- 460 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Metin Biçer’in Öğrencileriyiz
1973-74 yıllarıydı. Henüz ilkokula gidiyordum. Daha ilk günden itibaren sevgiyi ve saygıyı, doğruluğu ve dürüstlüğü öğrenmiştik. Bu nedenle de sınıf arkadaşlarımızla büyük bir sevgi bağımız vardı.
Öğretmenimiz Sayın Metin Biçer, bu sevgiyi aşılamıştı bize. Her gün bize hayatı anlatır, "Çalışan insanın mutlaka başarılı olacağını, içinde sevgi taşıyanların doğru ve dürüst olacağını, bu nedenle de herkes tarafından sevileceğini, takdir edileceğini" söylerdi.
O dönemdeki bütün sınıf arkadaşlarım, öğretmenimizin bu öğüdüne sımsıkı sarılmışlardı. Doğruluğu ve dürüstlüğü, çalışmayı kendilerine rehber edinmişlerdi.
Erdoğan Kızmaz, okul çıkışlarında ayakkabı boyacılığı yapardı. Ergün Özge, babasının yanında çıraklık yapardı. Muhammet Çuhadar tatlı işlerinde kendini geliştirmişti. Mehmet Şahin, inşaatlarda çalışırdı. Ahmet Tozcu, o yaşlarda usta bir radyo tamircisiydi. Ahmet –Mehmet Korkmaz kardeşler de sebze pazarında çalışırlardı…
Daha birçok arkadaşım böyleydi. Kimileri su satar, kimileri simit satar, kimileri darı satardı. Mevsimin verdiği ürünlere göre tablacılık yapanlar vardı. Herkes bir işin ucundan tutardı bir şekilde.
Bir 23 Nisan günüydü. Erdoğan ile anlaşmıştık. Sinemaya gidecektik. Ben, babamdan harçlığımı almıştım. Erdoğan’ın ise sinemaya gidebilmesi için çalışması ve bilet parasını kazanması gerekiyordu. Bu nedenle boya sandığına sarılmıştı.
Kadirli’nin tam merkezinde Çamlı Kahve denilen meşhur bir yer vardı. Neredeyse bütün Kadirli halkı oraya gelirdi. Yan tarafta Ara Çayhaneler denilen T biçiminde bir sokak vardı. Bu sokak, tamamen çayhanelerle doluydu. Günün her saati insan doluydu. "İğne atsanız yere düşmez derler" ya işte öyleydi.
Erdoğan, Çamlı Kahve’nin hemen yanındaki sokağa boya sandığını açmıştı. "Birkaç ayakkabı boyayıp, bilet parasını alalım, sonra sinemaya gideriz" demişti. Elime de bir çift terlik vermiş ve "Sokaktan ayakkabı boyatmak isteyenler olursa al getir." demişti. Ben, biraz utanıyordum. O, bunu anlayınca, bana cesaret verip “Çalışmanın ayıbı olmaz. Çalışmayanlar utanır” demişti. O zamanlar Erdoğan’ın dilinden hep şu sözler dökülürdü: "Boyansın! Boyayalım mı Abi?" Ben de bunu görüp öğrendiğim için terlikleri elime almış ve sokaktaki çayhanelere girip çıkıyor, önüme kim gelirse ona terlikleri uzatıp "Boyansın" diyordum.
Bir çay ocağına girdim. Yalnız oturan bir adama: “Boyayalım mı abi?” dediğimde adam: "Gel bakalım boyacı. Sen mi boyuyorsun?" dedi. "Yok abi, ben ayakkabıları toplayıp götürüyorum, arkadaşım usta, O boyuyor" dedim. Adam:" Beğenmezsem para vermem ha! Ona göre" demişti.
Ben, sevinçten ayakkabıları almış, bir koşuda Erdoğan’ın yanına gitmiştim. O’na da bir müşteri gelmiş, ayakkabı boyatıyordu. Ayakkabıları verdim: "Adam beğenmezse, para vermeyecekmiş" dedim. "Merak etme, onu bir cilalar, bir de kadife çektim mi, bahşiş bile verir" demişti.
Gerçekten de Erdoğan, o yaşına rağmen ayakkabı boyamasını çok iyi biliyordu. Tam bir ustaydı. Ayakkabıyı boyamış, Nuri Leflef Cilası ile cilalamış ve üstüne bir de kadife kumaş parçasından kadife çekmişti. Ayakkabı pırıl pırıldı. Götürdüğümde sahibi bakıp "Aferin, işte ayakkabı böyle boyanır" demişti.
Güzel iş çıkarmıştık. Müşteri de durmadan geliyordu. 10 veya 15 kadar ayakkabı boyadık. Erdoğan, arada bir hâsılatı sayıyor, "İyi iş yaptık. Eve bir şeyler alacak para da kazandık" diyordu.
Sinema vakti gelmişti. Son bir müşteri alıp gidecektik. Bir adam geldi. Ayakkabısını orada boyattı. Erdoğan yine, hızlı ve güzel bir şekilde işini bitirmişti. Adam, büyük para verdi. Yanılmıyorsam 100 lira idi. O zamanın en büyük kâğıt parasıydı. Bu parayı ancak memurlar görürdü ay sonunda. Erdoğan para üzerini adama geri verecekti ama; o kadar para yoktu. Bozdurmak gerekti parayı. Erdoğan, bir çırpıda çayhanelere giderek bozdurup geldi parayı. Üstünü adama verdi. Adam da "Aferin, hem güzel iş yaptın, hem de çok dürüstsün. Ben, parayı alınca bir daha gelmez demiştim. Sana göre bu, çok büyük paraydı." dedi. Erdoğan da adama "Sağol abi. Biz Metin Biçer’in öğrencileriyiz. Öğretmenimiz, bize doğruluğu ve dürüstlüğü öğretti. O’nun sözünden asla çıkmayız." dedi.
Adam gidince, biz sandığı toparladık. Boyaları sandığa koyduk. Sandık, biz sinemadan gelene kadar, orada bir köşede kalacaktı. "Ya alırlarsa?" dedim. Erdoğan, "Merak etme. Bir şey olmaz. İlk defa bırakmıyorum. Allah, garibanın helal kazancına zarar vermez" dedi.
Hâsılatı bir kez daha saydı. Bu defa yüzü kızardı. Bir daha saydı... Bir daha saydı... Yüzü gülmüyordu. Bir acayiplik vardı. "Tüh ya!" dedi... Belli ki morali iyice bozulmuştu. "Ne oldu?" diye sordum. "15 lira olacaktı. 3 lirası yok. Düştü mü acaba?" dedi. O zaman 15 lira çok büyük bir para. 3 Lira da az sayılamayacak kadar iyi para.
Bu defa, ben, zan altında kalmıştım. O, çocuk aklımla hemen" Valla ben almadım. İstersen üzerimi ara" dedim. Ellerimi ceplerime sokarak, cebimi ters yüz ettim. Suçlanmıştım. Neredeyse ağlayacaktım. Erdoğan, gülerek "Yok kardeşim. Ayıp ettin şimdi. Ben, seni çok iyi biliyorum. Biz, Metin Biçer’in öğrencileriyiz. Yanlış yapmayız. Sağlık olsun. Şimdi doğruca sinemaya." dedi. Her şeyi unutup sinemanın yolunu tuttuk.
Güzel bir film vardı; ama benim aklım, hep o kayıp 3 lirada kaldı... Bu gün, hala, birileri kayıp bir 3 liradan söz açsa "Acaba Erdoğan benden mi şüphelenmişti?" demekten kendimi alamıyorum...
Bu anlamda çalışmak zorunda kalan tüm küçük çocukların 23 Nisan Bayramlarını kutluyorum.
Şuna inanıyorum ki yarınlarımıza, öğretmenlerinden doğruluğu ve dürüstlüğü öğrenen bu çalışkan, ilkeli, doğru ve dürüst çocuklarımız damgalarını vuracaklardır...
Metin Biçer’in o öğrencileri, bu gün çok güzel yerlere geldiler…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.