- 406 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK- 17
Kerhaneden ayrıldıkları günün akşamı hemen beş yıldızlı bir otele gidip yerleştiler. Ne yapacaklarına karar vermeden önce felekten bir gece geçirmek istiyorlardı. Etraf pavyonlarla doluydu. Şöyle iyice kafayı bulmak, geçmişe sünger çekmek gerekliydi. Az ileride AVM.deki mağazaların birinden yeni üst baş alıp, kılık kıyafeti değiştirmekte fayda vardı. Göz göze, el ele otelin salonuna indiler. İki sade kahve söyleyip karşılıklı oturdular. Normal müşteri olmadıkları her hallerinden belli oluyordu. Tırnak Çocuk’un yumurta topuk ayakkabılarıyla yürüyüşünden asalet akıyordu âdeta. Boy bir seksen beş, kilo yüzün üzerindeydi. Saçlar Cüneyt Arkın vari geriye doğru jolelenmiş, gömleği üç düğme açılmış, balta girmemiş ormanları aratmayacak şekilde göğsündeki kıllar dışarıya fırlamış, altın kolyesi yürüdükçe kılların üzerinden sağa sola yaylanıyordu. Sağ elinin orta parmağındaki altın taşlı yüzük güneş gibi parlıyordu. Yaptığı kavgalarda bu altın taşlı yüzük onun koruyucu silahıydı. İlk darbeyi kendisi yapar, yumruğu rakibinin burnuna patlattığında kanlar fışkırtırdı.
Naciye’nin de ondan kalır tarafı yoktu. Sanki tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu. Naciye’nin boyu, sevgilisinin omuzlarına geliyordu. Kilo, yetmişbeşti. Biraz daha kilo alsa iyi olacaktı. Tırnak Çocuk, “ ben etli butlu avratlardan hoşlanırım, elimi atınca dalağı elime gelmeli, “ dedikten sonra iştahı birden bire açılmıştı. Buğday tenli, hilal kaşlı, kirpikleri ok gibi, ceylan bakışlı, kalkık burunlu, kelebek dudaklı, oval çeneli dehşet bir yosmaydı. Memeleri patlamaya hazır bomba, kalçaları dağlardan yuvarlanan kaya gibi sertti. Yürüdükçe, yerler dokuz şiddetinde sallanıyor, onu seyreden erkekler kalp yetmezliğinden anında cehennemi boyluyorlardı. Kadınlar ise derin bir ah çekip, biz de kadın mıyız dercesine gıpta ile bakmadan edemiyorlardı. Gamzeleri ise onu daha da seksi kılıyor aşk tanrıçası Afrodit, Naciye’nin yanında solda sıfır kalıyordu.
Kollar çapraz şekilde birbirlerine kahvelerini ikram ediyorlar, gözler âşk ateşiyle yanıp kavruluyordu.
Tırnak Çocuk:
“ Nasılsın sevgilim, Naciyem?”
“ Senin yanında çok mutluyum kocacığım. Bundan böyle benim adım Necmiye. Orospu olmadan önceki ismim. Orospu Naciye artık mazide kaldı, bir daha anılmamak üzere yerin dibine girdi ve oradan bin yıl geçse de çıkmayacak. Anladın mı canım?”
“Peki Necmiye’m, sen ne dersen o olacak bundan böyle. Eski günler geride kaldı. “
“Cüneyt Bey, sevgilim!”
“ Necmiye’m, aşkım! ”
Kahvelerini içer içmez hemen mağazaya girdiler. Bay ve bayan tezgâhtarlar fır dönüyorlardı Necmiye Hanım ve Cüneyt Bey’in etraflarında. Bir iki elbise denedikten sonra en pahalısından ikişer takım aldılar. Üstlerindekini orada bırakıp yenisini hemen giydiler. Diğer takımları ise bol bahşiş vererek, kaldıkları otele götürmelerini rica ettiler. Bol bahşişi gören tezgâhtar, adeta havalara uçtu. Mağazanın sorumlu müdürü, bahşişin yarısını kendi cebine zulalarken:
“ Beyefendi ve hanımefendinin elbiselerini otele bırakıver, “ diye ince ayar çekti tezgâhtara.
Mağazadan ayakkabılarını da almayı ihmal etmediler. Necmiye Hanım’ın ki sivri, Cüneyt Bey’in ki de yumurta topuktu yine. Huylu huyundan vazgeçer miydi hiç. Yedisinde neyse yetmişinde de aynıydı. Necmiye’nin iç çamaşırları da dahil, elbisesi kırmızıydı. Kırmızı renk favorisiydi Necmiye Hanım’ın. “Sanki kendimi patlamaya hazır yanardağ gibi hissederim kırmızıyı giydiğim zaman, “derdi. Eğer patlarsam lavlarım bile kırmızı akıp, önüme ne çıkarsa yakar geçerim, dedikçe Cüneyt Bey, bıyık altından sırıtıyordu. Sırıttıkça öndeki iki altın dişi parım parım parlıyordu. Cüney Bey’in yeni elbiselerini giyerken yine gömleğinin üç düğmesini açmaya çalıştıkça tezgâhtar kız, düğmeleri Cüneyt Bey unutmuş sanarak kapamaya çalışırken:
“ Kızım, sen ne yapıyorsun, üzerimdeki bütün delikleri kapatacaksın neredeyse, beni boğmaya mı niyetlisin yoksa?”
“Aman efendim ne münasebet!”
Benim hayat tarzım böyledir, sınırsız özgür hissetmeliyim kendimi. Yakam açık olacak, ormanlarım dışarıya fırlayacak madalyam, sağa sola yuvarlanacak. Anladın mı? “
“Anladım efendim! ”
Mağazadan ayrıldıktan sonra “ biraz kaldırımda yürüyelim, bacaklarımız açılsın, “dediler. İki sevgili el ele yürüdükçe bütün bakışlar ikili üzerine odaklandı. Yeşil ışık yandığı halde kırmızı yanmış gibi arabalar bir ân’da arka arkaya acı fren yaptılar. Seyrüsefer kilitlendi. Gerilerden acı acı gelen 112 Acilin siren sesleri duyulmasaydı, arapsaçına dönecekti ortalık. Kaldırımdaki kalabalık, kenarlara çekildiler. Bilet satan Talih Kuşçu, sattığı biletlerin parasını hesap etmeyi unutup, aval aval iki sevgilinin arkasından birkaç adım hareket edince bütün biletler, tezgâhı ile birlikte uçup gitti. Saatlerdir avını bekleyen avcı misali, yankesiciye gün doğmuştu…Bul karoyu al parayı diyen kaldırım kumarcısı, işine mola verip bu ikili afeti seyretmekten kendini alamadı. Kalabalığın aralarında dolaşan sivil polisler, aradıklarını bulmuşçasına transa geçtiler. Az ileride binanın damından kendini aşağıya atmaya hazırlanan hayatından bıkmış bir intiharcı, kısa süreliğine eylemini erteledi. Cankurtaran ekibi, hava yastığını açmaktan vazgeçti.
İki sevgili nereye giderse, kalabalık da arkalarından gölge gibi takip ediyorlardı. Bütün hayat durmuş, Necmiye Hanım ve Cüneyt Bey’in güdümüne girmişti âdeta. Yumurta topuktan çıkan sesler, zangoçun çaldığı çan sesleri gibi “ tan tan” ediyordu kaldırım taşları üzerinde. Necmiye Hanım her attığı adımda dişilik saçıyordu etrafına. Onu izleyen hemcinsleri dudak büküp içten içe eriyorlardı “ böyle bir afet olamadık,” dercesine… Cüneyt Bey’in etrafındaki erkekler, sanki pandomim ustasının parmaklarındaki oyuncaklar gibiydiler. Cüneyt Bey, ne yaparsa onlar da aynısını yapmaya başlamışlardı. Herkes, gömleklerinin üç düğmesini çözdüler, ayakkabılarının topuklarını ezdiler, ceplerindeki tespihlerini çıkarıp onun gibi sallamaya başladılar. Bakışları da onunki gibi oldu. Kaşlarının biri Kaf Dağı’n da diğeri de Everest Tepesi’nde.
İkili, yanıp sönen neon ışıklarının bulunduğu sokağa saptılar. Kalabalık da aynı sokağa saptı. İkili, başlarını kaldırıp pavyonların isimlerini gözden geçirdiler. Kalabalık da aynısını yaptı.
“Bir demet çiçek alacaksın, sevgiline sunacaksın: âşkını ilan edeceksin!..”
Cüneyt Bey, cebinden para çıkarıp kaç lira diye sormadan en büyük kağıt parayı uzatıp, bir demet kırmızı gül aldı, üstü kalsın, dedi.
Kalabalıktaki erkekler de aynısını yapınca Çingen güzeli, neye uğradığını şaşırdı.
Yonca Pavyon’dan içeriye süzüldü iki sevgili. Arkasından gölge gibi takip eden kalabalığın çoğu fire vermişti, dışarıda soluğu aldılar. Daldıkları hâyâl aleminden uyandıklarında gerçek hayatın acımasız gerçekliğine geri dönüp dağıldılar.
İçeriye girer girmez ikili hemen kendilerini pistte buldular. Bunca yorgunluktan sonra hayatı sil baştan yeniden kotarmak istiyorlardı. Orospuluk morospuluk yoktu bundan böyle. Yeni bir yaşam ve umut dolu beklentiler olacaktı adımlarını attıklarında. Düşlerinde kâbuslar görmeyecek, sabahları farklı uyanacaklar gün boyu alınlarının teriyle ekmek parası kazanacaklardı.
Çalgıcı çoştuk çoşmuştu. Cüneyt Bey, seslendi:
“Angaranın Bağları’nı çalıver!”
İp attım ucu kaldı da tarakta gücü kaldı
Ben sevdim eller aldı da içimde acı kaldı
Ankara’nın bağları da büklüm büklüm yolları
Ne zaman sarhoş oldun da kaldıramıyon kolları
Elmayı yüke koydum da ağzını bükekoydum
Aldın yari elimden de boynumu bükekoydun
Cüneyt Bey’in göğsünden fırlayan madalyonu sağa sola dönüp duruyordu. Necmiye Hanım göbek attıkça kendisinden geçmiş, orospuluk günlerini çoktan unutmuştu. Bundan böyle Orospu Naciye gebermiş, Necmiye Hanım, yeniden doğmuştu…
YORUMLAR
Şu sıfatlar beni bitirdi :)
İntihar edecek şahıs vardı ya hani, bunları görünce bir an duraksadı. Can kurtaran çadırı topladı falan. Ben oraya takıldım. evet geniş birbakış açısı. Anında sokağı taradık. ama ben müntehirde kaldım. Keşke hazır çadır toplanmışken elin çiftini seyretmek yerine atlasaymış :)
Umarın hikayenin sonunda ölen olmaz. Bir kere de mutlu bitsin şu hikayeler.
Selamlar Ayhan Abi.