- 460 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK- 16
Hüseyin Usta, kafayı yiyecekti neredeyse. Bütün terslikler, üzerine gelmekteydi. Üç oğlu vardı üçü de sorunluydu. Hele büyükleri olacak pezevenk, tam bir hayırsız çıkmıştı. Ulan senin ne işin var kerhane karısına âşık olmak. Piyasada kız kıtlığı mı vardı sanki. Mahallede elini sallasan ellisi gelirdi ya bizim oğlanlar çok namuslu ya mahallenin kızlarına öldürsen bakmazlardı. Valla millet buldu mu anasını bile sırtlayıp götürüyor, bizimkilere gelince yan gözle bakmak bile haram. Neymiş namus bekçiliği yapıyorlarmış. Ha şu aşağı mahalledeki klarnetçi Musa’nın kızları ne güne duruyorlar. Bizden iyisini mi bulacaktı klarnetçi. Hem kızını al, hem de gün boyu klarnet dinle. Neymiş efendim olmazmış. Şimdi oldu sanki. Orospuya yamandın, kurtul kurtulabilirsen. Ne kadar zaman oldu hâlâ gelecek. Saymayı da unuttum; kaç bahar, kaç yaz geçti.
“ Lan Celil, “ diye seslendi.
Celil Usta, yandaki kanepede ağzı açık horluyordu. Kış günü iş yoktu. Olsa da kendisine gelene kadar akşam oluyordu. Boya badana işleri, yaz gelecekti ki olsun. Havalar ısınmaya, günler uzamaya başlasın başlarını kaşıyacak zaman bulamazlardı. Bu ayazlarda ayılar gibi inine girip topuklarını yalamaktan başka çare yoktu. Birkaç gündür kapıyı, pencereyi bile açamıyorlardı. Karla karışık tipi, pencerelerin camlarından içeri girmek için yekiniyorlardı âdeta. Korku flimlerindeki gibi ıslık sesleri camın ırıklarından içeriye doluşuyorlardı. Dışarıya çıkıp mahalle bakkalından ekmek almak bile cesaret işiydi. Mahallenin kopilleri bütün sokakları buz pistine döndürmüşler, keyiflerine diyecek yoktu. Çocukluk yılları olsa hiç düşünmeden yalın ayak dışarıda soluğu alır karanlık çökene dek kayardı, yorgunluk nedir bilmez bana mısın demezdi. Neydi o günler. Çocukluk gibi var mıydı be! Kaydıkça kütür kütür yansıyan kızakların sesleri, en usta müzisyenden çıkan senfoniyi aratmazdı.
Celil Usta, horlamasına tekleyen motorun hırlaması gibi devam etti. Kömür sobasından yayılan sıcaklık fena değildi. Gece yarısına doğru odaların sıcaklığı azalır ya neyse ki hepsi de yorganın altında kedi gibi büzüşüp derin uykuların mahmurluğunda kendilerinden geçmiş olurlardı. Celil Usta, düşlerinde ilk âşkını görürdü. Uyandığında tekrar uyku girmezdi gözlerine. Yoksa ben de mi abim gibi orospuyla birlik olup terk-i diyar edeceğim Ankara’ yı diye düşünmeden edemezdi. Dokuz numaralı oda yok muydu… Gözünü onda açmış, duyguları işte o kızıl saçlı da anlam bulmuştu. “Bir dahakine hep değişik kadınları dene, yoksa bana âşık olursun,” diye uyardığı halde ondan başkasına gönlünü kaptırmamıştı ki başkalarını denesin. Hâlbuki kendisi girip çıktıktan sonra kimbilir kaç erkek üzerinden hoyratça geçmiş, dozer gibi ezmişlerdi kızıl saçlı sevgilisini. Kafaya koymuştu; hele şu askerliğini yapsın gelsin işte o zaman dananın kuyruğu kopacaktı: Sevda neymiş herkes görecekti. Kolundan tuttuğu gibi başka diyarlara yelken açacaktı. Çalışmaysa kendisi çalışıp sevgilisini besleyecekti. Kadınının elini sıcak sudan soğuk suya sokturmayacaktı. Bundan böyle sadece kendisine kadınlık yapacak, orospuluk tarihe karışacaktı. Yalnız elini çabuk tutması gerekiyordu. Bentderesi’ ndeki kerhane yakın bir zamanda yerle bir edilecekti. Kadınlar hangi cehenneme giderlerse gitsinlerdi. İsterlerse Ulus meydanında bacaklarını açıp müşteri beklesinlerdi, kimin umurundaydı sanki. Celil Usta, ağbeysi Tırnak Çocuk gibi nam salmak istiyordu kerhanede. "Adamlar ne adamlar be, orospu morospu demediler aşık olup kadınları alıp kaçtılar, "dedirtmek istiyordu peşinden.
Hüseyin Usta, bir daha gürledi:
“ Lan Celil!..”
Celil Usta, sağa, sola dönüp osurdu. Yorganın altında tepindi. Yastığa sarılıp mışıl mışıl uyumaya ve âşk dolu düşer görmeye devam etti. Her düşün bitiminde yeni düşlerle kendinden geçiyordu. Uyandığında ise akşama dek gördüğü düşlerin verdiği mutlulukla zaman öldürüyordu.
Diğer kanepede uzunlamasına yatan Cesur Usta, babasının höykürmesiyle irkildi. Işıktan korunmak için yüzüne kapattığı defter yaprağı, yüzünden sıyrılarak yere düştü. Babasına yangözle baktı, o görmeden defter yaprağını çaktırmadan alıp yüzüne tekrar kapattı. Nasıl olsa küçük kardeşine seslenmişti. Şimdi kımıldadığını görmüş olsa paçayı kurtaramazdı. Ne soracaktı ki. Sorsa sorsa anan gideli kaç kış geçti, diyecekti diye içinden geçirdi. Şengül’ün yazdığı âşk mektubunu belki bin kez okumuştu. Her satırındaki seslenişiyle yeniden doğuyorum diye mutluluktan göklerde uçuyordu âdeta. Parmaklarının sıcaklığı sinmiştir diye yüzüne yorgan gibi kapatmıştı Şengül’ün yazdığı aşk mektubunu. Şengül, kocasından ayrılıp gelmişti. Kendisi de karısını başından defetmişti zaten. Neyse geçmişte olanlar olmuştu. Eski çamlar bardak oldu boşuna denmemişti. Unutmak lâzımdı. En güzeli ilk aşkı Şengül’le yuva kurmaktı.” İkimiz de tecrübeli sayılırız evlilik konusunda, bundan böyle yanlışımız olmaz. Biz hatalarımızla severiz ve mutlu oluruz gayri,” diye aklından geçiriyordu. Hele bir yaz gelsindi. Bu kış günü evlenmek delilikti. Suyun altına girip çıkmaktan bir hafta geçmeden zatureye yakalanmak içten bile değildi. En güzeli karpuz kabuğu hele bir çeşmenin yalağında yüzsün o zaman klarnetçi Musa’ nın eşliğinde seyret gümbürtüyü… Gerçi klarnetçinin kızları da serpilmişlerdi ya onun gönlü yine de ilk gözağrısı Şengül’ deydi.
Hüseyin Usta, oğluna seslenmişti ya ne diyeceğini hemen unuttu. Unuttu ama tek unutmadığı oğullarının anasıydı. Bu şerefsiz eksiketekde de amma keçi inadı varmış, ha. Sevseydi döner gelirdi bu zamana dek. Demek ki beni hazetmiyormuş, diye içinden geçiriyordu. En iyisi mi gelse bile eve ocağa koymamalı bu orospuyu. Yıllar öncesi, gençlik dönemleri aklına geldikçe ilk âşkı Gülbahar gözlerinin önüne gelirdi. Gülbahar’a bir kez sarılmıştı ama öpememişti. Memeleri, göğsüne yapışınca sıcaklığından kendinden geçmişti âdeta. İşte o anısı ile bu zamana dek yaşamıştı. Çocuklarının anası ise sadece çocuk doğurmuştu hepsi o kadar. Çene desen vır vır vır. Dur durak nedir bilmez. Bu saatten sonra erkek maçor gibi miyavlamanın hiçbir anlamı yoktu. Hele bir buzlar çözülsün, işte o zaman ne yapacağını biliyordu. Doğruca Çinçin’ e gidip Gülbaharı aramaktı. Sırtı kambur, iki büklüm de olsa onu bulacaktı. İsterse on çocuğu olsun, isterse kocası denen deyyos sağ olsun, tınlamayacaktı, kolundan tuttuğu gibi Gülbahar’ı kaçıracaktı. Sonunda savcının damına girmek ya da son durak kara toprak dahi olsa…
“ Ulan Cesur ! Cesur! Celil! Öldünüz mü ulen! Kalkın, deyyoslar.”
Cesur usta, uyanıktı zaten. Defter yaprağını sıyırıp aldı yüzünden.Yataktan fırladı.
“Buyur baba!”
Celil Usta ise hâlâ horlamaya devam ediyordu…
(devam edecek)
YORUMLAR
Abisi ya, bu aile de herkes mi aşk budalası? Eşler sıradan, ama adamlar müthiş aşık olabilme yeteneğine sahip. Hem baba oğullarına kızarken, yani kendi kendine düşünürken, arada kendi aşk hikayesini hatırlamalı, oğullarına hak verir gibi olmalı değil mi? Karısı için o kelimeyi kullanmış olması ne büyük talihsizlik. Ortalama bir Türk erkeği bile kaç yıllık eşine o şekilde hitap etmez. Gerisi hayatın doğallığında ve doğal tuhaflığında ilerleyen bir hikaye. Okurken bu kadar gerçekçi olmak ne kadar doğru diye düşünüyor insan. Sonra abartılı bulduğum aşk hikayeleri durumu dengeliyor gibi. Artık kesinlikle senin kaleminin tarzı bu diyebiliyorum. Yüz yazı okusam bunu Ayhan Abi yazdı derim.
Neler olacak cidden merak ediyorum. Ama inşallah Hüseyinin karısı eve dönmez. Ki dönmeyecek gibi değil mi?
Sevgi ve selamlarımla.
Ayhan Sarıkaya
Teşekkürler aynur bacım.
Selamlar.
Ayhan Sarıkaya
Tşkler efendim.
Selamlar.
Ayhan Sarıkaya
Tşkler efendim.
Selamlar.