BİR ÇIĞLIK AYRILIĞA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Alıp götürecek seni, biliyorum, dün gibi bugün de…
Kentin sokak lambaları henüz yanmıştı fakat etrafa loş bir aydınlıktan başka bir şey veremeyecek kadar ölgündü. Sıvası dökük, yer yer çatlamış duvarlarıyla Turuncu istasyon deyim yerindeyse hüzünlü ve haraptı. Akşam, karanlığını şehre boca ederken hafif bir yağmur yağmaya başlamıştı. Herkes gibi ben de gelip gidecek Kara Treni bekliyorduk. Az sonra Tren, korkutucu bir homurtuyla ıslık çala çala, rayları döve döve geliyordu.
Kalabalıkta bir dalgalanma oldu; kimi neşeli kimi de üzgün görünüyordu. Tren, kömür duman kokusunu etrafa yayarken yorgun ve yılgın bir halde önümüzde durdu. Gelen yolcuları karşılayan bir grup sevinçlerini yüksek sesle istasyona ambiyans ederken, gidenlerin arkasında sessiz çığlıklarla birlikte gözyaşlarını döküyordu bir kısım kalabalık.
Kısa bir moladan sonra tren kalkışa hazırlık yaparken inenler inmiş, binenler binmişti tahta koltuklarına. İsli camlar arkasında yolcular, loş koridorlarda gelip geçerken dışarıdakiler de onlara durmadan el salıyorlardı.
Tren gidiyordu; sen gidiyordun…
Bekçi düdüğünü çalıp makiniste hareket komutu verirken ilerde duran yaşlı makasçı yılların verdiği tecrübeyle makiniste gülümseyip makas koluna bakmadan indirip trene rayları döşedi. Tren cuk cuf, puf puflayarak, ıslıklayarak harekete geçerken şimendiferin yağlı manivelası ve yarısı gri tekerlekler makineye yüklenmiş halde görünüyordu. Tren, projektörleri yakmış rayları aydınlata aydınlata yaşlı makasçıyı selamlayarak gözden uzaklaşıyordu ve biz arkasından baka kalmıştık.
Tren ilk tünele girmeden son bir kez el sallamıştın…
“Güz sarı yapraklarını giden tirenin ardından uçurur. Kara trenin karanlığa savurduğu duman tuhaf bir geniz yangısı, unutulmayan bir koku ile gurbetçileri uğurlarken; geride kalanları sonsuz bir bekleyişin kapısına bırakır.”
Tren, tünelin içinde kaybolana dek arkanda bakıyordum, sevgili Hayat…
Yağmur, şiddetlenmişti ve bir başınalık kaldığım sürede yağmur kırbaç gibi sırtımı dövüyordu; ıslanmıştım fakat hayati değerleri olan bir ihtiyaç gibi yaralarımı sağaltıyor gibiydi. Hayata gülümsediğimiz zaman kadar, ağlamalarımızda olmalıydı sanırım; ağlamadım fakat uzun bir şiir yazacak kadar hüzünlüydüm; doluydum ve bir kitap dolduracak kadar da düşünceler birikmişti kafamda.
Tren gitmişti, sen gitmiştin benden…
Kendi kendime güldüm beni alıp götürmüştün! Sahi beni alıp nerelere kadar gidecektin? Bu kez elvedasız gitmediğine sevinmiştim, ezberinde kalsın istedim bu gece yılbaşı! Yılbaşı derken çılgınlık verecek eğlencelerden Bahs etmiyorum çünkü ömrü yıllarla bölmek bile bana manasız geliyor.
Senden sonra attım kendimi “Dadala” kahvesine… Acılıydım ve çokça hüzünlüydüm; yarım yaprağa kalmıştım. Yaşlı ocakçı Yekman baba her zaman ki gibi güler yüzle beni karşıladı ve aniden yüzü buruklaştı halimi görünce ve söylenerek “zulada bir şişe var, seninle paylaşabilirim!” dedi. “Yok” dedim. Yeni yıla sarhoş olarak değil ayık bir zihinle girmek istediğimi söylerken bir fincan kahve de istemiştim. Yekman baba, başını öne eğip ocağa geçti. Kısa bir sessizlikten sonra Yekman baba, masama bir fincan kahve ve bir vazo içinde iki karanfil bırakıp gitti.
Yağmur dinmişti. İçerisi kalabalık bir yalnızlık kokusu vardı. Camlar buğulanmıştı. Kahvemin buğusu gözlerimi nemlendirmişti; fincanı avucumdan sıkıp, sıcaklandırıyordum üşüyen ellerimi…
Yaz da sıcak ama senin kadar değil/ günümdüm, dün oldun! Aylarımdın, öteledim/ mevsimlerimdin ama geçtin ve ben kendim kadar yalnızım!
“Dokunma yanarsın ateşimden” demiştin işte ateşinden kül oldum. Yarın bir başka yıl olacak, sonra yıllar su gibi akacak. Biliyorum bir daha geri gelmeyeceğini tıpkı takvimlerden kesilen her bir yaprak gibi; geçmiş her zaman sarı anılacak. Sahi neden geçmiş hep sarı durur?
Ömrümden bir yıl daha eksildi; gidişin bir sonbahardı!
Gece yakın bir zamanda, kahve boşalmış herkes yeni yılı kutlamaya çıkmıştı. Yekman baba, işlerini bitirmiş olarak yanıma geldi. Yekman baba:
“Deman… Anlat bakalım hayatla ilişkilerin nasıl geçti?
Theo’nun sözleri aklıma geldi:
“Ve kahrolduğum zamansızlıklar.. Yıllarca, görmeye cesaret edilememiş bir mezarın toprağına gömdüğüm kelimeler. Üstünde her şey için özür dilediğim, transparan bir kağıt. Pişmanlıklarım, kavgalarım, duvarlarım.. Ve artık beni asla duyamayacak olan çocukluk kahramanıma anlattığım, can kırıklarım… Bir de tellere asılmış duran hayaletler var… geçmişimde. En çok hangisi can yakıyor kestiremiyorum. Uzaktan, sislerin arasından, çok şiirsel görünüyorlar. Ama acı, her yerde acı… Sen hissetmiyorsun diye, varlığı inkar edilemiyor. Hoş, bazen, gördüğünü bile inkar edebiliyor insan. Neye istiyorsa, ona inanıyor. İnanmak önemli! Zira inancı kaybettiğimiz zaman, ne kadar anlatsak da anlaşılmıyor. Neticede; durduğun zaman, durmuyor zaman…
II
Alıp getirecek seni, biliyorum…
En şık en moda elbiselerimi giyindim bugün. Mevsim de kış ama bahar tadında; kırlangıçlar erken düştü. Herkes gibi karşıdan gelecek hızlı mavi treni beklemedeyim. Mavi-beyaz renkli, mozaikli duvarları ihtişamlı, bahçesinde çeşit çeşit çiçeklerle donatılmış yeni İstasyon, gelen ve gidenlerin üzerinde iyimserlik bırakıyordu sanki.
Kar kuşları, kursaklarına buğday habbeleri indirirken kah konup kah uçuşuyorlardı ve yaşlı makasçı artık rayların başında değil kendi özel odasında otomatik butonlarla makasları değiştiriyor olmalı ki artık dışarılarda gözükmüyordu.
Mavi hızlı tren geliyordu, sen geliyordun…
Yeni bir yıla, yeni bir hayatta bir merhabasına geliyordun. Tren rayları döve döve önümde dururken herkes kadar ben de sabırsızdım. Önümden geçen her vagona bakıyordum. Tren durmuş ben durmuyordum çünkü sen yoktun; dünler gibi! Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Tekrar sağa sola bakındım ama yoktun işte. Mesajında “onikide geliyorum” diye yazmıştın. Delireceğimi gören güvenlik görevlisi telaşla yanıma geldi “Bir sorun mu var” ben gözlerinin içine bakarak “evet, var… onikide gelen bir yolcum vardı fakat kendisini bulamadım!” güvenlik görevlisi gayet sakince “ gece oniki olmalı” dedi. Sahi ya, bozuk bir saat bile günde iki defa doğruyu gösteriyordu; geceyi beklemeye kaldım. Zaman durmuş, ötelediğim bütün mutlu anları düşündüm. Sevdiklerime fazla vakit ayıramadığım anlara hayıflanıyordum.
“Yaşamı tanımak için o kadar çok vakit harcadı ki, kendisi yaşayamadı.” Theo
Saatler geçmek bilmiyordu, zaman durmuş ve duruyordum. Geçmişim bir film şeridinden geçiyor gibiydi…
“Bir çığlık, ayrılığın, hasretin, gidip de dönememenin sararmış fotoğrafı.”
Mavi- Turuncu istasyonda bırakıp kendi hayatıma, yalnızlığıma dönüyordum. Gece yarısı treni gelip geçmişti ve sen yoktun. Acılara tanık etmiş gözlerim bir kez daha yokluğuna alışmalıydı. Senlik ve yokluğun arasındaki zıtlıkları yaşıyorum ve hayat, özelikle bana çok acımasız davrandı. Gece tam çökerken sis bulutları her tarafı kaplamış sanki beni gizlemek istercesine git gide koyulaşıyordu ve şimdi yüreğimde sessiz bir çığlıkla kalakaldım; hoşçakal..
31-12-2016 / 00-00
YORUMLAR
“Ve kahrolduğum zamansızlıklar.. Yıllarca, görmeye cesaret edilememiş bir mezarın toprağına gömdüğüm kelimeler. Üstünde her şey için özür dilediğim, transparan bir kağıt. Pişmanlıklarım, kavgalarım, duvarlarım.. Ve artık beni asla duyamayacak olan çocukluk kahramanıma anlattığım, can kırıklarım… Bir de tellere asılmış duran hayaletler var… geçmişimde. En çok hangisi can yakıyor kestiremiyorum. Uzaktan, sislerin arasından, çok şiirsel görünüyorlar. Ama acı, her yerde acı…" :(
Sevgili kalem çok yoğun ve içten duygularla yazılmış yazınızı okurken ne yalan söyleyeyim hüzünlendim...
Kaybettikten sonra,
hiçbir beklediğimiz aynı istasyona bir daha gelmiyor.. Gelmiş olsa bile kırgınlıklar ve pişmanlıklar karşılıyor geçen zamanı..
Günümün yazısıydı...
Tebrik ediyor mutlu yıllar diliyorum.
DemAN
Sevgiyle kalın
tüm istasyonların rengi soluktur... ayrılığın sisi çöker zira... ve tüm istasyonların gözü yaşlıdır...İşte tam orada durur zaman... Kıpırtısız kalır insan. Geriye dönüş karanlıktır. zaten bir adım dahi ileriye bakamaz insan...Kimsesizliğin ıssızlığın ve yalnızlığın acısı çökünce..
ne fark eder trenin rengi...aynı çığlığı yutkunurken insan...
Kaleme sevgi saygıyla....