Yaz Kokusu-5 (Son)
Birkaç bira alıp sahile indiler. Tıp hayatı, yazarlık, dünya düzeni, din, Allah, kadınlar hakkında bir süre konuştular. Sadi erken sarhoş olmaya başlamıştı. Bir bira kafasını çakır yapmış ikinci bira da kendisinden geçmiş dili açılmıştı. Anlattıkça anlattı, karısından bahsetti. Kardeşinden bahsetti sonra ailesinin vefatından ve kardeşini bile bile evde yalnız bıraktığından bahsetti. Söylememesi gerekirdi ama söyleyiverdi, kardeşinin balkondan ve camdan atlamaya meyli olduğunu. Kendi müstakil evlerindeyken ikinci kattan iki sefer atlamış şükür bir şey olmamıştı. Ondan sonra babası evi satmak zorunda kalmadan evvel camlara parmaklık yaptırtmıştı. Şimdi ki evleri de beşinci kattaydı. Camlarda kilit olsa da bugün kilitlemediğini anlattı Abdullah’a. “Kader kendi işini kendisi yapsın dedin yani” dedi Abdullah.
Kafası döndükçe her şeyi anlattı Sadi. Artık canından bezdiğini hiçbir şeyin önemi kalmadığını, mümkünse karısının da ölmesi gerektiğini söyledi. “Öldürmemi ister misin?” dedi Abdullah. “Nasıl olacak” dedi Sadi. “Babasının evinde değil mi? Hepsini yakacağım” dedi. Sadi bir müddet düşündü cinayete kadar gidebilir miydi olay? Hem neden bunu yapacaktı ki Abdullah. Parası olmadığını biliyordu para da isteyemez benden diye düşündü. “Neden yapasın” dedi Abdullah’a. Sarhoşluğu geçmeye başladı. “Alem-i Tarid’ten söz etmiştin hatırlıyor musun? Ben sana inandım. Tüm o anlattığın mucizelere inandım. Hayata bakışına hayata tutunuşuna inandım. Hayatımda senin gibi bir insan görmedim. Beni herkes aşağılarken senin bana saygı duymana hayran kaldım. Madem sen kendini açtın. Bende anlatacağım, ilk işlediğim cinayet değil ve vicdan azabımı bastıramıyorum. Evet söyledim, ilk değil. Para için yaptım.” Dedi Abdullah. Ağlamaya başladı.
Ellerini yüzüne kapatıp hüngür hüngür ağlamaya devam etti Abdullah. “Bilezikleri için bir kadını öldürdüm çocuğu da vardı. Bir de adamı öldürdüm, köy yolunda, emeklilik ikramiyesini çekmişti. Çocuğuna düğün yapacaktı. Affolunmayacağımı düşündüm hep. Yaptım. Yapmak istedim. Zengin insanlar gibi para harcayabilmek istedim. Pişman oldum ilkinde ama affedilmeyeceğimi düşünüp yine yaptım. Affedilmeyeceksem ha bir ha bin ne önemi var. Fakat alemi Tarid’i dinlediğimden beri bir çıkış yolu var kafamda artık. Orada af edilebilirim. Ayrıca mutlu olmanı istiyorum. Sen mutlu ol diye yapacağım. Canın acıyacak vicdan azabı duyacaksın ama zaman içinde unutacaksın. Fakat bana anlatacaksın her şeyi, her zaman arkadaşın olacağım. Bana alem-i Tarid’ten daha çok bahsedeceksin. Ne sen inşaatı hak ediyorsun ne de ben. Benden daha bilgilisin, daha çok okumuş daha çok düşünmüşsün ama hayatımı sırf zengin ailelerden geliyorlar diye yahut şansları bizden daha yaver gitti diye onlara yapacağımız evler için harcamak istemiyorum. Daha anlamlı olmalı benim hayatım. Belki asla hayallerime ulaşamayacağım. Tak tak tak seslerini duyacağım ömrüm boyunca. Fakat bundan fazlası olmak zorunda hayatımda Sadi. Anlattıkların rüya bile olsa öğreteceksin. Ben seni özgür kılacağım, sende beni asla yarı yolda bırakmayacaksın. Bırakamazsın, bırakırsan itiraf eder anlatırım her şeyi. Yakarım seni de kendimi de. Ben sana inandım, herkes ikinci bir şansı hak eder, hele de senin gibi bir insan. Yahut benim gibi. Senin de söylediğin gibi biz Alem-i Tarid’e aitiz diğerleri gibi değiliz. Sen benim ben senin ikinci şansın olacağız. Özgür olmak zorundasın. Sen alem-i Tarid’te ki hikayeleri anlatırken ben bu dünyadan koptum. Başka boyutlarda gördüm her şeyi. Her şeyin rengini fark ettim. Güneşe çıplak gözle baktım ben seninle Sadi. Hatırlıyor musun ‘bazı insanlar yalnızca sınavın kendisi için varlar, aslında hayvandan farksızlar’ demiştin. Ben sana kurban kesmeye hazırım. Benim sınavım bu, seninle tanıştım hemde ihtimallerin dahi olmadığı bir yerde. Sen benim gözlerimi açtın, uykumdan uyandırdın. Tanrıya giden yolumu aydınlattın. Bu benim sınavım, ben seni özgür kılarak her zaman söylediğin bedeli ödemeye hazırım, peki sen hazır mısın?”
Sadi’nin gözleri doldu. Alem-i Tarid’ten bahsetmemeliydi. Yıllar öncesinde ki kimliğini hatırladı.Allah sana bir elma vermişse onu yememek şükürsüzlüktür dediği zamanları. Cinayete kılıf uydurabileceği hiçbir yol yoktu. Karısını seviyor muydu kendisi de bilmiyordu artık. Ama Alem-i Tarid’e yolculuğa çıkmak için eski günlerde ki o nuru o inanmışlığı ve mucizeleri tatmak için her şeye hazırdı. Güneş yeniden kendisi için doğacaktı. Ölüleri diriltirdi İsa. Bir insanı öldürmekten daha kötü değil miydi ölüleri diriltmek? Ya tanrı onu sınıyordu ya da ona misyonunu geri veriyordu. Bu şekilde olmasaydı eğer eninde sonunda cinayeti kendi elleriyle işleyeceğini ve bunu yapacak cesareti olmayacağı içinde kendi kendisini, katlanamadığı yerde öldürecekti.
Ben ölemem diye düşündü. Karısını düşündü, insanlık için doğurmaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kardeşinin hiçbir suçu yoktu. Suçlu olamayacak kadar işe yaramazdı sadece. Birini öldürmüş olsa bile ceza alamazdı. Yani belki de devlet sırf cesedi insan diye onun öldürülmesine engeldi. İnsan yerine koymuş olsaydı, o zaman yaptıklarından sorumlu tutulmaz mıydı? Çok basit düşündüğünün farkındaydı, düşünmeyi bıraktı. Tüm insanlığa anlatacağı hikâyeleri vardı kendisinin. Yaşamalıydı. Tarid’ini yeniden bulmalı ve bu dünyada iz bırakmalıydı.
Dördüncü cemre göğüs kafesine yeniden düşmüştü. Çaresizliklerin arasında alevden yapılmış ipi tutmaktı çaresi. Sıkıntıların ölümle bile olsa biteceğini bilmek heyecanlandırdı. İçlerinde bir yerlerde vicdan azabıyla yeninden yeşeren çınarı hissetti. “Tarid” dedi sakince. “Senin için geliyorum” diyerek bitirdi cümlesini. Son söylediklerini Abdullah duymamıştı. Abdullah’a döndü. “peki” dedi yalnızca. “Peki Tarid’i sana gösterdiğimde sana yer yoksa ne yapacaksın?” Diye sordu. “Alem-i Tarid’i izlemek istiyorum yalnızca. Bana ait olmuş olsaydı sen olurdum. Ama benden bağımsız olsaydı da seni hiç tanımazdım. Beni oraya götüreceksin boşa yaşamayacağımı göstereceksin. İşten ayrılmayacağım ben, ama sen ayrılacaksın. Bense daha sonra işi bırakırım. Para nasıl kazanırız bilmiyorum. Arabam var sadece. Gerisini senin yapacağına inanıyorum.” Dedi Abdullah ve Sadi’nin gözlerine içine, olduğu boşluktan uzaklaşabilmek için yalvarır gözlerle baktı. “Peki” dedi yeniden Sadi. “Peki, yap o zaman”
Daha sonra sahilde hiç konuşmadan oturdular. Gece yarısına doğru Sadi’nin telefonu çaldı kardeşi balkondan atlamıştı. Hastaneye çağrılıyordu hemen. Gülümsedi Sadi ve Allah’ın onun için yapması gerekeni yapmaya başladığını düşündü. Kardeşi için de canı yanacak ve gözyaşı dökecekti. Herkesin kendisini terkettiği zamanlarda onu anacaktı. Çocuk kadar bile olmayan aklına rağmen onunla sohbet etmek isteyecekti. Ama tüm drama sona ermeliydi. Düzelme ihtimali olmayan kanser hastalarına ötenazi hakkının verilmesinden yanaydı Tıp okurken. Kendi dramasın da hastalık tüm bedeni kaplamıştı. Can çekişmektense tek gece de herşeyi kaybetmek ölmek ve yeniden dirilmek en tatlı çözümdü. Kafaya sıkılan bir kurşun gibi yahut şah damarı kesilmiş bir kurbanlık, pulmoneremboli gibi bitmeliydi her şey diye geçirdi içinde ki doktor, buralardayım bekliyorum derken.
Abdullah’la beraber hastaneye gittiler. Morga indirildi. Adımlarının her biri karma karışıktı. Vicdan azabı, öldürmenin ağırlığı ve her şeyden üstün olan özgürlük tutkusu. Cesedin üstünü örten çarşafı açtılar. Kardeşini teşhis etti. “Balkondan düşmüş, komşular aradı hastaneye geldiğinde ölmüştü” dedisoğuk bir polis sesi. Midesi bulandı, düşmemek için koltuğa uzandı, gece yarısıydı ve sabaha kadar hastane de duracaktı. Yarın defin işlemlerine başlayabilirdi. Sabaha karşı bir sefer daha çalındı telefonu başka bir hastaneden arıyorlardı. Karısını teşhis için çağırmışlardı. O hastaneden ayrılıp bir başka hastaneye gitti. Abdullah yanından ayrıldıktan sonra vazifesinin başına geçmiş olmalıydı.
“İtfaiye’nin araştırmaları devam ediyor. Elektrik kaçağından olduğunu düşünüyorlar.” Çarşafı açtı Sadi, eşini tanımasının imkânı yoktu neredeyse. Bu şekilde yanana dek kimse görmemiş müdahale etmemiş miydi? Kustu bu sefer. “Efendim teşhis etmelisiniz” dedi yanında metalik bir ses. Cesedin ellerine takıldı gözleri yüzük evet on yılın nişanesi aşkın ispatı o yüzük o yüzük evlilik alyanslarıydı. Polise döndü “O benim karımdı.”
Kayın pederi, kaynanası, karısı, karısının abisi ve kendi kardeşi duracaktı karşısında ki musalla taşında. Karısının kardeşleri ona sarıla sarıla ağlıyorlardı. O da ağlıyordu sessiz ve içine doğru. Hiçbir özgürlüğün bedelinin ölüm olmaması gerektiğinin idrakine yeni varıyordu. Kendini koyuverse her şeyi itiraf edecekti. Vicdan azabından ölebilirdi hemen oracıkta. Karısının kardeşleri ona sarıldıkça içinde yangınlar koptu. Tuttu kendini. Kendi hayatından kıymetli değildi hiç birisi. Tutamadığı yerde bağıra bağıra ağladı. Musalla taşına sırayla koyuldu tabutlar. Her birisi için ayrı ayrı kılındı son namazlar. Abdullah’ta namazdaydı. Arka saflarda duruyordu. Göz göze gelmek için uğraşıyor işlediği suçta yalnız bırakılmadığını görmek için müthiş kaygısı gözlerinden okunuyordu. “Hayır” dedi kendine Sadi. Hem onları öldürüp hemde öylece gidip teslim olmayacağım. Hak etmeseydim özgür yaşamı tanrı bana bunu lütfetmezdi diye geçirdi içinden. “Sadece ayrılabilir, sadece kliniğe yatırabilirdin” dedi namazda önünden geçen çocuk. Gerçek olamazdı, namazda bir çocuk önünden geçmezdi. Kurduğu cümle hele.. Travma sonrası stres bozukluğu diyerek kendini çocuğun yokluğuna ikna etmeye çaba sarf etti. Bazen gerçek yada hayali kurulan cümleler insanı düşünmeye sevk eder. Sadi zaten düşünmüştü bunu. Karısı ve kardeşi hayat boyunca ikisinin de kendisine ulaşıp bir sorun çıkartma veya suçlanma ihtimalindense sesleri sonsuza dek kesmek özgürlüğün kesin yoluydu. Namazdan sonra Gülşen teyzesi gelip sarıldı Sadi’ye. “Ne çektin sen bahtın ne karaymış senin diyerek ağladı. Önce anan, baban şimdi kardeşin ve karın bir gecede ah benim bahtsız yavrum” dedi ve midesini iyice bulandırdı Sadi’nin.
Namazın bitiminde ise Sadi Abdullah’ın yanına gitti sarıldı. “Artık özgürüm” dedi. “Artık özgürsün” dedi Abdullah.
Birkaç geceyi evinde yalnız başına içerek geçirdi. Bir gece alkolünde verdiği cesaretle eline telefonu aldı. Yıllar öncesinden hatırında kalan numaraları tuşladı. Telefonun açılıp açılmayacağından bile emin değildi. Bir kadın sesi “alo” dedi. Gülümsedi Sadi, oyunun başladığının farkındaydı yeniden. “cumartesileri güneş turuncudur, bu aşkın sonucudur” deyip telefonu kapattı Sadi. Numara tekrar aradı bekletti bekletti ve açtı telefonu karşıda ki kadın “sen” dedi yalnızca. “ben” dedi Sadi. “İşaret verildi, bekle beni. Seni terkettiğim yazın kokusunu alıyor musun denizden?” dedi Sadi. Kadının gülümsemesini işitti kulakları “sen beni hiç terk etmedin sadece aşkımızın şehide ihtiyacı vardı. Sen cepheye gittin. Seni bekliyorum. Hem belli ki Alem-i Tarid’te düğün var uğruna ilk insan şehadete ermiş olmalı” Sadinin tebessümü iyice yüzüne yayıldı “Beni bekle misafirimle geleceğim, ilk cinayetini işlemeye hazır mısın?”