- 1042 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
-YAŞAMA KİŞİSEL GELİŞİM PENCERESİNDEN BAKMAK-
“Bazı hecelere veya sözcüklere görece daha fazla önem yüklemektir.” Google’da Vikipedi kaynaklı karşılaştığım bir tanımlamadır ki, bildiğimiz gibi vurgu’nun tanımı olmaktadır.
Aşkın, yarın film izlemek için Akün sinemasına gidecek.
Aşkın, yarın film izlemek için Akün sinemasına gidecek.
Aşkın, yarın film izlemek için Akün sinemasına gidecek.
Aşkın, yarın film izlemek için Akün sinemasına gidecek.
Aşkın, yarın film izlemek için Akün sinemasına gidecek.
Açıktır ki, cümlenin hangi kelime ya da bölümüne ağırlık verilirse vurgulamanın ağırlık merkezi, cümlenin kırılma noktası orası olmaktadır. Tabi burada Aşkın isminde birinden söz edilmekle beraber, farklı bir anlam yükleyerek sözü söyleyenin karşı tarafa kendisinden söz etmesi de mümkündür. Bu şekilde anlarsak kişinin sevgilisine, kendisini kastederek aşkın gidecek yani ben gideceğim demesi de umulur. Şüphesiz bu tarz bir anlam yüklemesi karşı tarafın derhal şu soruyu sormasına cevaz verecektir. Bensiz mi? Hele ki soruyu soran bir hanımsa vurgunun yanı sıra tonlamayı da hesaba katmak gerekir.
Tabi konu dilbilgisi değil. Açıkçası, bir insan kaynakları etkinliğinden ve izlediğim bir sunumda zihnimde oluşan çağrışımın son perdesinden söz ediyorum. TI Otomotiv adına İnsan Kaynakları Politikaları başlıklı bir sunum yapan konuşmacının bir cümlesinin bende uyandırdığı izlenimden söz ediyorum. “İşi en iyi yapan bilir” Burada bir an için şunu sorabilirsiniz. İşi en iyi bilen yapan mıdır? Yoksa işi, en iyi yapan mı bilir? Yani en iyiyi baz alarak bir çan eğrisi mi oluşturmalıyız? Elbette, kurcalamaya hatta “öküz altında buzağı aramaya” gerek olmadığı da düşünülebilir. Yukarıdaki sözde asıl olan işi yapanın en iyi bileceğidir. Öyle ya! İşi yapan da bilmezse kim bilecek, değil mi? Benimkisi biraz da “gönül sohbet ister kahve bahane” modunda.
Programda izlediğim diğer bir sunum ise bir üniversite öğretim görevlisi olan Erim Hısım tarafından gerçekleştirilir. Konuşmasının başında programının dört saat sürebileceğini iletmesi ve bunu nasıl karşılayacağımızı sorması latife miydi ya da nabzımızı mı ölçtü emin değilim ama bizlerle hısım olmak isteyip istemediğini düşündürmedi de değil. Tabi çoğu izleyici paniklesede bir katılımcının size bağlı demesi mantık arzeder. Gerçekten de öyle konuşmacı vardır, yarım saat dinlemek bile bizar edebilir.
Belirtmeliyiz ki, Erim Hısım hocanın yaptığı sunum stand up bir seyir takip etmesiyle ilgiyi katlamaktadır. Hatta salonun tıka basa doluluğu ve ayakta izleyenlerin yoğunluğu göz önüne alınırsa programın daha büyük bir salonda ya da anfide düzenlenmemesi kayıp olarak değerlendirilebilir.
Bir ara kendinizi bir kelimeyle tanımlasanız bu ne olurdu sorusu programı hareketlendirir. Bir izleyicinin avokado olurdum demesi hocayı neden sorusuna sevk eder. Dinleyici avokadonun hücre yenileyici işlevinden söz ederken kurumsal ortamda kendimi yenileyici olarak tanımlıyorum sözü farklı bir yaklaşım olarak düşünülebilir.
Erim hocanın sunumunu oyunlarla süslemesi de ortamı hayli ısıtmaktadır. Açıktır ki, iki saatlik sunum esnasında zamanın nasıl geçtiğinin anlaşılmamasında etkili bir yöntem olduğu söylenebilir.
Hocanın, başarılı insanların farklı hatta kimi aykırı özelliklerinden söz ederken; mafya dünyasından verdiği bir örnekse ayrıca dikkat çekicidir. Bir zamanların ünlü mafya babalarından Al Capone’nin “Çocukken akşamları yatmadan önce, tanrıya bana bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün tanrının çalışma prensibinin bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce tanrıya günahlarımı affetmesi için dua ettim.” Demesini etik açıdan sorgulasa da ilginç bulduğunu söylemektedir.
Açıkçası Al Capone örneği beni yıllar önce izlediğim bir filme de götürür. Ünlü mafya babasının hayatını konu edinen filmde hasımlarını gaddarca öldürtmesinden örnekler de vardır. Bir defasında rakip çetenin elemanlarını adamlarına öldürtür. Nasıl mı? Polis kıyafeti giyinmiş adamlar hasım çetenin mensuplarını bir garajda kıstırır. Hepsini duvara dizdirip kurşun yağmuruna tutarlar. Yine bir keresinde rakip babaları yemeğe davet eder. Yemeğin ilerleyen bölümünde sarhoşluk da biraz artmışken konuklarını adamları vasıtasıyla oturdukları koltuğa bağlattırır ve hepsinin kafasını beyzbol sopasıyla patlatır. Hiç şüphesiz “su testisi su yolunda kırılır” sözü de akla gelebilir.
Peki, Al Capone’nin sonu nasıl olur? Hapse düştüğü dönemde frengi hastalığı da peyda olur ve beynini kemirir. Hapisten sonraki günlerinde artık mafya babası olmayıp evinde ölümü bekleyen biridir. Bir an için Al Capone’nin yukarıdaki örnekte sergilediği bakış açısıyla yaklaşırsak akla şu soru gelebilir: Yoksa, tanrının çalışma prensibi bu mudur?
Kuşkusuz, bu yaklaşımımı etik bulmayanlar da olacaktır. Öyle ya, bir insanın çocukken bisiklet çalıp sonra da tanrım beni affet şeklinde yakarmasındaki safi duruşdan söz edilebilir. Oysa örnek dikkatle incelenirse, Al Capone’nin çocukken de hiç sıradan bir çocuğa benzemediği derhal fark edilecektir. Açıkça, muhterem bir çocuk gibi durmamaktadır. Ayrıca, yetişkinlik sürecinde ve ilerleyen dönemlerde izlediği siyasette nasıl bir ego yüklemesi vardır? Kendisini adeta ilahlaştıran bir duruş yok mudur acep?
Bir zamanların meşhur psikiyatristi Mazhar Osman’ın bir tanımlaması aklıma geliyor. Eski bir öğrencisi yıllar sonra önce belediye reisi sonra da vali olur. Tam da o dönemde bir gazetecinin; artık ünlü biri olan bu eski öğrencinin kendisini uzun yıllardır ziyaret etmediğini, arayıp sormadığını hatırlatması üzerine Mazhar Osman şu cevabı verecektir. O, şu an neden beni arasın, bana ihtiyacı yok ki, ilerde milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olsa yine beni aramayacaktır. Ancak ondan sonra kendisini tanrı olarak görür, işte o zaman onu bana getirirler.
Nihayet, kişisel gelişim seminerlerinin hatırı sayılır bir katkısından söz edebiliriz. Demem o ki, bu tip programların gerek öğretici gerekse düşünceyi harekete geçirici yönü vitrin değer taşımaktadır. Kuşkusuz kahve molalarını da unutmamak gerekir.
L.T.
YORUMLAR
levent taner
Katılımınızla şeref bahşettiniz
Saygı ve selamlarımla...
sayfaya her uğradığımda bana bir şeyler katan dost kalem
kutlarım
saygılarımla
levent taner
Katılımınızla şeref bahşettiniz
Saygı ve selamlarımla...
Yaşama her kişi kendi kişisel gelişim penceresinden bakıyor..
Ama onları o pencerenin önüne getiren kişiler en önemli yeri tutuyor.
Zira o pencereden bakan kişi, onu oraya kadar getiren kişi nedeniyle
gördüklerine anlam yükleyebiliyor ve bakış açısını genişletebiliyor
ya da tam tersi..
Ben şimdiler de aynı huzuru, mutluluğu yakalayamasam da, baktığım pencereye
ve gördüğüm perspektife hep şükrettim.
Sevgiler,
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
levent taner
Katılımınızla şeref bahşettiniz
Saygı ve selamlarımla...