- 589 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
432 - RESTORAN
Onur BİLGE
“Restorandan bahsediyordun. Dönerciden…” dedi Mahir.
“Nerede kalmıştım?” diye sordu, dede.
“Dükkânı pislik içinde teslim ettiğinden bahsediyordun.”
“Ya, öyleydi! Sanki iyiden iyiye terk edilmiş gibiydi. Kapının önündeki saksılardaki çiçekler bile kurumuştu. İnsan, betonu yıkar da onları sulamaz mı! Gerçi onu yıkadığı da şüpheli ama… Belki kapısının önünü bile süpürmüyordu. Metruk bir yerdi sanki.”
“Ne kadar çalışmış orada?”
“Bir yıla yakın…”
“Çok bile dayanmış! Durum böyleyken kimse oradan bir şey yemek istemez, öyle değil mi?”
“Kim bilir yemeklerden neler çıktı! Yurdun yemeklerini hatırladım da… Mutfağın halini… İlk aldığım pilavda, ilk kaşıkta iki kıl çıkışını… Taşlar ona keza… O kadar pirinci kim ayıklayacak! Çuvaldan çıktığı gibi doğru kaynar suya belki… Yıkandığı bile şüpheli… Doğru dürüst bir şey yiyememiştim. Boşuna yemek parası ödemiştik.” dedim.
“Diz boyu pislik! Temizle temizle bitmez!.. O kadar uğraşıyor ve o kadar yoruluyordum ki kendime bakamaz olmuştum! Ayaküstü bir şeyler yemekten, doğru dürüst istirahat edememekten uykulu gezmeye başlamıştım. Öğleyin yan taraftaki bakkal dükkânından bir küçük yoğurtla bir ekmek alıyor, onunla nefsimi körlemeye çalışıyordum.
Hanımdan ümit yoktu. İş, başa düşmüştü! İster istemez kollarımı sıvayıp işe girişmiştim. Halimi görüyor, durumumu biliyor, hiç tınmıyordu!
Gece gündüz temizlik, boya… Bir hafta boyunca, bastığım yeri bilemedim! Çok az uyuyabiliyordum ama yattığım yeri beğeniyordum. Sonunda istediğim gibi oldu, yorgunluğuma değdi, doğrusu!
Dönerci, ara sıra telefon ediyor, kalan parayı ne zaman alacağını soruyordu. Devir teslim işlemlerimi tamamladığımda ödeyeceğimi söylüyordum. Cayarım falan diye acelesi vardı. On gün zor bekleyebildi. Bu arada temizlik ve işlemler bitmişti, dekore ediyordum ki bir sabah çıkageldi. Hayretten küçük dilini yutacaktı! Belki de pişman olmuştu devrettiğine! İyi ki de o müddet içinde o caymaya kalkmadı!
İnce uzun, biraz kamburca, kara kuru biriydi. Yarım yarım gülüyor, bir gözü kıp kıp ediyordu. Şaşkınlıktan mıdır nedendir, daha sık göz kırpmaya başladı, iyice çarpıldı! Vazgeçmek için çok geçti ama yüreğine oturduğu belliydi!
Kalan parayı da verdim. Gideceğinde ona sataşmak istedim. Ben lafımı esirgemem. İçimden geçeni saklamaya gerek duymam. Kimseden korkum yoktur! Ağzıma geleni, geldiği gibi söylerim, hiç çekinmem! Dobra dobra dedim ki:
“Be biraber! Sen bu dükkânda nasıl çalıştın? Burada hayvan bağlasan durmazdı! Bir günden bir güne içinden gelip de şöyle dipli bucaklı bir temizlik yapmaz mı bir insan? Yahu o ne kir, pis pastı öyle! Günlerdir elim sudan sabundan çıkmadı! Hadi temizlikten vazgeçtim, insan şu zavallı çiçeklere bir tas su dökmez mi! Bunlar burada can çekişirlerken sen hiç görmedin mi? Yazık günah yahu! Canlı bunlar! Senin eline bakıyorlar!”
“Ya arkadaş, ben yalnızdım burada. Çırak vardı, memlekete gitti. Babası ölmüş. Onun cenazesine… Bi daha da gelmedi. Zaten işler kesattı. Canım sıkkındı. Soğudum dükkândan da. Doydum canıma cinime, devrettim gitti ama pişman da olmadım desem, yalan olur. Bi baktım, daha dışardan… Yanlış bi yere mi geldim diye düşündüm. Yan dükkâlara baktım, doğru… Bu bizim dükkân… Eline sağlık! Valla çok güzel olmuş. Hayırlı uğurlu olsun! Allah utandırmasın!” dedi, galiba daha fazla laf işitmemek için aceleyle vedalaşıp gitti. Gidiş o gidiş!..
Ertesi gün benim hanımı alıp getirdim dükkâna. Bir baktı, her şey yerli yerinde ve olması gerektiği gibi… Ne temizliğine diyecek bir şey var, ne tertibine düzenine… Artık ona sıra gelmişti. Neler alınacaksa malzeme listesini hazırlayacak, elime verecekti. Ne istiyorsa tedarik edip getirecektim. İşe başlama zamanıydı. Her türlü hazırlık bitince de açılış yapılacaktı. Sözü uzatmayayım. Öyle de yaptık.
Hanım her türlü soğuk sıcak yiyecekleri hazırlıyor, ben de et balık işine bakıyordum. İlk zamanlar servise yetişiyorduk. Sonra bir garson aldık. Getir götür işlerine de o bakıyordu. Hâsılı işimizi düzene koyduk.
Gelen geçenden çok, öğrencilerden, işçilerden, memurlardan ve esnaftan müdavimler vardı. Bunların çoğu veresiyeciydi. Ücretlerini, maaşlarını, burslarını falan aldıkları zaman ödeme yapabilecek müşteriler… Epey de çoktular. Veresiyeyi kessek, bir daha gelmeyecekler, devam etsek, para dönmüyor. Bazıları borç yiyen kesesinden yer hesabı, vaktinde ödeme yapıyor, bazısı savsaklayıp duruyor, canımıza yetiriyordu! En çok para konusunda olmak üzere başka sebeplerle de bazılarıyla birer ikişer kötü olmaya başladık, ilişkiyi kestik. Kapasite azaldı, beklenen kâr düştü.
Hanım çalışmaya alışık değil ya… Dırdıra başladı. Olura olmaza söylenip duruyordu. Baktım olmayacak! Bir parçacık moralim vardı, onu da sıfıra indiriyordu! Çalışma zevki bırakmıyordu! Onu izlemeye başladım. Neyi nasıl yaptığının adeta filmini çekiyordum. Bir süre sonra yemek yapmayı öğrendiğime kanaat getirdim. O kadar iyi takip etmiştim ki artık onun kadar ustalaştığımdan emin hissettim kendimi. Bir gün dedim ona artık gelmesine gerek kalmadığını. Başımın çaresine bakabileceğimi… Aman ne sevindi!..
Başkasına muhtaç olacağına, kes baldırının etini, ye! İnsana kimseden fayda yok! Kendi göbeğini kesmeyi öğreneceksin! Bu budur!
Hanımın yapacağı işler vardı, erkeğin yapacağı işler vardı. Her şey iyiydi hoştu da o bulaşık yıkama meselesi berbat bir şeydi! Çırak yapıyordu, servis aksıyordu, ben yapıyordum, haşat oluyordum! Bir kadın buldum, o meseleden kurtuldum.
Kurtuldum kurtulmasına da hanıma yakalandım bu defa da. Yapıştı yakama, başladı hesap sormaya… Yok efendim, kadına ne gerek varmış! Neden erkek almamışım da kadın almışım işe. Bulaşık yıkamayı, temizlik yapmayı erkekler de bilemezler miymiş… Neden eli yüzü düzgün ve genç bir kadın seçmişim, yaşlı ve çirkin birini bulamaz mıymışım… Yok benim niyetim başkaymış. Zaten erkekler şöyleymiş de böyleymiş… Aman neler neler… Ne hakaretler, ne yakası açılmadık küfürler…
Kıskançlık, akrebe dönüştürür, kıskacında kıvrandırır insanı! Gittikçe artar zehrinin tesiri… Etrafının kuşatıldığını görüp, yalnız ve çaresiz olduğunu idrak edince döndürür kuyruğunun ucunu sırtına, kendisini sokar!
O kadıncağız yoksuldu, duldu. Üç çocuğuna anacığı bakıyor, o da yanımda çalışıyor, nafakasını temin ediyordu. Bana dünya güzelini gösterseler acaba başımı çevirir de bakar mıydım! Aklım fikrim, içim dışım Nesrin’ken…
O bilmiyordu, başımda esen fırtınaların şiddetini! O bilmiyordu o poyrazın beni sıladan nasıl kopardığını ve Türkiye’nin ta güney balkonuna fırlattığını! Nasıl sürüklenmekte olduğumu, kader kasırgasının önünde, kuru ve sapsarı bir sonbahar yaprağı gibi.. Nasıl sarardığımın farkında değildi, ablasının hasretinden.
Başından beri hissediyordu elbet, şüpheleniyordu bir şeylerden ama tam teşhisi koyup suç isnat edemiyordu. Sadece huysuzlanıyordu, onun için. İş yapmak istemiyor, geçim derdini tamamen omuzlarıma yüklemek istiyordu. Bir ucundan tutmuyor, çocuklarımızın geleceğini umursamıyordu.
En çok en çok beni umursamıyordu. Ne gelişimin farkındaydı ne gidişimin… Evin erkeği gibi değil de başkası gibi gelip gidiyordum. Hiçbir şeyimle ilgilenmiyordu. Kendimi evde fazlalık gibi hissediyordum. Böyle böyle evden mümkün mertebe uzak kalmaya başladım. İşten geç çıkmama ve yorgunluktan hırt ipliğim kesilmiş olmasına rağmen doğru eve gitmiyor, sağda solda vakit geçiriyordum.
Bazen Antalya sokaklarında dolaşıyordum, serserice… Elimde bira şişeleri… Dilimde yanık türküler, içli şarkılar… Hasret savuruyordum geçtiğim yerlere… Bazen bir bankta oturup demleniyordum. Cebimde leblebi, fındık fıstık… Yıldızlarla dertleşiyordum. Bazen bir sokak köpeği takılıyordu peşime ya da bir sokak kedisi… Onunla arkadaşlık ediyor, söyleşiyordum. Elimi hangisine sürsem, benimmiş gibi hissediyorlardı kendilerini, peşimden geliyorlardı.
Nasıl bir şeydi sevgi? Bir el temasıyla… Bir okşamayla… Hayvanken hayvan hissediyor, karşılık veriyordu da…
Ben Nevin’i de seviyordum, çok olmasa da… Aşk değilse de başka bir şeydi adı ama bir sevgi çeşidiydi. Evimin kadını, çocuklarımın annesi… Acıma hissi de vardı benim içimde ona karşı, koruma kollama isteği de… Kötü muamele etmedim, hiç kötü söz söylemedim ki ona o yüzden. Pis işleri de yüklendim ve şikâyetsiz katlandım her kaprisine o günlere kadar.
Ne beklerdi eşler birbirlerinden? Tatlı dil, güler yüz değil miydi hepsi hepsi!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 432
YORUMLAR
Çok Güzel Bir Hikaye Eşininin Kılı Kırk Yarıp Herşeyin Ayr Ayrı Dükkanda Olamasına Dikkat Ve Titiz Olan Kadın Tabiki Çok Sevilip Hitap Edilir Ama Yakınlarına Özel Bir İtinası Vardı Beni Sevip Kıskandığı Gibi Sevgi Saygı Duyması Gerekmezmiki Ama İçki Denen Nesneye Niye Sarılayımki Ama Sevgiden Kanser Olur <<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<ve Yıllar Boyu Çekmesi Bildirmeden sezdirmeden Hastalığını Yaşamak Ve Aynı Hastalk ı Sevgi saygıdan Başka Ne Olabilirki Ama Beynini Ters Olaylar Kemirmekte Acaba Ne Yapa Bilir Eyer Bu Dünyada Çok İyi Olan Yaşlı bilge İnsana Rastlar Oda Eşindeki Şans Varsa Tabi Ama Yok İşte Şansını Kendi Yaratmak Zorunda İçki Değil ????????????????????????