:47:38 AM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Bu bağlamda teşekkür ederim öncelikle
Aslında haklısınız
Sosyal medya beni bayağı iyimser kıldı, kılıyor anlaşılan
Gerçektende bir on on beş yıl önce olsa üstte söylediklerimi söylemezdim
Teknolojinin ulaştığı nokta internetin sunduğu neredeyse sınırsız hissi veren imkânlar kitleleri biraz daha ulaşılır kılıyor hani
Benim gibilere de tatlı tatlı düş kurmak düşüyor
Yorumunuz bende bir rüyadan uyanmanın hüznünü uyandırdı açıkçası
Tabi latife yapıyorum da
Elbette kurumsal ve kollektif yapılanma ve adımlar önem arz eder
Üstteki naçizane yazımda da değindiğim bir noktadır bu
"Kendimizden başlayıp giderek genişleyen halkalar halinde çevremizi, toplumu ve hatta dünyayı değiştirebilmek imkânsız değildir. Ancak bunun suya atılan taşın meydana getirdiği titreşimler dairesinde çok ötelere taşan, yansıyan bir etkileşime sebep olması misali düşünülmesi gerekmektedir."
Yeryüzünün ve toplumların bin yıllar boyunca kaydettiği aşamalar düşünülürse iğneyle kuyu kazmak havası estirebilir inceden
Nihayet
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum hanımefendi
Saygı ve selamlarımla...
İpekyildiz
Sizin Latife lâtif gerek...
Ama şimdi böyle durumlarda soruya gerçek yanıtı bulamayanın hâlinin yansıması olan Latife için lâtif gerekmez; gerekse de benim için dışımdaki insanın tavrı kendi çerçevesinin darlığındandır, beni etkilemez diyorum. Yaş işte, olgunlaşıyoruz :)))
Rüyalar güzeldir uyandıransa hep çirkin,
Kral çıplak !!!
Tabi latife yapıyorum da :))) latif'i bilerek araya koymadım...