- 375 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KIRMIZI FULARLI KIZ
KIRMIZI FULARLI KIZ
Daha dün tanıdığım bir insanla mücadele alanında birlikte gözaltına alındım. Bedenimin ötesinde direniş sergilemeden hemen derdest ettiler. Berivan’ın beni ‘gözü açılmamış sığırcık yavrusu’ gibi görmesine bile içerlemedim.
Gözaltı süresi dolup savcılığa çıktık. Savcı, mahkeme heyetine şu suçlamalarla tutuklanmamızı istedi. Ağır Ceza Mahkeme heyeti de; “kamu malına zarar vermek, ‘kamu görevlisine karşı direnmek, toplantı gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet, terör örgütü üyeliği ve kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenlemek suçlamalarından ve bu suçları birden fazla işlemekten 24 yıldan 98 yıla kadar hapis cezası ve tutuklanmamıza karar verdi.”
Barikat kurarak ve görevli şahıslara mukavemet, kamu malına zarar vermek ayrıca politik simgeler kullanmak vardı. Oysa o çadırın içinde gaz maskeli dört kişiydik. Yaptığımız en politik şey ise onların saldırılarını teşhir etmek için orada bulunan gazetecilere mesaj niteliğindeki sloganlarımızdı.
Kırmızı fuların sosyalizmi simgelediği tutanaklara yazıldı. Fuların rengi onlar açısından “terörle” eş değerdi. Başımdan kaynar sular döküldü.
Başa gelen çekilirdi. Cezaevine düştüm. Berivan’la aynı koğuşta kalmak istedim. Cezaevi yönetimi bu talebimizi olumlu değerlendirdi.
Dışarıda hava kurşun gibi ağır. Gün içinde hava sıcak gece ise bir çöl yalnızlığına dönmektedir. Apar topar cezaevine girmemiz dolayısıyla üzerimde para da yoktu. İçerdekileri de tanımıyordum. Soğukta kaldım. Durumu gören tutsak arkadaşlardan birisi battaniyesini ikiye ayırarak bana verdi. Geceyi sayesinde sıcak geçirdim. Yaşadığım dayanışma düşüncelerimi daha da netleştirdi.
Koğuştaki arkadaşlar ağırlamada kusur etmediler. Yatacağımız yere kadar ayarlama yapıp dinlenelim diye köşemize bıraktılar. O günün stresini iyi bir uykuyla attık. Sabah kahvaltı masası hazırdı.
“Haydi! Zahmet olacak ama kalkma zamanı misafirlik buraya kadar.”
Gözler üzerimdeydi. Berivan tanıdık olduğundan beni merak etmeleri doğaldı.
Tüm gözler Berivan’a döndü, “Dışarıdaki gelişmeleri televizyondan izlediklerini olayı bir de mücadelenin içindeki insanlardan dinlemenin iyi olacağını düşünüyoruz.” dediler.
Berivan, “Yoldaşlar bildiğiniz mesele. Türkiye tarafı ilk defa ciddi kalkışma yaptı. Biz de karınca misali katkı sunduk. Biliyoruz ki bu katkı birilerini rahatsız birilerini de mutlu etti. Mutlu olanlar ile mutsuz olanlar da birbirlerini mutlu etti.”
Son cümle biraz dolambaçlı gelmiş olmalı ki koro hâlinde; “Bu nasıl bir mutluluk tanımlamasıdır. Biraz açar mısınız?” dediler.
“Türkiye’deki sol ve çevreci hareketle buluşmamızı istemeyenler oldu. Toplumsal kamuoyunda; bu konuda hareketin olayları kavramada mı desem gidişatı tam olarak görememesinde mi geç kalındığı dillendirilmektedir. Zaten gerisini siz biliyorsunuz. Hürriyet arkadaşla yeni tanıştım. Hakkında fazlaca bilgi sahibi değilim. İsterseniz sözü ona verelim. O kendini tanıtsın ne dersiniz?”
“Liseyi bitirdim ve sistemi sorgulama sürecim de bununla beraber gelişti. Sistemin dayattığı bir yaşam çizgisi var. Oku. Üniversiteye git. İş sahibi ol. Evlen. Mülkiyet edin... Bunu sorgulamaya başladım. Sisteme ne kadar dâhil olacaktım. “Ya çemberin içinde yer alacaksın ya da dışında.” söylemini temel aldığımda kırılma yaşadım... Bununla başladı her şey. Gezi direnişinde çoğu insan bu sorgulamayı yaşadı. Sistem içinde kalarak sorunlarımız birikti. Nefes alamaz hâle geldik. Öfkenin birikmişliği hak taleplerini yüksek sesle dinlendirmenin bir dışavurumuydu. Sorunların en üst perdede anlam bulduğu bir alanda dalga dalga yankılanan şeydi isyan. Söyleyecek sözü olan ve bu harı güçlendirecek bireylerden birisi olarak isyana dâhil oldum.
Koğuş sorumlusu arkadaşın neden kendi koğuşlarını tercih ettiğim noktasında fazlaca merakı vardı. Çünkü koğuşça kalan onca insandan hiç kimseyi tanımıyordum. Hatta arkadaşlarıyla olan tanışıklığımın bile kısa süreli olması rahatsız edici bir durum oluşturdu. Niyetimi ortaya koyma noktasında şöyle ifade ettim.
“Hep anlatılırdı. Doğuda şöyle oluyor böyle davranıyorlar... Anlatılan ve yazılanları bir masal gibi dinleyip geçtik. Belki işimize öyle geldi. Kötü olan şeyleri duymak ve görmek istemememizdendir. Biz siyaset dilinin teorisini bildik pratik uygulamaları ise hep ertelene geldi. Bu deneyim halklar açısından güzel bir sahaydı. Bilge der ki, “Teori olmadan pratik, pratik olmadan teori olmaz.” Bunu gerçekleştirmek istedim. Yoldaşlarımın gözlerinde, buradaki arkadaşlığın oluşturduğu enerjiye gördüm. Bu çağrıyı duyabilmem de bu öze ulaşmada yardımcı oldu. İnsan kavramı değil de insanlık kavramı özüne diyebilirim.”
Berivan, “Aaa arkadaşlar misafirimize fazla yüklenmeyelim. Sonuçta kendini ifade etti. Bizim için yeterli. Başımız gözümüz üstüne. Zaten hep ne oluyorsa bu yanlış anlaşılmalardan oluyor. Annemin bir ifadesi vardır hiç unutmam şöyle derdi, “Kel köre nasıl bakarsa kör de kele öyle bakar.” Mücadele onun içindir ki kel kör gidiyor. Batı yakasından olan Hürriyet arkadaş hayatın içindeki duruşu ve hareketimize bakışını ifade etti. Onu dinledik ve anladık. Kahve molası versek mi ne dersiniz?”
Koğuşta, hevalların merakını gözlerinde görüyorum. Benden bir şey bekliyorlar. Bense onlardan daha meraklıyım farkında değiller. Tartışarak, tanımak istiyorum. Tartışmalar sonunda Rojava’ya geldi. Yirmi birinci yüzyılın devrimci mücadelesi ve halk hareketinin devriminin inşasını çıplak gözle görüyor. Tutsaklar yapılacak işler üzerinde kafa yoruyordu.
Berivan arkadaş komüne içinde olacağım şekilde yardımda bulundu. Mutlu oldum. Artık onları daha sıcak hissettim. Kürt kadınlarının her birisinin öyküsünü dinledim. Her biri apayrı bir dünyaydı. Onu kucaklamışlar yerinden oynatmaya çalışıyorlardı. İnanılmaz etkileyiciydiler. Kendimi ruhen onların yerine koydum. Ortak yaşadığımız bu coğrafyada yaşadıkları bambaşkaydı benim yanımda. Bütün okumalarımdan savaşımın yavan kaldığına karar verdim.
Berivan ideolojik olarak teorik olarak kendini ifade edemediği hâlde pratik olarak mücadelenin attığı her yerde olduğunu kendisi ifade etti. Çok güzel bir halk dili vardı. İdeolojik söylem yerine güncel hayatın içindeki insanlar gibi konuşuyordu.
“Gülüm, bizim kızlar çok yamandır ha… Onları benim gibi sanma.” dedi.
“Aaa seni daha pratik gördüm.”
“Öyle mi politik değil daha pratik gördün. Doğru söze ne denir. Ya gülüm kitap okumaya zamanım mı var. Evde dört tane kardeş var her biri ayrı dert. Okul, iş ve bazılarının gençlik vesilesiyle değişim, dönüşüm sancıları, onların yemekleri, bulaşıkları derken gece kendimi yatağa zor atıyorum. Nerede okumak için fırsat. Diyeceğim o dur ki geri beslemeleri evdekileri besleyerek yapıyorum.” dedi.
“Herkes sosyal ve siyasal yaşamın içinde fedakârlıkta bulunuyor. Herkesin yaptığı kendine göre büyük ya da küçüktü ama bir şeyler yapıyordu. En azından farkındalık yaratmanın coşkusu içinde heyecanlandım. Çocukluğumdan beri ailem beni kendi kararlarımı alabilen, ayakta durabilen ve kararlarımın sonucunu da yaşamasını katlanmasını da bilen insan olarak yetiştirdi. Onlara borçluyum.”
Üniversite eğitimimi bitirip bitirmeme noktasında çelişkiler yaşamaya başladım. Yanı başımızda sürüp giden bir mücadele var ve biz hâlen Türkiye’de teorik tartışmaların ötesine geçemedik. Mücadele, gezi sürecini aşan bir hâle dönüşmeli. Farklı bir söylem yapılmalı. Onunla birlikte pratik adımlar atılmalı ve bende bu adımı atmalıyım. Bu devlet bizleri yıllarca içerde tutabilir. Sistemden adalet beklemek saflıktır. Kapitalist devlet kendi hukukunu ve hukukçularını yaratarak kendileri çalıp kendileri oynamaktadır. Bu zırva sistem bir daha bize gösterdi ki hak, hukuk, adalet güç kimde ise onun içindir. Yaşam insanın burnunu sürte sürte öğretiyor. Diyeceğim o da sözlere çok takılma, gözlerinin gösterdiği yolda yürü. Tutuklanma sürecinden sonraki ilk mahkemede beni öğrencilik durumum nedeniyle yurtdışı yasağı koyarak bıraktılar.
O gün cezaevindeki kısa dönemli arkadaşlardan ayrıldım. Bu kadar kısa sürede kaynaşıp birbirimizi anlamamız çok güzeldi. Dört duvarın ardından çıktım ama dışarının daha büyük bir cezaevi olduğunu fark ettim. Cezaevinde özgürce tartışıyor söylüyor yazıyorsun. Oysa gerçekteyse söyleyeceğin her şey kurşun gibi sana dönüyordu. Dışarıda daha zorlu bir yaşama kulaç attım.
İlk işim küvete girip saatlerce uzanmak oldu. Sonrası annemin saçlarımı taramasını istedim. Masaya oturdum. Buzdolabından sütümü almak yerine annemden istedim. Hep “Koca insan oldun haydi şunlara bir de sen el at.” demesini bekledim. Adeta çocukluk yapıyordum; mutfakta, banyoda evin her köşesinde. Bulaşıkları masada bıraktım. Annemin bağırmasını bekledim. Annemin sinirlerinde bu kez sınır yoktu. Anladım ki beni sınırsız seviyor. Sınırsız ve sınıfsız bir dünya kurma hayalim gibi.
Annemle buluşmanın coşkusu özgürlük kavramını ikinci plana attı. Ona dokunmayı ve sıcaklığını duyumsamayı o kadar çok özledim ki. Sözcükler yetersiz kalır.
Sonrası gün evde düğün dernek kuruldu. Tüm arkadaş ve dostlar bir aradaydık. Meraklıydılar, sordular, sorguladılar.
Halam, “Değer mi kızım genç yaşta cezaevinde yatmak. Sana mı kaldı hak, hukuk ve adalet? Çok gençsin bu sorumluluklar çok ağır.” dedi.
“Halam, bu sorumluluk kimin için ağır değil. Orta yaş ve üstü için mi?
Halam başını sağa sola salladı. Bu kızın her soruya bir yanıtı var.
“Onlar da diyor ki bu işler bizden geçti. Ne olacak?” dedim.
Halamın yüzündeki gülümsemeyle bana hak verdiğini düşünüyordum ki;
“Doğru söylüyon da kızım bırak başkaları yapsın. Şu anana babana yazık değil mi? Kaç aydır perma perişan oldular. Biraz da onları düşün.” dedi.
Annemin gözü hep üstümde. Saldırıları kolluyor onu fark ettim.
“Kızım hep parasız eğitim, parasız sağlık, çevre için mücadele etti. Doğanın talanına ve kentsel dönüşüme karşı her alanda demokratik yollarla haklarını talep etti. Mücadelesini hep sokaklarda yürüttü. O her daim doğruların peşinde gitti ve gidecektir. Ona inanıyoruz.” dedi.
İnanılmaz rahatladım. Öyle ki cezaevinde aldığım bazı kararları anneme nasıl anlatacaktım bir türlü bilmiyordum. Oysa içeriye düşmeden önce okul planları yapmıştık. Artık annemle rahat konuşabilirdim.
Ama bu düşüncemi karşıma alıp konuşmak için de cesaretim yoktu. Onlarla güzel bir hafta geçirmeyi, dediklerini yapmayı, daha fazla çocukluk yaparak onları mutlu kılmayı düşündüm. Sonra da bir mektup yazarak veda ettim.
Sevgili Anneciğim ve Babacığım,
…
“Hava kurşun gibi ağır
Bağır bağır bağırıyorum
…
Ben diyorum ki ona;
Sen yanmasan
Ben yanmasam
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”
…
Beni anlayacağınızı düşünüyorum.
“Bir dilek tutuyorum, sevgili babacığım, verdiğin parayı denize atıyorum. Size bir gün geri dönebilmeyi tutuyor öyle ya da böyle bedenimin size geri dönmesini umuyorum.
Sizleri çok seviyorummmmmmm.
Hoşça kalın.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.