RENKLİ TELEVİZYON…(ANI ÖYKÜLER)
Büyük ablam Göztepe’de –şimdilerde tam yerini hatırlayamadığım bir yerde- site içinde bir apartman dairesinde oturuyordu. Almanya’dan kesin dönüş yapmışlardı. O zamanlar kimsenin evinde bulunmayan renkli televizyonları, VHS Videoları, kulakları boyundan daha uzun bir Basset Hound’ları ve komşularının yirmi yaşında bir kızı vardı: Sarı kumral karışımı lüleli uzun saçlı, beyaz tenli, uzun kirpikleri arasında ışıltıyla gülümseyen yeşil-ela gözlü, fıkır fıkır, sıcak kanlı bir kız. Adı da Şebnem... Ben de askerliği yeni bitirmiştim ve henüz bir baltaya sap olamamıştım. Eskişehir’de baba evinde yatıp kalkmasına izin verilmiş yatakla yorganından başka sığınacak bir yeri olmayan serserinin tekiydim. Ablama çok düşkündüm; o nedenle fırsat buldukça İstanbul’a ziyaretine giderdim. Her gittiğimde Şebnem ablamlardaydı. Yoksa bile bir bahaneyle ablama çağırtırdım.
Yılbaşı günü yine İstanbul’daydım.
O zamanların modası akşam olup da televizyon yayını başladı mı karşısına oturup ekranda gösterilenleri ağzımız bir karış açık izlemek. Siyah beyaz! Renkli televizyon denilerek övgüler düzülen aletin görüntülerinin niçin renkli olmadığına aklım bir türlü ermezdi. Hayır, videoda film seyrederken renkli gösteriyordu da, akşamki TRT yayınlarını illaki siyah beyaz gösteriyordu. Neden? Nedeni basit bir şeydir de, aptal durumuna düşüp aptal muamelesi görürüm diye korktuğumdan bunu soramıyordum da.
Yine o gün otururken laf döndü, dolaştı, renkli televizyona getirildi. Ve ben, soru sorarak aptal durumuna düşmekten sakınırken yalan söyleyerek kendimi bir güzel aptal durumuna düşürüverdim. Nedense durduk yerde; “Bizim Eskişehir’deki televizyon da renkli,” diyerek Şebnem’e hava atmaya kalkıştım.
Şebnem, “a-a, ne güzel! Bizim evde siyah beyazı bile yok henüz,” dedi.
Bizim Eskişehir’deki evde de hiç televizyon yoktu aslında, ama insan bir kere hava atmaya başladı mı, sınır tanımıyordu. “Üstelik bizimki bunun gibi siyah beyaz değil, renkli gösteriyor,” dedim.
Basset Hound o ana kadar televizyonun yan tarafındaki köşesinde kafasını minderine gömmüş uyuklarken, aniden kafasını dikip bana bakarak, “hav!” dedi ve hemen yine uyuklamasına döndü. Sanki bana bir şey söylemek istedi. Acaba, “atma!” mı demişti? Biz erkeklerin bu sınır tanımaz palavracılığının tek nedeni karşımızdaki kadınları etkileyebilmek içindir. Ve tabii ki, bunca palavradan sonra karşımızdakinin ilgisini kazanabilmişsek mutluluktan dört köşe olmamız işten bile değildir. Şebnem’in, “ah, imkanları ne kadar bol, zengin bir erkek,” diye hayran hayran baktığını sanarak mutluluktan dört köşe olmuş haldeydim. Bu halim, tabiatıyla Almanya’da yaşaya yaşaya Almanlar gibi bönlermiş ablamın umurunda değildi.
Bön bön, “TRT İstanbul’a siyah beyaz yayın yaparken Eskişehir’e renkli yayın mı yapıyor?” diye sordu.
Onun siyah beyaz yayın, renkli yayın gibi söylemlerinden jetonum düşse ya! Yok, insanın aptalında düşecek jeton da olmuyordu. “Tabii! Biz televizyonu renkli seyrediyoruz,” diye ısrar ettim.
Anlayışı kıt ablam, gaddar ve vicdansız ablam doğrucu mahmutluk taslamak uğruna beni yerin dibine sokmak kararlılığıyla, “atma!” dedi. “Türkiye’de renkli televizyon yayını henüz başlamadı.”
Bu defa jetonum azcık düşer gibi oldu. Türkiye’de renkli yayın olmuyorsa Eskişehir’de de olmazdı. Değil mi ama? İyi ama, deminden beri atıp tuttuğum laflarımı nasıl yiyecektim? Tuh! Şebnem’e rezil olacaktım.
Basset Hound suratını minderinden yine kaldırıp gözlerini bana dikti ve bu defa üç defa, “hav! Hav! Hav!” deyip yine uyuklamasına döndü. Evet, bu köpek bana bir şeyler diyordu, emindim. Bu defa da bana sanki “ben sana demiştim,” dediğini hissettim.
O ana kadar sessizce televizyon izlemekte olan enişte bey beni Şebnem’e rezil etmekle meşgul olan karısının elinden kurtarabilmek için lafa karıştı. “Yahu hanım, bilip bilmeden konuşuyorsun sen de! Duymadın mı? Eskişehir belediyesi kurduğu merkezi alıcısıyla Avrupa kanallarını da yansıtıyormuş. Renkli televizyonu olanlar da o yayınları renkli olarak seyredebiliyormuş. Kayınçomun dediği renkli yayınlar onlar! Öyle değil mi kayınço?”
“Öyle tabii ki!” Enişte sayesinde derin bir nefes alıp rahatladım.
Ne var ki, ablamın beni rahat bırakmak gibi bir niyeti yoktu. Kocasına döndü, “yahu sen de bu yalancıya destek olmasana! Bunların evinde vaz geç renklisinden, siyah beyaz televizyon bile yok, bilmiyor musun? Anneme biz bir televizyon sözü vermedik mi, bayramda gelirken getiririz diye?”
Baktım, enişte bey karısına, “şu çocuğu kızın yanında mahcup etme,” demeye getirerek habire kaş göz işareti yapmakta. Tabii anlayacak kadın lazım.
Merhametsiz kadın beni nakavt edecek sol kroşeyi de salladı. “Anlamıyor musun? Bunun derdi Şebnem’e hava atmak!”
Tamam, artık, beni rezil olmaktan enişte bey bile kurtaramazdı.
Tam o anda televizyonda verilmeye başlanan milli piyango çekilişi ile konu birden değişince ablamın hışmından daha fazla yara almaktan kurtuldum. Enişte bey, “çok konuşma da şu piyango biletlerini getir! Bakalım numaralarına,” diyerek ablamı odadan çıkardı.
Hemen Şebnem de ayaklandı. “Benim de bir çeyrek biletim vardı, dur alıp geleyim onu,” diyerek evlerinin yolunu tuttu.
Baş başa kalınca enişte bey, “ablanın huyu bu işte kayınço; insanı mahcup etmeyi pek sever,” dedi. “Onun yanında, onun yalan olduğunu anlayacağı bir laf etmeyeceksin. Alimallah, hemen yüzüne vurur.”
“Laf olsun diye söylediydim, ne bileyim bu kadar üstüme geleceğini! Keşke çenemi tutaydım da hiçbir şey söylemeyeydim.”
“Sen bu Şebnem’e yanıksın galiba kayınço, he?”
Galiba öyleydim, yoksa ta Eskişehir’den buraya zırt pırt niye gelip durayım? Bunu itiraf etmenin onların misafirperverliğini suiistimal etmek anlamına gelebileceğini düşünerek, “yok be enişte,” dedim. “Sizin evinize girip çıkan, evladınız gibi sevdiğiniz bir kıza… Olur mu öyle şey?”
Enişte bey kıkırdadı. “Yanıksın… Yanıksın…”
Ablamla Şebnem ellerinde piyango biletleriyle dönünce çekiliş muhabbeti başladı da onun sıkıştırmalarından kurtulabildim.
“Amorti çıkan numaralar belirlendi.”
“Kaç?”
“Sıfırla dokuz…”
Şebnem, “a! Benimkinin son rakamı sıfır. Amorti tutturdum,” diye sevindi.
Ablam elindeki on kadar bileti tek tek inceleyip, “benimkilerde hem sıfır hem dokuz var... Amorti neymiş, çıkacaksa büyük ikramiyelerden biri çıksın,” diye söylenerek televizyonda okunan diğer numaraları dinlemeye başladı. Son iki rakam, son üç rakam, son dört rakam, son beş rakam! Ne Şebnem’in ne de ablamın biletlerine bu küçük ikramiyelerden hiç biri çıkmadı. Ablam için içten içe, “oh olsun!” diyerek sevinmekteyken Şebnem için ise “inşallah tutar!” diye dualar etmekteydim.
. En sonunda sıra en büyük ikramiyeye ait numaranın çekilişine geldi. Araya sokulan şarkı, türkü faslından sonra sunucu, “evet sayın izleyicilerimiz, kameralarımız büyük ikramiyenin milli piyango idaresindeki çekilişinde!” diyerek çekiliş anını yayınlamaya başladı. Koca bir kürenin içinde hoplayıp zıplayarak dönen topları seyrettik uzun uzun. Sonra görevli elindeki bir butona bastı, küre durdu, altındaki delikten bir top düştü. Kürenin başında bekleyen hostes kız topu eline alıp gösterdi. Üstünde “8” rakamı yazılı. Sunucu çıkan rakamı tekrarladı. “Son rakamı sekiz olan biletler büyük ikramiyeyi kazanmaya aday, sayın izleyiciler!”
Ablamdan bir sevinç çığlığı! “A, benim biletlerden biri sekizle bitiyor.”
Enişte bey, “biletleri çapraz onlu seri aldık ya, elbet olacak,” diyerek güldü.
Şebnem, “benimkine bir tek amorti denk geldi. Ne yapalım, verdiğim parayı kurtarmış oldum bari” diyerek biletini cebine sokuşturdu.
Çekilişte ikinci küredeki toplar çevrildi, durduruldu ve bu defa delikten üzerinde “7” rakamı olan top düştü. Sunucu yine tekrarladı. “yedi! Elindeki biletin birler hanesinde sekiz, onlar hanesinde yedi yazan izleyicilerimizin milyoner olma şansı devam etmekte!”
Ablamda bu kez daha güçlü bir çığlık! “Son iki rakamı tuttu! Yetmiş sekiz…”
Onun çığlığından Basset Hound’ın uykusu bölündü, başını doğrultup ne oluyor der gibi bakınmaya başladı.
Enişte bey, onunla yine dalga geçti. “Daha dört rakam var, erken sevinme!”
Yüzler hanesinin çekilişi yapıldı. Rakam: “bir” Sunucu, “yeni rakamımız bir sayın izleyiciler. Son üç rakamı yüz yetmiş sekiz olan bilet sahiplerinin milyoner olma şansları devam etmekte…”
Ablamdan daha güçlü bir çığlık! “Benimkinin de yüz yetmiş sekiz!”
Basset Hound oturduğu yerden doğrulup geldi, sürtünerek ablamın bacakları arasında dolanmaya başladı.
Enişte bey, yine umutsuzdu. “Sevinme daha, dur bakalım!”
Şebnem, ablamın heyecanına ortak olmak için gelip onun yanı başına oturdu. Dudakları kıpır kıpır, dua etmekteydi.
Aman Allah’ım! Kızın duası tutuyor mu, ne?
“Altı bin yüz yetmiş sekiz!”
Ablamdaki çığlık daha da güçlü çıkmıştı. “Tutturuyoruz!” Basset Hound’ı aldı bacaklarının arasından, şapur şupur öpmeye başladı.
Şebnem de sevinçten yerinde duramamakta. “Tutacak inşallah, kız abla…”
Enişte bu defa dalga geçmedi. “On binler hanesindeki rakam ne hanım?”
“Üç… Öteki de sıfır. Önce üç, sonra sıfır çıktı mı bu iş tamamdır!” Bana döndü, dua et de tutsun şu piyango, söz sana bir değil, iki tane birden renkli televizyon alacağım.”
Lafını soktu yine! İçimden, “inşallah şimdiki numara tutmaz!” diye geçirdim.
Köpeğin duası tutsa gökten kemik yağardı! Yeni numara çekildiğinde evi çığlıklar inletti.
“Üç!”
“Tutuyor, tutuyor…”
Enişte bey de kalktı yerinden, karısının dibine oturdu. “Haydi, hanımcığım, inşallah!” Şimdiye kadar sadece ‘hanım’ diye hitap ettiği karısı paranın kokusunu alınca ‘hanımcığım’ oluvermişti.
“Üç… On binler hanesi üç sayın izleyicilerimiz. Elindeki biletin son beş hanesi otuz altı bin yüz yetmiş sekiz olan bilet sahiplerinin milyoner olmak için bekleyecekleri tek rakam kaldı. Bu rakam sıfır, bir, iki ve üç rakamlarından biri olacak. Şansınız yüzde yirmi beş…”
“Şansımız yüzde yirmi beş!”
“Yüzde onken denk geldi, yüzde yirmi beşken haydi haydi denk gelir…”
Ben de şöyle bir doğrulup dikkat kesildim. İçimden butona basacak herife yalvarmaktayım. “Allah’ın belası uğursuz herif… O butona öyle bir anda bas ki, sıfır yazılı top deliği ıska geçmiş olsun! Haydi!”
Kalbimden geçen rakam üç… Üç çıkacak! Bunu sesli olarak söylemeliyim. “Üç çıkacak, görürsünüz bak!” Ya gerçekten üç çıkıverirse? Ablam kesin öldürür beni. Susmalıyım.
Sustum ve çekilecek yeni numarayı görmemek için gözlerimi yumup sunucunun sesini duymamak için de işaret parmaklarımı kulaklarımın içine soktum.
Çekildi yeni numara ve spiker son rakamı da söyledi. Evde çıt yok. Herkes yıkılmış halde. Anladım, sıfır çıkmamış!
Sevinçle, “üç çıktı, değil mi?” diye sordum.
Ablam beni, “Senin uğursuzluğundan!” diye azarladı.
Enişte bey yeniden ‘hanıma’ indirgediği karısını teselli etmeye uğraşıyordu. “Üzülme hanım! Büyük ikramiyeyi tek rakamdan kaybedenlere de ikramiye veriyorlar.”
YORUMLAR
Kemal Bey "Eğer öykü yazmaya yeni başlamışsanız bir konuşma cümlesiyle giriş yapabilirsiniz" derdi. Tam olarak aynı sebepten olmasa da kendisiyle hemfikirim. Her şeyin başladığı anı işaret etmek üzere konuşma cümlesi kullanabiliriz: Artık fikirlerimiz eyleme (söze) dönüşmüştür ve bundan sonra kurgunun çarkları dönecektir.
Burada ise öyle yapmıyor Kemal Bey. Şebnem sözü alana değin karakterler sessizce yerlerine oturuyor (Ablalar Göztepe'ye, anlatan sivil hayata) Sonrasında öykü diyaloglara yaslanacak (Bir oturma odasında başka ne olabilir ki?) ama biz hala satır aralarında Şebnem'i süzüyoruz. Ablanın "daha güçlü çıkan çığlıkları" (dört kere) arasında Şebnem'in bir yorumunu, bir bakışını, televizyon palavrasından sonra anlatanı affedişini bekliyoruz. Gelmiyor.
Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa bir yorumunda Kemal Bey yazmaya yeni başlayanlar için sürpriz öykü sonlarının daha uygun olduğunu söylemişti. Ben ise öykü girişiyle bağlantılı olduğu için sürpriz sonları severim. Her şey o noktada başladı ve bu noktada da değişmeyecek bir duruma erdi: Kale düştü, "Esirler topa elini sürdüler. Deliğini aradılar. Bulamayınca sarardılar. Sonra kızardılar. Birbirlerine bakıştılar. Öyle kaldılar." Okuyan da öyle kalakalmalıdır.
Peki bu öykü sürpriz sonlu mudur? İlk elde değildir gibi dursa da (Piyangonun çıkması ya da çıkmaması şaşırtıcı değildir) ama öyledir. Şebnem sessizce öyküden çıkıp gitmiştir. Anlatan "Bir ikramiye çıksa da o karambolde şu kıza sarılsam" diye içinden bile geçirmemektedir. Salondadır ama değildir. Ablanın kazanması için samimi isteği anlatanda bir iz bırakmamıştır. Son rakam da 3 çıktığında üzülmüş müdür, ses çıkarmış mıdır, anlatanla göz göze gelmiş midir, bilmiyoruz. Abla para, anlatan ablasını bozma uğruna, biz ise bir sihirbaz hüneriyle Kemal Bey dikkatimiz başka yere çektiği için Şebnem'i unutuyoruz. Sürpriz onun ortadan kaybolduğunu farketmemizdir.
Kemal Beyin uzun süredir yazmamasının iyiye yorulmayacağını düşünüyordum. Ama yüksek sesle de bunu dile getiremiyor, kimseye soramıyordum. Bir anlamda gözlerimi yummuş, işaret parmaklarımı kulağımın içine sokmuştum. Ta ki Sami Beyin yazısının başlığını görene kadar.. Üç çıkmış. Bu öykü de sıfır çıkaramayanların teselli ikramiyesi gibi olmuş. Güzel olmuş.
Görüşmek üzere.
İlhan Kemal tarafından 9/14/2017 12:22:22 AM zamanında düzenlenmiştir.
Yazara saygı budur.Bence site yönetimi doğru yapmış.ama bir küçük not da olsaydı güzel olurdu diyeyim.Kemnur beyi de saygıyla yad ediyorum.
Ne güzel insanlar ne değerli Kalemler geldi geçti aramızdan. Ancak dostluğu içtenliği doğallığı görülmemiş mütevazılığı karşısındakine verdiği değer ve derin algısı müthiş birikimi ile kendi gönlünün Kırmızı Kurdelesini ayırım gözetmeden üyelere dağıtan çağdaş aydın devrimci ruhlu bir "KEMNUR" Kemal Paracıkoğlu gibisi gelmedi daha.
Keyifle okudum Kemal amca..Ablanın aksine enişte halden anlayan biriymiş belli ki. :)
Renksiz televizyon döneminde henüz doğmamış olsamda nostalji ve mizahın iç içe olduğu çok güzel bir paylaşımdı.Yüreğine sağlık .
Kemnur
Çok güzeldi hikaye.
O renkli televizyon palavrasından yazarı kurtarabilmek için bayağı çaba sarf ettim valla ben de oturduğum yerde.
Bodrum'da üç-dört yıl yaşamışlığım vardır.
Orada Yunan televizyonlarını seyrederdik.
Belki böyle bir palavra kurtarırdı onu diye düşündüm ve onun adına sevindim de biraz.
Neyse,
bu bilet muhabbeti sildi götürdü o mahcubiyet rüzgarını.
Büyük ikramiye kaçırılmış olsa da,
en azından bu konu tatlıya bağlandı.
Güzeldi.
Kemnur
Güzel yazılınca anıda bambaşka bir tat alıyor tabii.
Her cümle güzel de ben:
"...uzun kipriklerinin arasında ışıltıyla gülümseyen yeşil-ela gözlü..." anlatıma hayran oldum.
Teşekkürler Dostum.
Kemnur
Sabaha tebessümle başlatan bir öyküydü. Tabii ki buruk bir tebessüm. Onca şehitin olduğu bir günde mizah yazılmalı mı bilmiyorum. Sen yazıp paylaştıysan vardır bir sebebi...Kutlarım....
.
Nurten Paracıkoğlu tarafından 12/12/2016 9:18:35 AM zamanında düzenlenmiştir.