- 689 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YA, SİZ NEYİN HAYALİNİ KURUYORSUNUZ?
Sentezi tüm yanılgılarımın pür-ü pak neşemi ihbar eden yansız ve yarınsız tümceler belki de kefaretini ödemekse en alası ve istifledikçe tümden gelen hezeyanın da saf kan dilekçesi ise yaşadığımdansa yaşanmışlıklara mim çeken…
Bariz sakıncalar ve münferit bir dilekçe işte ihbar ettiğimin ötesinde inkâr edilmelerin yongasında mütereddit bir kelam kadar da kırılgan: Dünlere yüklediğim sayısız kontör ki hayra alamet olmasını dileyip de yanılgılarıma şerh düştüğüm ve ibraz edilen bedelin de anlık bir izdüşümü yorgun bir miladı yok saydığım…
Günün yüzü suyu hürmetine yarın’da kalmasını beyan edeceğim bir sevinç belki de özürlü düşlerimin anlık sayacı geriye doğru işlemeye başlamışken.
Kıyamda mı kıyımda mı şu eksen yoksa yandan çarklı bir işleyiş mi beratı verilen ya da hangi akla hizmetle bir bir döküyorum aklın çakıl taşlarını hani olur da peşi sıra giderim ben de esrikli aklımın kaçıncı boyutsuzluğunda mecalsiz bir terennüm iken sahiplenmek istediğim… İşkillendiğim ve içselleştirdiğim.
Teyit ettiğim ama tehir edemediğim ya da aksayan düzenekte aktarmalı bir yolculuğun planını dürüp rotasından sapmış iken bir kez varsıl bir ekseni de mal etmişken anlık bir rötuşla yan gelip yatan çetrefilli cümleler iken ansızın hidayete erişeceğimin garantisi. Öyle ya dün hükmedilmiştim bugün arşınlıyorum gerisin geri ya yarına çıkar mıyım demektense an’ı kurtarmak kadar da beyhude bir ikrar iken söz konusu.
Demem o ki, densizliğini göstermektense susmak.
Susmayı zaten bellemişken mimlenen girizgâhında anlamsız serzenişlerin ve bil mukabil deyip çekildiğim köşem.
Karaya çalan beyazı aklamak iken beyazın saflığında suç unsuru teşkil eden çocuk neşem. Bu da yetmezmiş gibi büyütmeyi beceremediğim önyargılarına ithaf en düzenek denen illetin metruk bir gezegen iken dünya bellediğim tek kişilik koltuğum o da yetmezmiş gibi kulp takmayı beceremediğim ama gölgelere de ihaneti asla yok sayamazken adsız sansız ve yansız o vurucu ritim kaybım ki melali bir yoksunluk girizgâhı anlamsızlık ve devinimi uçuk bir terennüm konmayı beceremediğim gök kubbede bin bir safsatayı yâd edip dün’lendirdiğim an’ımı anı belleyip de maziye gömmektense yarınlara erişmekten kesmişken umudu.
Kereler hem de sayısız.
Dünler zaten yorgun ve muhalif.
Yarınların kepengini ise henüz açmadım ki hoyrat bir rüzgârda savrulmayı da ben dilemedim oysa.
Sanıların sancıya dönüştüğü, sancıların hezeyana ve hezeyanları biriktirdiğim yine makber başlıklı şu yazım ki yaza yaza hangi kelamı yettireceğim de kalemin yaptığı tek bir rötuşu bile görmezden geleceğim yine de görünmezden gelinmenin usturuplu veryansınlarında bir mabedi yine ellerimle yıktığım…
Sona kurulu bir sayaç ama tetikleyicisi de şu ağlak kalem hem de ne için… Hele ki anlamlandırmayı adlandıramazken ama adları da yok sayıp sayımı mümkün olmayan devingen izleklerde rehin düşmüşken bir kez bu sefil benlik…
Feryat figan evren belli ki yanık kokusu yanılmışlığın yine har olmuş yine köz olmuş.
Sondan başa saymak nasıl da olası ve demlendikçe pervazında yükümlülük kadar da hicap yüklü bir ses adeta tüm sessizliği benimsemek kadar da muteber bir farkındalık.
Adsız rotasında adsız isyanların; göreceli kehanetlerin gönülsüz vazgeçişlerinde ve edimlerinde bilinmezliğin bildirgesi ile nizamı da kayıp bir tınıda asılsızlığın rehavetini soluklanırken pek de kolay olmasa gerek günü kaldığı yerden yamamak yine yansıyan güneş ışığını da ince ince işlerken kör karanlığa.
Adsız belki de anlamsız.
Varsıl olacağına hürmeten bir bir nakşeden doyumsuz ruh ki küpeştesinde her daim soru ve seçeneksiz de bir girizgâh sunan.
Tüm coşkuyu da bir kez katık yapmışken hani olmazın oluru bir sunumuna rast geliriz de muktedir olmadığımızdansa muteber bir yanılgıda istifleriz eseflerimizi.
Yankılar, yankılar…
Hürmet ettiğimiz yine o pejmürde boş vermişlikler.
Densiz tezahüründe yılgının demlenip de hangi minval olduğunu kestiremezken bir de üstüne üstük boyutsuzluk sancısı hem de ne uğruna?
Zaman ve mekân algısını yitirmek olsa da tek bildirgesi benliğin hangi somut veriyi ifşa edebiliriz ki üstelik o ince çizgide dengemizi korumaya yönelik ama her nasılsa bir ip cambazı mahareti sergileyemezken yine de külfeti sorguların yine de iması bağımsız nifakların hem de teselli bulduğumuz hangi tecelli ise yine Hakk’ın nazarında…
Zorluğundansa zorlamalara denk düşmüşken belki de aslı astarı olmayan gölgelerden nasiplenmişken belki de belirsizliğin rotasında dümen kırmışsak iç sesimizin götürdüğü yere kadar yalın ayak gidip bir ömür de girizgâhı kayıp bir hikâyede kanıksamışken o mutlu sonu ki neye dair ya da neye kani isek ama asılsızlığın da rüştü ispatlanmışken…
Bir terennüm.
Ya da ahvali kayıp bir şehir.
Paltosunun astarında düş biriktiren bir gece bekçisi belki de.
Ya da gönlün küpeştesinde tüm yıldızlara ilan-ı aşk eden bir garip kul hatta kulluktan öte bir canlı mahiyetinde ve hiçliğine hürmeten kaybolmayı en başta seçmiş.
Ya siz, neyin hayalini kuruyorsunuz?
Bilindik bir nizamda, kayıp bir masalda ve görünmeyen bir kahraman iken sevdanın mimarı hadi yumun gözlerinizi ve ait olduğunuz dünyaya doğru yol alın. Hem belli mi olur sizin de şarkınızdır belki de o kayıp şehrin kayıp satırlarında bir şair dokunurken yüreğinize hem de çok uzaklardan…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
SELAM VE SAYGILARIMLA...
ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM.