- 1408 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
"KÖK BİLGİDEN GÖK BİLGİYE" OLCAY YAZICI
O kendini, yüreğiyle taşralı, beyniyle evrensel bir insan olarak tanımlıyor. Karınca misali Nemrut’un ateşini söndürmek için yola çıkmıştır. Çileyi içinde hisseder. Gururdan, kibirden Allah’a sığınır. Sonsuzluğun yankısını duymak ve duyurmak ister. Görevi, ateşi gül esenliğine dönüştürmek, insana hayat alanı açmaktır. Endişeleri şahsı adına değil toplumu içindir. Dirayetli ve onurlu bir aydın duruşuna sahiptir. Türkün ve Türkçenin sevdalısıdır.
Yön haritası beşeri sistemler, dünyevi hırslar değil, uyarıcı kutsal metinler ve evrenin yaradılışından beri süregelen mistik tecrübelerdir.
Geriye, sonraya, sonsuzluğa kalanı keşif ve idrak etmek ve onunla şereflenmek ister. Bu çerçevede madde ve eşya merkezli değil insan merkezlidir. İnsan ise madde ile mânânın, akıl ile gönlün eşit oranda bileşkesinde ve de mutlaka erdem çizgisinde olmalıdır. Elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kendisinden emin olunan insan tipi… O ki, vahyin muhatabı, eşrefi mahlukattır.
Faydasız ilimden Allah’a sığınan Şair, çağımızı bu açıdan eleştirir: “ Bilgi çağı, bilgi toplumu, bilgi teknolojisi gibi kavramlar, aslında nusretsiz bilginin övgüsü, hikmetli bilginin ise örtücüsü durumunda.” “Metafizik endişeden soyutlanmış, murakabesiz ve ruhsuz bilgi bizi nereye ulaştırabilir ki?” diye sorar. Sanal gerçekliğin albenisine kapılmadan “mutlak gerçeğin” ıstırabına tahammül etmeyi misyon şahsiyetlerin, aydınların değişmez yazgısı olarak görür.
O’na göre erdem uygarlığın en belirleyici unsurudur. “İnsanın içindeki yıkıcılığı terbiye edip önlemek, ancak ve ancak bir öte dünya duygusu ve hesap verme kaygısı ile mümkündür” der.
Soyut değerlerin ve fizik ötesinin her dem taze olduğunu vurgulayan şair, değişmenin eşya ve fizik alemde meydana geldiğini, bu değişimin daha iyiye ve güzele evrilerek devam etmesinden yana olduğunu fakat mânâ ve mahiyet yeniliklerimizde mânâ ve mahiyeti hiç değişmeyen bir alamet-i farikamızın da olması gerektiğini, bunun yolunun ise kültürümüze ait “kök ve gök bilgi”den geçtiğini söyler.
“Kök bilgiden gök bilgiye” özdeyişi Olcay Yazıcı’ya aittir ve gündeminin baş köşesindedir. “Değişirken biz kalmak, biz kalarak değişmek” formülüyle sosyal değişme süreçlerinde, ebet-müddet korumamız gereken erdemlerimize, örf ve geleneklerimize dikkati çekmektedir. Buna “kırmızı gül”ü örnek verir. “Gül değişir, fakat yenilenirken özünde hep kendiliğini korur. Kendiliğini, yani genlerine yaratıcının programladığı özgün kimyasını muhafaza eder” demektedir. Bütün zorluklarına rağmen her türlü çıkış ve çözümü kendimizde, medeniyetimizin ruh kökünde aramaktan yanadır.
Osmanlıyı sembolize eden çınar ağacına telmihen, Yahya Kemal’in “kökü mâzide olan âtiyiz” mısrasına vurgu yapar. İnsanları geleneği olmayanın geleceği de olmaz diyerek uyarır ve devam eder “önce bir ucunla kendi cevherine, kendi kimyana, kendi kültürüne, kendi medeniyetine , kendi ahlak nizâmına tutun da, ondan sonra istediğin dış dünyaya korkusuzca, vakarla, kendi mührünle açıl, değiş, yenilen ama özünü asla kaybetme.”
Şairimiz kendini Türk ve İslam medeniyetinin kalıcı, değişmez ögelerinden hareketle yarının bilgisini, yarının tefekkürünü, yarının ileri teknolojisini inşa etmeye adamış gibidir. KÖK BİLGİDEN örf ve gelenekleri, bütünüyle Türk harsının özgün verimlerini, GÖK BİLGİDEN de, semâvî olanı, fizik ötesi kalıcılığı, kutsal metinlerin en seçkini kabul ettiği Kuran’ı ve ondan kaynaklanan İslam ahlakını kasteder. Bu temel düne ait olduğu kadar, belki ondan daha çok yarın demektir.
Başka bir açıdan, bütün bunların bileşkesindeki kalıcılığı KÖK BİLGİ kabul edersek, evren kitabının anahtar şifresine sahip Kuran ile varlıkları doğru okumak ve keşfetmek sürecini GÖK BİLGİ hedefine oturtabiliriz. İşte bu hedefin ekseninde mutlak sevgi vardır. Şair “Gül Titreşimi” şiirinde bu olguyu işler :
Bir gül titreşimi canlar içinde
Sevgi en sonsuzluk, en gök eğilim.
“Beyza” şiirinde ise bu sevginin ilâhîliğini vurgular :
Nâzenin-i dil-rûba, aşk sultanı ey Nigar
Sırrın sırrı Hümeyra, Rab hükmüsün aşikar.
“Âfet-i Suzan” şiirinden bu sır hükmün aşkınlıkta gizli olduğunu öğreniyoruz:
Gönül çeken nevnihal
Neden ki yasaklıdır
Aşkın bütün esrârı
Aşkınlıkta saklıdır.
Olcay Yazıcı “kök bilgiden gök bilgiye” anlayışını düşünce ve duygu dünyasında birebir uygulamaya gayret gösterir…İnsanları, somuttan soyuta, ezelden ebede algımıza değecek tüm varlıklar ve olaylardaki hikmet şiirini okumaya, anlamaya, anlatmaya, yazmaya, yaşamaya çağırırken, kendisi de elinden geldiğince sözünün ve davetinin eri olmaya çalışmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, Ona göre şiir sanatların sanatı, en üstün sanattır.
“Su İlâhisi”ndeki
Buz kılıcı elifler
Batında gizli “bir”dir
Say ki, Mesih nefesi
Su en güzel şiirdir
dizeleriyle “Aşkın Şiiri”n deki
Efsunlanmış susuyor, söz erbabının pîri
Kar değil gök yüzünden yağan aşkın şiiri
dizeleri, Şairimizin tabiattaki varlıkları ve olayları nasıl birer şiir olarak gördüğünün delilidir. Şiirlerindeki sanatlı deyişleri ve anlam yoğunluğunu tahlile girişecek olursak ciltler dolusu kitap yazmak icap eder. Her şiiri bir tez konusu olacak güzellikte ve dolgunluktadır.
O çok güzel hikayeleri, denemeleri, tefekkür derinlikli yazılarıyla değme yazarlara taş çıkartacak usta bir kaleme sahip olmasına rağmen, herhalde daha çok, en üstün sanat kabul ettiği şiirin hakkını vermeye adanmış bir hayat çizgisinde, şair kimliğiyle tanınmak ve anılmak isterdi diye düşünmekteyim.
Başta Olcay Yazıcı Beyefendi olmak üzere, O’nu yaşarken anma vefasını gösteren dil ve kalem erbabını tebrik eder, sağlık, esenlik, mutluluk dileklerimle saygılar sunarım.
YUSUF BİLGE
"KÖK BİLGİDEN GÖK BİLGİYE" OLCAY YAZICI Yazısına Yorum Yap
""KÖK BİLGİDEN GÖK BİLGİYE" OLCAY YAZICI" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.