- 675 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HEPİNİZE DONSUZ GÜNLER SEVGİLİ SEYİRCİLER!
Martı ve kargaların belki de semtin öteki ucundan duyulan çığlıklarıyla açtım gözlerimi o sabah da yine. Saate hiç bakmadan altı buçuk olduğuna bahse girebilirdim. Onların birbirlerinin gözlerini oyarcasına sürdürdükleri bu amansız ve acımasız savaş sabahın bu saatlerinde başlıyordu çünkü.
Yatakta dönüp durmayı, yeniden uykuya dalmak için kendimi zorlamayı hiç sevmem. Uyanır uyanmaz hemen çıkmalıydım yataktan. Üstelik en sevdiğim saatlerdi günün bu erken saatleri.
Hele ki şafağın sökmeye başladığı saatler…
Tıpkı bir bebeğin anne karnından önce yavaş yavaş, sonra şaşırtıcı bir hızla dünyaya doğuşu gibi mucizevi, kutsal ve muhteşem.
Kalktm. Camı açtıtım. Gökyüzüne baktım her zaman yaptığım gibi. Pek iç açıcı görünmüyordu. Parçalı bulutlar sola doğru hareket halindeydi. İçim sıkıldı. “Henüz erken, belli olmaz bulutlar yerini güneşli güzel bir güne bırakabilir” diye geçirdim içimden.Geçirir geçirmez güneş parladı gökyüzünde. Sıcaklığı yüreğimi ısıttı anında. Gülümsüyordu bulutların arasından o hep gülümseyen adam. “Hepinize bol güneşli günler. Esen kalın.” diyordu sıcacık sesiyle sanki.
Bir kez daha baktım gökyüzüne yüreğim ışıl ışıl. “Bu güzel alışkanlığı sizin sayenizde edindim” dedim. Bana hala bulutlardan gülümseyen adama, ben de gülümseyerek.
Elinde cetveli, Türkiye haritası önünde durur, tahminlerini yapar “Bol güneşli günler ve esenlikler” dileğiyle kaybolurdu yine siyah camın ardında. Bu kısa beraberlik kısa sürede seyirciyi onun tiryakisi yapmaya yetmişti. Tahminlerinin tutmadığı durumlar olduğunda, ki bu daha çok “yağış bekleniyor” ya da “güneş yine parlayacak” gibi tahminler olurdu. Ertesi akşam yanıldığını itiraf eder ve gülümseyerek takılırdı kendi kendisine.
Yağışlı hava beklentilerinde “şemsiyelerin unutulmaması” önerisinde kar fırtına ve don beklentilerinde ise ilgililerin “dikkatli olmaları” uyarısında bulunurdu her zaman.
Siyah cama vedasını anımsadı gülümseyen adamın. Yüzü bulutlandı. Yüreğine kasvet doldu. “Yaşananlar tam bir kara mizahtı bize özgü” dedi içinden. Bir ’don olayı’ beklentisi tahmininde bulunmuş ve gereken uyarıları da yaptıktan sonra ’donsuz günler’ temennisiyle veda etmişti seyircisine o akşam da yine o güler yüzlü, sevecen adam Ali Esin.
Ne var ki bu onun sevgili seyircilerine son vedası olmuştu. “Donsuz günle temennisinin” yanlış yorumlara yol açabileceği’ gerekçesiyle siyah cama bu kez tümüyle veda etmek zorunda bırakılmıştı, sonu gelmeyen kara güldürülerin azizliğine uğrayarak.
Oysa bir ’don olayının’ yol açabileceği zarar ziyan ve tehlikeler düşünüldüğünde “bundan daha doğal bir temenni şekli nasıl olmalıydı?” diye sormak gerekirdi akılları! yalnızca belli bölgelerinde dolaşanlara.
Aradan yıllar geçti. Siyah Cam Renklendi. Ama ne yazık ki bu renkler giderek, tıpkı maskeli, boyalı, sahte yüzler gibi. Tıpkı yalan, dolan,saçma-sapan sözler gibi, iç içe geçip, tanınmaz, anlaşılmaz ve güvenilmez hale geldiler.İnsanoğlunun yine insanlığa sunduğu ‘televizyon’ denen bu aygıt, bu ülkede yine gerçek işlevinden uzaklaşmıştı.
Renklenen bu camda kara mizahlar artarak sürdü. Çekilen acılar azalmadı. Açılan yaralar kapanmadı. Acılar çoğaldı. Yaralar büyüdü, derinleşti.Bunlarla birlikte toplumun büyük bir çoğunluğu da öylesine açılıp saçıldı ki. Çırılçıplak kaldı. ‘içler’ ‘dışa’ çıktı.
Öyle ki; hemen her katmandan, her eğitim düzeyi, her meslek, her mevki ve her işten bir araya gelen bu ‘güruh’ kendilerine çeşitli payeler vererek kurdukları bu ‘çarkını’ elbirliğiyle döndürerek ve sayılarını her geçen gün daha da çoğaltarak sürdürdüler bu eylemlerini. Korkusuzca, fütursuzca ve arsızca. Bunların yansımalarını her yerde görebilirsiniz ve göz göze geldiğinizde siz kızarırsınız gözbebeklerinize kadar onların yerine.
Ve bu ülkede ’insan olmanın bedelinin’ ne kadar ağır olduğunu bir kez daha anlarsınız. İçiniz yanar. Siz de onlardan biri değilseniz eğer...
Savaşmak istersiniz acımasızca dönen bu çarka karşı doğal olarak. İnsan olduğunuz için. Bunu bir görev ve boynunuzun borcu olduğunu bildiğiniz için. Aklınızın erdiği, gücünüzün yettiği, dilinizin döndüğünce. Ama tüm yüreğinizle, inancınızla. Yaşadığınız sürece. Yılmadan. Önce başınızdakiler başınıza yumruğu indirse de. Kapılar yüzünüze kapansa da.Toplum tarafından dışlanıp “hain!” damgası yeseniz de.
Ölüm yatağındaki annenizi.Tek başınıza yetiştirmekte olduğunuz masum çocuğunuzu, çektiğiniz onca acılara ortak ettiğinizi bilseniz de. Zaman zaman emeklerinize acıyıp her şeye kahrettiğiniz de bile savaşmayı sürdürerek...
1998 - KASIM
YORUMLAR
Başlığı okuyunca ben de muzip bir yazı bekledim açıkçası..
Ama "Hiç bir şey göründüğü gibi değildir" işte.
Uma uma perişan olduk milletçe. Daha ne kadar sürer bu aymazlık, vurdumduymazlık,
yanlış idare şekli bilmiyorum. İnşallah tez elden düze çıkalım hep birlikte... Yani ümit etmeye devam...
Sevgiler,
Billur T. Phelps tarafından 12/18/2016 9:37:11 PM zamanında düzenlenmiştir.