- 580 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK- 15
Orospuluk günleri geride kaldı Naciye’nin. Hatırlamak bile istemiyordu o hayatı. Belânın ne zaman nereden geleceği belli olmayan kör dövüşün içerisindeydi âdeta. Sinirleri hep gergin, duyguları hep ölüydü. Aşk kavramını zaten silip atmıştı belleğinden. Aşk, kendisi için ulaşılamayan ballı börekli, çörekli, şaraplı imambayıldı yemeğiydi. Bir kere yakalanmıştı o hastalığa ama hevesi kursağında kalmıştı.Bir kere o yemeğin tadını tatmak istemişti ya lokmalar imiğinde düğümlenmişti. İşte o çerçici çocuk oyun oynamasıydı zamanında; şimdi dünyası çok farklı olacak, bu zamana dek sayısız erkeğin altında ruh gibi yatmayacaktı. Ne arıyorlardı erkek müsveddeleri bedenlerinden doğrusu anlamış değildi. Cinayetlerin altındaki nedenler hep kadınlar üzerine odaklanıyordu. Bu hırs, bu ihtiras, bu şehvet neyin nesi neyin fesiydi akıl sır erdirememişti. Kadınlar kaçıyor, erkekler kovalıyorlardı. Bu da yetmiyormuş gibi çiçekten çiçeğe konan arı gibiydi bu erkek bozuntuları. Ne kadar çiçek, o kadar tatmin demekti onlar için. Üstüne üstlük benim olmayan başkasının da olmasın; “ ya benim ya da kara toprağın” saplantılarıyla nice arkadaşı bok yoluna gitmişlerdi. Hep kıl payı yakasını kurtarmıştı hilkat garibelerinden. Duyguları köreldikten sonra kendisini ateş püsküren canavar gibi duyumsamaya başlamış, hoyratlık yapana hiç çekinmeden ana avrat küfürler savurmaya başlamıştı:
“ Bu paraya cilve mi olur oğlum, işte kuyu dalacaksanız dalın, yoksa siktir olun gidin. “
Bir süre sonra kerhanede orospu Naciye’nin adı orospu erkek Naciye olarak anılır olmuştu. Bütün erkekler, onun odasına yaklaşırken başımıza bir bela gelmeden hayırlısı ile şu işi yapıp da çıksak diye düşünür olmuşlardı. Her ne kadar ondan tırsıyor olsalar da yabani çiçeğin kokusu daha çekici geliyordu. Kırlarda gecenin ayazını yiyerek sertleşen, yağmur sularıyla olgunlaşanlarla, odaların sıcaklığında mayışan çiçekler hiç aynı güzellikte mi olurlardı? Birisi vahşi ve çekici; diğeri sunî ve isteksiz. Birine dokunsan hemen kırılacak, diğerini yerden yere atsan bile aynı tazelikte kalıp, yaşamak için zorluklara direnecek. İşte böyleydi Naciye. Hep vahşiydi, hem de güzeldi. Ve en hoş tarafı da yaşamak için umut doluydu. Umut onun için ne anlamlı kelimeydi. Değişik erkeklerin altına yattığı halde yüreğinin bir köşesinde saklıydı umut denen cevher. Her ne kadar günden güne eriyip kahrolsa da kardelen gibi çıkacaktı karların, buzların altından umut çiçeği ve taç yapraklarıyla selam verecekti hayata, ben daha gebermedim diyecekti. Umut bir erkeğe bağlanmaksa bağlanmıştı bu “ tırnak çocuk” denen hergeleydi işte. Sevmekse sevmişti bu şerefsizi. Her ne kadar patlamak için kara kışın, zemherinin gelmesini sabırsızlıkla beklemişse de nihayetinde muradına ermiş, kardelen çiçeği, fışkırmıştı beyaz örtünün üzerinden. Oysa bu zamana dek ne kışlar gelip geçmişti. Bu tılsım, bu güç neydi böyle. Ah tırnak çocuk ah! Sen hayatıma bir girdin pir girdin diye içinden duygularını geçirdikçe hayata daha sevecen sarılıyordu.
Ankara’dan ayrılalı üç yıl olmuştu. Bentderesi, Kalenin duldasındaki o lanet olası genelevi aklından silmeye çalışıyordu ya bir türlü beceremiyordu. En anlamlı, kadınsı duygularla dolu yılları hep o karanlık odalarda geçmişti. Şehvetlerin, atılan kahkahaların kayda değer hiçbir tarafı yoktu. Hergün sayısız hilkat garibesi, üzerine saldırdıkça doğduğuna binpişman olmaktaydı ama ölümün de yüzü soğuktu. Kaç kez denemişti hayattan kopup gitmek. Ama yapamamıştı. Yine de yaşamak , denizde boğulurken yılana sarılmak kadar adrenalin yüklü olsa da muhteşemdi be. Bir gün toprak olacağını bildiği halde topraktan beslenen bir canlı olarak kalmak yine de güzeldi.
(Devam edecek)
YORUMLAR
Neden bana bildirim gelmiyor artık? Herkese mi böyle acaba? Listeye göz gezdirmesem yazını kaçıracaktım.
Ayhan Abi, birincisi; bölümler arası bu kadar ara verirsen ana karadan kopuyoruz, tekrar geri dönüp okumak icap ediyor. En azından son bölümü. Bir husus da "hilkat garibesi" tabirini sanki yeniden gözden geçirmelisin. Bu tip bir benzetme için pek uygun değil gibi. üçüncüsü neden bu kadar kısa tutuyorsun, okunmaz kaygısıyla mı? Bence sen biraz daha uzun tutsan da okunur, çünkü kurgu kendini okutan cinsten. En azından bir bu kadar daha uzat. Okumayacak olanlar zaten okumayacaklar. Biz okurlarının isteklerine kulak ver sen :)
Parmak Çocuk bir roman olma yolunda ilerliyor. Bitirip tekrar elden geçirdiğinde ortaya hayatın içinden sürükleyici bir roman çıkacak inşallah.
Ben azmine, yazma ve okuma tutkuna gerçekten hayranım. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, ekmek teknesinin başında, gerçek bir emekçi ve gerçek bir okur-yazarsın.
Çakma emekçiler ve sadece kendi akımlarının eserlerini takip eden sözde aydınları cebinden çıkartırsın. Kim emekli olduğu halde boş durmayıp pazarlara gider ve kim tezgahının başında lak lak edeceği ve müşteri bekleyeceği yerde eline aldığı kitabı yağmur kar güneş demeden okur ve üstüne üstlük kitaba dair notlar tutar. Ben böyle birini tanıyorum: Ayhan SARIKAYA.
Sevgi ve saygılarımla Ayhan Abi...