- 444 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÖZLER Mİ SÖZLER Mİ?
GÖZLER Mİ SÖZLER Mİ?
Pencereye yaklaştım. Elimi hafifçe perdeye götürdüm. Pencereleri ağzına kadar açtım. Yüzüme seher yeli vurdu. Gözlerim birbiriyle dans eden kırlangıçlara kaydı.
Renklerin ve seslerin ahengi beni âdete kendimden geçirdi. İrkildim, hadi hadi artık hayata dalma vakti. Bu günkü randevuyu unutmamalıyım. Beni sıkmayan rahat şeyler giyerek güne, mutlu bir şekilde başladım.
Gideceğim yer uzakta değil yakın. Sokağa indim. Bir an önce olduğum yerden uzaklaşmak istiyorum. İnsanlar üzerime üzerime geliyor. Şehirde yaşamak artık zulüm.
Durağa vardım. İlk minibüse bindim. Parayı uzatınca şoför “Bozuk yok muydu abi?” dedi. “10 TL tam mı olur?” dedim. Onunla küçük bir tartışma yaşadıktan sonra geleceğim yere ulaştım. Arabadan yavaş adımlarla indim. Kır kahvehanesi tadında bir yerdeyim. Burasını çok sevdim. Arzularımın kesişme noktası gibi. Hem şehir hem köy havasını birden barındırıyor. Manzaralı bir köşeye oturdum.
Kuru, kara garson gelerek “Abi ne içersin?” dedi.
“Bir çay getirirsen sevinirim.”
Çok geçmeden beklediğim arkadaş geldi. Ayağa kalktım, buyur ettim. Merhabalaştıktan sonra yerimize oturduk. Hoş, beş faslından sonra hep yaptığım şeyi yaptım; onun gözlerine baktım. Gözler insanın ruh hâlinin bir yansımasıdır. Gözlerinde güvercin tedirginliği var. Her an bir avcı ona yakalayacakmış gibi davranış sergiliyor. Şaşırdım. “Hayırdır neden tedirginsin?” dediğimde. “Tedirgin olduğumu kim söyledi ki?” dedi. “Ama gözlerin seni ele veriyor” dediğimde; o gözlerde ki tedirginliğin yerini bu kez hafif bir tebessüm ve rahatlama aldı.
“Görüşmeyeli hayli zaman oldu. Tedirginliğin dışında hayatın sana kattığı şeyler neler oldu?”
“Nasıl başlayacağını ve hangi sorunsalı deşeceğini bilemedim. Bilmem ki?”
“Ben söyledim kusuruma bakmayın ne içersiniz?”
O da “Söylediğiniz şeyin aynısını benim için de sipariş verebilirsiniz.”
Garson çok geçmeden çayımı masanın kenarına koydu ve siz bir şey içer misiniz demesine fırsat vermeden hemen “Bir çay da arkadaş için alabilir miyiz?” dedim.
Kadın, “Çok naziksiniz sağ olun.”
“Yol bir adımla, konuşma bir sözle başlar der ve devam eder. Sohbetler de iki kişiyle başlar ve uzar gider. İnsan bazen sıkılır bu durumdan bazen ise bir masal dinler gibi keyif alır. Ama sizi çok rahatsız gördüm.”
“Sohbetin konusu özel olunca… Aslına bakarsan alışık da değilim. Şimdi donakaldım. Telaşım ya da tedirginliğim belki de bundandır.”
Çay masaya geldiğinde bir yudum aldı. Sonra sırtını sandalyeye iyice dayadı. Gözetleniyor hissiyle çevresine baktı. Ama çevrede onu gözetleyen bir çift göz bile yoktu. Herkes kendi hâlinde yanındakiyle karşısındakiyle bir şeyler konuşuyordu.
“Yahu sonunda iki yetişkin insanız. Bu tedirginlik neden ki? Biraz gevşeyiniz küçük hanım. Sizi rahatsız eden şeyler nelerdir? Ne konuşmak isterseniz onu duymak isterim.”
“Yaşadıklarım gösterdi ki gözümde büyüyen herkes ve her şey korkutuyor beni.”
“Korkunun ecele faydası olmaz, derler büyüklerimiz.”
“Sorunlarımızı çözmeden atıyoruz içimize. Oysa o sorunlar bir gün çığ olup düşüyor üstümüze. Ne kadar insan başarıyor bunu hiç düşündün mü?”
Konuşma kendiliğinden güncel sorunlar ve onun üstesinden gelme biçimleri üzerine doğru kaymaya başladı. Hesapta olmayan bir şeydi. Neye niyet neye kısmet.
“Bazen büyük gördüğümüz şeylerin onların büyüklüğünden değil bizim sorunu algılamayışımızdan kaynaklandığı gerçeğiyle yüz yüze geldim. Hâlime söz geçirmek istedim o anlarda. Ama ne mümkün bir defa işler ters gitmeye görsün.” dedi küçük kadın.
Güzellikler yanı başımızda dururken insanlar hep olumsuzlukları bilincinde tutar. O güzel şeylerin mahvetmeyi de başarıyor başımızda duranlar. Ağız dolusu bir kahkaha bıraktı ortama. Etrafta kulak kabartmalar ve aşırı iğdiş edici bakışlar.
Küçük kadın, iletişim dilinin kendine ağır geldiğini düşündü. Anlamadığı hâlde tamam, öyledir ya da ilginç tanımlamalarıyla sohbetin içinden düşmedi. Sonra abartılı kahkahanın sonunda masalarına bakan gözlerin devamını var mı diye etrafı süzdü. Kendimi kaptırmış sanki akademi de ders veriyorum havasına girmiştim o kısacık aralıkta. Attığım kahkaha hiç de yakışmadı oraya. Etrafa bakınmasından anladım iyice sıkıldı ya da sıkıştı bu durumdan.
“Sizi anlıyorum zordur yaşamda kadın olmak. Bir de eğer güzelsen sana katacağı zahmet ve ziyanın haddi hesabı olmaz. Oysa sözcükler öyle midir? Bir başkadır, onun büyüsü. Kapılır gidersin tıpkı şimdi olduğu gibi.”
“Anlayamadım, bu nasıl olacak ki?”
“Henüz sözcüklerle büyütemedik sohbeti. Onun için anlayamamış olman doğal değil mi? Bunu her eli kalem tutan ve okur başarır. Sohbetin derinliğine dalamamanın nedeni boğulurum kaygısındandır. Ama hiç korkmana gerek yok ki. Ne sözcüklerle boğarım seni ne de tanımsız anlamsız şeylerle. Eğer burası bir denizse ikimiz ya birlikte yüzeceğiz ya da birlikte boğulacağız. Onun için anca beraber, kanca beraber.” dedi.
“Sözcükler sadedir, yol göstericidir. Onları günaha iten demeyelim de onları günah sayılan eylemlere çağrıcı olarak kullananlar vardır. İnsanlar hep günahlarını başkalarına bırakmayı ya da onların üstüne atmayı severler.”
“Bir günah varsa Tanrı onu görür ve tartacak olan odur. İnsanların eksikleriyle, gedikleriyle bir tartısı var hayatta.”
“Ey kör!
Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur, boş!”
“Ne güzel sözler bunlar böyle. Boşluk ve hoşluk arasında giden bir hayat tasviri. Biz hangi tarafın kullarıyız acep, bilmiyorum. Herkes kendisiyle baş başa sonunda. Kendi sözcüklerimizi kullanıp hayatı ona göre kurgulamıyor ve yaşamıyor muyuz?
“Tabii ki herkes güzel olacağını düşlediği şeyleri yaşamak için düşünür. Olanakları ölçüsünde yaşar ve yaşatır bütün bu olanları. İçinde barındırdıklarıyla birlikte buna kısaca yaşam diyorlar.”
“Bütün olup bitenleri güzel tanımladınız. Ama hep bir eksik kalıyor anlatılanlar. Hep bir eksik yaşadığımız gibi. Bu da bizim hâlen algı sorunumuz ya da yaşamdaki ilkelerimizi tam olarak biçimlendiremememizle ilgili olmalıdır.”
“Yaşam sorunsalı bir ilkesel tutumla birlikte hareket etmektedir. Sözcüklere yüklediğimiz anlamların ötesinde o sözcüklerin yaşamın içinde ne kadar bizimle içselleştiği ya da bizim söylediklerimizle yaptıklarımızın uyumu; toprakla suyun uyumu gibi mi yoksa ateşle barutun birlikte yarattığı fırtına gibi mi, demeliyiz.”
“İnsan doğası gereği ihtiyaçlarını karşılamak için hayatın içine akıyor. Her şey istediği gibi gitmiyor ya da gidemiyor. Bizim dışımızdaki faktörleri göz ardı ederek yaşarsak bunlar bir biçimde gidiyor gibi durabilir ama burada da sonuçta duvara toslamamız anlık şey. Üretim ve yönetim ilişkisi içinde bizim tasarruflarımız ve tasavvuflarımızla hayatınkiler çok farklı. Bu nedenle ilkesel olarak çizdiğimiz bazı şeyler, ayakları üzerine durmuyor. Bu, bizi yeniden bir duygu ve düşünce metaforunun içine sokup başka yol ve yöntemler aramaya itiyor.”
“Sözcükler ah bu sözcükler. Sanki dünya bunların üzerine inşa ediliyor. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Biz sözcükleri cımbızla çeker gibi kendimizi anlatabilmek için ayıklıyoruz. Bu aklıyla dünyaya hüküm eden bu canlılar ne çok kurnaz ve hoyratlar bir bilsek.”
“Sözcükler biriktiriyoruz tıpkı çiçekler gibi. Çoğaltıyoruz konuşurken, çoğalıyor onlar bizim ardımızdan birer ikişer.”
“Siz en azından ne yapacağınızı ya da ne yapmak istediğinizi biliyorsunuz. Ben ise inan onu da bilmiyorum. Şaşkınım bu dünyada.”
“Böyle dedin de bir hüzün çöktü bedenime/kalbime, bir sızı teğet geçti şimdi sürünerek.”
“Neden böyle dediniz ki? Oysa hayatı anlamaya ve kavramaya çalışıyorum. Ama yetersiz kalıyorum. Yetersiz bırakıldım ve bırakıldı tüm hem cinslerimiz. Onun için bize boşuna mı ‘eksik etek’ diyorlar.”
“Eksik etek sözü buradan mı geliyor bilmiyorum ama bir algı yönetimi var sosyal ilişkilerde kadını zayıf gören; kadının da bu gerçeği kabullenişi.”
“Şimdi kadın sorunsalına girmek bile istemiyorum. Ne için görüşecektik sohbet ne hâle döndü... Siz birikim sahibisiniz. Her şeye bir kulp buluyor ve keskin yanıtlar veriyorsunuz. Ben ise bazen açık söylemek gerekirse anlamıyorum. Konuşmanın bütünden ne demek istediğinizi anlamaya çalışıyorum sadece.”
“Her konuşma, bir ara başlık, her sözcük… Bunlar tarihsel olarak ortaya çıkacak ya da duygusal olarak gelişecek olayların bir başlangıcı ya da girizgâhı olacaktır. Senin sözlerde bir aralığın olduğu gibi yaşamında da aralıklar var. Oradan sızmak istememden kaynaklı bütün bunlar diyebilirim. Ve beni anlamak ise seni anlamanın ötesinde basit kaldığı için başka bir zorluk doğurmaktadır. Tek başına anlaşılmazlık çok anlamlı sözler ifade etmekle olmuyor. Bazen basit kalarak ve konuşarak da bir anlamsızlık ya da anlaşılmazlık yaratılıyor. Bunun bilincindeyim. Bu nedenledir ki benim anlaşılmazlığım karşıya ulaşmamın ötesinde karşının da bana ulaşmasında zorluk yaratmaktadır. İnsana ulaşmak karayoluyla olmuyor vesselam. Bütün yolları denemek lazım” diyorum.
“Size ulaşmakta bütün yöntemler denenebilir: Kara, hava ya da deniz. Buradaki yolların fiziksel olarak ya da alt yapı olarak düzensiz oluşundan değil bir rehberin olamayışından ulaşılmaz size ancak, diyorum.”
“Bir rehber mi gerekiyor her yola çıkışında ya da bireye ulaşımda? Biraz önce ifade ettiğimiz gibi sözcükler birer rehberdir buralarda.”
“İşte, güzel bir yaklaşım ama bunlar kim ya da kimler tarafından ifade ediliyor. Bu önemli. Sözcükler onu kullananlardan daha özgürdür. Her zaman her yerdedirler. İstedikleri gibi dolaşırlar sağda solda.”
“O zaman ne olacak hâlim ve ahvalim.”
“Duvarların çok kalın ve giriş için bir kapı bile yok. Kim ne yapabilir ki kapısız bir yer noktasında. Kimi belki duvarlarındaki zayıf noktalarla uğraşıyor kimi ise uğraşmak yerine çekip gidiyordur.”
“Dışımda olduğu gibi içimde bile kendim için duvarlar ördüm. Kimseye geçit vermem diye düşünürken zayıflıklarımın olduğunu gördüm. Aslında çok değil az bir uğraşıyla zayıf noktalarım ortaya çıktı. Oysa insanlar hep sorunsuz ve uğraşışız bir hayat istedikleri gibi karşılarında böyle bir insan istemektedirler. Sırf insanlar benimle uğraşsın ya da bana ulaşmasın diye değil, koruma içgüdülerimle hareket ettiğim için bütün bunlar.”
“Bu anlatımlarınız hiç şüphe yok ki tüm insanlarda bilerek ya da bilmeyerek gelişmektedir. Buna koruma içgüdüsü diyebiliriz. Çok şüphecilik insanın kendine olan yoğunluğunu kaybettirip başka bir kanala kaymasına neden olur. Bu da toplumsal yaşamda diğer insanlarla iletişim kurmada zorluklara neden olur. Bu alan psikolojinin alanına girmektedir.”
“Siz şimdi bana bir psikologa mı görün diyorsunuz? O kadar da değil. Her şey aslında benim kontrolümde. Bu süreci çok kontrollü atlatmalıyım yoksa ileriki süreçlerde sizin anlattığınız temelde daha çok sorun yaşayabilirim. Ama bu durumda destekte almak gerek. Bunu kendime sormadım değil. Sanırım bu durum beni biraz daha korkutuyor. O nedenle kendime toz kondurmak istemiyorum.”
“İnsan karışık ve kompleksi bir varlıktır. Zayıflıklarıyla, kuvvetiyle, zaaflarıyla, tasarruflarıyla, kinleri ve nefretleriyle, sevgi ve aşklarıyla; bütün bunları yaşayıp yaşattırıp yoluna devam edecektir. Bunlar insanların zayıf ya da zaaflı yanlarıyla ilgili değil o alandaki açmazlarını tamamlayamadıklarıyla ilgilidir. Ve hayat bütün bunlarla birlikte sürecektir. İnsan tam da bu yanlarıyla erdemleşiyor ve büyüyor. Yani insanlaşma süreci böyle gelişiyor.”
“Evet, bu konudaki fikrinize katılıyorum. Doğru. Biz yanlışı, doğruyu, kötüyü bileceğiz ki iyiyi anlayalım.”
“Dünyamız her şeyi içinde barındırıyor. Bir mağarada dahi yaşasak bu duygusallıklardan ya da insana dair düşüncelerden tamamen kopamayacağız. Düşüncelerimizi hep kendimizle yaşatacağız. Dünya nimetleri, bizi kendine çekecek. En ilkelimizden en gelişkin olanımıza kadar.”
“İnsanı anlamak önce kendimizi anlamaktan geçiyor değil mi? Bütün bunların uluorta olduğu bir yerde; tat almamak, pişmanlık duymamak ve buna benzer birçok duygudaş ve karşıtı yaşamı bir serüven gibi görmemek olmaz. Bu anlatımlarınızdan yola çıkarak bunu ifade edebiliriz değil mi? Özcesi ‘yaşamak bir serüven’ diyorum.
“Evet, evet güzel bir tanımlama; yaşamak bir serüvendir. Heyecanlı, duygulu, kavgalı ve bir sürü gelgitleri içinde barındıran.”
“Bizi biz yapan bu şeyler insanı yoruyor. Sanki dünyayı sırtına almış taşıyan benim gibi geliyor inan. Evet, hep hataları görüyoruz bütün bunlardan. Oysa sizin de ifade ettiğiniz gibi güzelliklerde bunun içinde görmesini bilirsek tabi ki.”
Etrafı iyice kolaçan ettim. Gözüm uzakta bir şeye takıldı. Gördüğüm şey o değildi. Görmeyi arzu etmediğim birisiydi. Sonra konuya döndüm. “Bu da insanın yaşamla sınavı diyelim. Ya işte aradığım şey ya da bak bu gördüğüm şey ne kadar güzel bir şey dediklerimiz olacak hep.”
Bu kez kadının gözü farklı bir alana odaklandı. Gördüğü şey çoktan aradığı bir çiçekti. Kafasına yer etti. Çok uzun sürmeden konuya döndü. “Ya bu sınavda bana çok kazık sorular çıkıyor. Hep tökezliyorum.” dedi.
Verilen bu yanıta gayriihtiyarî ağız dolusu bir kahkaha attım. Yanıta pek bir keyiflendim. “Kime basit soru(n)lar çıkıyor ki?”
Kadın omzundan sarmaşık gibi önüne dökülen saçlarını eline aldı. Örer gibi yaptı. Sanırım bu koca adamın koca kahkahası canını sıktı. Bu söyleşiyi bitirmek istedi.
“Omuzlarıma inen şu saçların hiç farkında bile değilim. Ama insanların sözleriyle kalbime binmeleri daha ağır gelir. Ya çoğu insanın birbirlerinin sırtına binmesine ne demeli? Ve adamlar hep böyle; her şeyde, her yerde.” dedi.
Gözlerimin içine baktığının farkındaydım. Sözcükleri geçiştirebilirim, kurduğum zırhlarla. Ya gözler? Sözcüklerden çok daha etkilidir. Onlar için henüz bir zırh daha yapılmadı. Bana doğrulan bir çift göz karşısında ben gözlerimi doğrulttum koskoca bir boşluğa.