- 654 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Üşümek Gecenin Karanlığında
Saat gecenin 12’si. Tir tir titriyorum. Hem de ne titreme. Sanki Sibirya soğuklarında kalmışım. Kar, adeta, dizlerime kadar dolmuş ve ben de bu karları ellerimle kürüyorum... Battaniye, yorgan da fayda etmiyor. İkinci battaniye, ikinci yorgan örtülüyor üzerime... Ben, hala Sibirya soğuklarındayım. Bir dağın doruk noktasında tek başıma kalmış gibiyim...
Ağlamak istiyorum ve bu istek hiç de uzak durmuyor benden. Çocuk gibi ağlamaya başlıyorum. Çaresiz hissediyorum kendimi. Eşim ve çocuklarım etrafımda pervane kesiliyor. Dönüp duruyorlar çevremde "Bir isteğim var mı, bir şey yapabilir miyiz" diye... Ama nafile. Hiç bir şey gidermiyor bu soğukluğu... Üşüyorum. Üşümekten de öte, donuyorum…
Eşim, "Senin ateşin var" diyor. Banyoya girmemi istiyor. Her zamanki gibi karşı çıkıp ona takılıyorum. "Sen, 6 ay fazla okuyup da neden doktor olmadın sanki?" diye. O bu espriyi çok iyi biliyor...
Andırın’da anlatılır bu hikâye. Aslı ise şöyle: "Bir dağ köyüne bir kaymakam gitmiş. Ormanlık bir dağ köyü. Tabii oralarda en kral yetkili, ormancı. Ormancıların bu kesimlerde her dediği adeta ferman hükmündeymiş. Ve kaymakam başlamış anlatmaya... "Vatanımıza, değerlerimize, milli kültürümüze sahip çıkalım... Birbirimize mutlaka yardım edelim. Böylesi yerlerde bu şart. Önce kendinize güvenin, sonra devlete... Birlik ve beraberlik içinde olun...Ülkemize ait malları koruyalım. Milli değerlerimize sahip çıkalım. Ormanlarımız bizler için çok önemlidir. Ormanları koruyalım. Ağaçları çocuklarımız gibi sevelim. Onları kesmeyelim. Katletmeyelim…" Konuşma sürdükçe sürmüş. Oradakiler, belki de ilk defa böyle güzel sözcükler, cümleler ve kendilerine hitap eden, kendilerini adam yerine alan biriyle karşılaşmış. Yaşlı bir kadın dayanamamış: "Vah oğlum! Maşallah ne güzel de konuşuyorsun. 6 ay daha fazla okuyup da bir ormancı olsaydın daha iyi değil miydi..."
Kadın, ömründe en yetkili kişi ormancıyı bilmiş, tanımış, kaymakam da kim oluyor ona göre...
Banyoya zorla sokuyor hanım beni... Ama boş yere... Üşümem geçmiyor... Aksine daha da artıyor. Artık ağlamalarım çığlık derecesine yükseliyor...
Hanım, zorluyor ve beni güç de olsa arabaya atıyor. Ver elini Gazimağusa Hastanesi... O yol, hiç bitmiyor. Dışarısı soğuktan daha soğuk... Anlatılmıyor... Yaşamak gerek o anı...
Araba gecenin sessizliğinde ilerliyor. Yolda bizden başka kimseler yok. Ortalıkta bir ölüm sessizliği var sanki. Ben, bir kedi gibi koltuğa kıvrılıyorum. Kollarımı birbirine dolayıp küçüldükçe küçülüyorum. Arabanın sobasını da açıyor hanım, ama fayda etmiyor. Sanki arabanın içinde buzlar var. Bir buzluk bu kadar soğuk olmaz. Artık gözlerimden yaşlar akıyor ve ben bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlıyorum…
Ve hastanedeyim. Hemen arabadan aşağıya iniyorum. İki büklüm, ellerim kucaklarımda birbirleriyle kenetlenmiş... Hastanedeki görevliler beni o halde görünce hemen koşuyorlar. Tabii tanıyanlar da var aralarında beni... Hemen bir tekerlekli araba veriyorlar. Beni oturtup arabayı itiyorlar. Ben hala aynı vaziyetteyim. Hatta daha da kötü. Dışarıda soğukla buluşmam üşümemi artırıyor. Artık öleceğim diye korkuyorum.
İlgi oldukça büyük... Tüm kapılar sonuna kadar açılıyor adeta... Hemşireler koşuyor, "Donuyorum, beni ısıtın diyorum..." Fakat, kat kat giyinmişim... Kazak, ceket, palto ve bir battaniye...
Bir hemşire "Hocam bu ne hal?" diye soruyor. Geçmişte, hemşirelik okulunda edebiyat hocalığı yapmıştım. Ben çıkaramıyorum o an bu hemşireyi... İçten ve samimi davranıyor. Çok aha sonra öğreniyorum bunları…
Ben, onlara hep "Beyaz Melekler" demişimdir. Çünkü sevgileri, şefkatleri hep bir melek derecesinde oluyor hastalara...
Ateşim ve tansiyonum ölçülüyor. “Korkulacak büyük bir şey yok” deniyor. Doktor, "Size bir Voltaren diyazem yapacağız" diyor. Aman Allahım! Beni hafakanlar boğuyor bunu duyunca. Bu, benim için en kötü an... Çünkü hayatta en dayanamadığım ve en korktuğum şey iğne yemektir. Ve yanındaki hemşireye talimatı veriyor. Hemşire hanım da iğneyi kalçadan salıyor: "Anaaaaaaaaaa!..." diye ortalığı bir çığlık kaplıyor. Benim acı çığlığımdan başka bir şey değil bu: "Acıdı, acıdı!" diye bağırıyorum. Hemşire, "Ama hocam, elim çok hafiftir" diyor.
Ah O bir bilse benim ne kadar korkak olduğumu... Hafifliğin yanımda bir hiç olduğunu, bir bilse... “Senin elin hafif ama benim canım da bir o kadar tatlı”
Ama iğneden sonra yaklaşık 5 dakika sonra rahatlıyorum. Biraz kendimden geçiyorum. Yarım saat kadar orada uyuyup kalıyorum. Terler içinde kalmışım. Doktor Hanımın gelip "Şimdi nasılsınız?" demesiyle kendime geliyorum. "İyiyim, rahatladım" diyorum. "O zaman, sizi bırakayım. Yarın, geçmezse bir polikliniğe gidin" diyor.
Herkese teşekkür edip evin yolunu tutuyoruz hanımla. Bu arada, yerinde bir uygulamayla acil tarafına hastadan başka hiç kimseyi almıyorlar. Bu sayede doktorlar çok daha rahat çalışıyorlar...
Allah, tüm doktorlarımızı ve hemşirelerimizi başımızdan eksik etmesin...
Sağlık her şeyden önemli...
Lütfen kendinize dikkat edin. Önce kendi doktorunuz kendiniz olun...