Yaz Kokusu-4
“En güzel şarkı değil mi çekiçten çıkan. Onu mırıldanıyordum. Tak tak tak.. İbrahim Tatlıses’ten bile güzel. Birilerinin lüksü için harcına damlattığımız gözyaşlarıyla yükselen medeniyeti hatırlatıyor bana. Birileri yapmalı evet. Ama tak tak takdüşünsene bostancının ortasında kim bilir kaç milyona alacaklar bu daireyi. Parasıyla mutsuz olur mu dersinbi adam? Yada yeri gelip kanımızı akıttığımız ve milyonlara satılan bu dairelerin harcının mayasında alın terimizi düşünür mü otururken. Neden düşünsün ki değil mi? Milyon lira etmeyeceğini bu dairenin hatta maliyetinin yüz bini geçmeyeceğinin farkındadır. Bizim alınterimizi satın almıyor ki Marmara’nın denizini, bostancının elitizmini satın alıyor. Tak tak tak Zeki Müren’den bile güzel değil mi? Sen ne düşünüyorsun mesela çiviyi çakarken. Herkes bir şey düşünür ama değil mi? Sonuçta kaslarından başka hiçbir şeyini çalıştırmana gerek yok işini yapmak için. O arada kasların ritmik hareketlerine kendini kaptırmışken zihninle sevgilini mi düşünürsün mesela? Tak tak tak yoksa başka şeyleri mi hatırlatır sana. Söylesene okulunu okurken hiç tak tak tak diye müzik dinledin mi? Yahut tak tak tak hayalleri kurdun mu hiç? Çekiç tuttunmu yahut daha önce? Söylesene kız tavlamaya çalışırken hiç düşündün mü mesleğin ne diye sorarsa kız,kalıpçıyım diyeceğini? İnşaatçıyım demeyi mi tercih ederdin yoksa? Tak tak tak ne de güzel bir ritimdir değil mi? Ekmek, emek demek bunu düşündürdü mü hiç bu ses sana? Kim bilir ne hayaller kurmuştun hangi şirkette Ceo olacaktın. Altında lamborghini olacaktı. Ferrari’yi mi tercih ederdin acaba? Ben hep Porsche’m olsun isterdim. Yazarlara en çok Porsche yakışır bence. Hem doktora da gider Porsche. Bir kadını sever miydin mesela Ceoolsaydın. Ben ne olursam olayım severdim. O, hiçbir şey yapmadan sadece ben onu sevdiğim için milyarlık ayakkabıları üçer dörder alabilse bile severdim. Tak tak tak diye vuruyorum yuvamın kapısını çalarken o içerden ne diyor biliyor musun? “Geldi mendebur.” Oysa ben onu ebeveyn banyosu olan bir evde yaşatsam da severdim. Hatta tatile Maldivlere gitsek bir sürü güzel kadın olsa sahilde ben onu orada da severdim. Tak tak tak Abdullah, beynine çakılan çivilerin sesi. Kaybetmişliğin, gerçeğin, hayalleri patlatan dinamitin sesi. Tak tak tak diyorum Abdullah en güzel senfoni.”
Abdullah derince bir nefes aldı. Sadi’ye şu an söylenecek hiçbir cümle kar etmezdi. Ölmüşün ardından başın sağolsun demek kalana ne kazandırırsa bitmiş adamlara da teselli aynını kazandırırdı. Acı bir gerçeğin dışa vurulmuşluğuydu teselliler; ‘ölen öldü ne çare ama yaşıyorsun ve yaşa işte’ demekti başın sağ olsun. Taptığı adam zaman zaman aklını oynatırdı böyle, bu sefer çekingenliğini bir kenara bırakarak “başın sağolsun” dedi Abdullah. “Hayrola” dedi Sadi. “Aklını öldürdün, her gün yuttuğun toz gururun olacak.” Dedi gülümseyerek. Sadi de gülümsedi. Sadi için sinir bozucu olan bir sessizlikle beraber yürüdüler bir müddet, sonrasında Abdullah bir teklifte bulundu “Kafayı bulak mı?” “ben içmem” dedi Sadi. Abdullah gülümseyerek “tak tak tak belki de çınlayan kadehe doldurulacak kaderin tokuşturulma sesidir” dedi. “Bugün değil” dedi Sadi. Allah’a bir borcu kalmadığını düşündü. “Bugün değil ama içeceğiz” diye ekledi gülümseyerek.
Eve geldiğinde kapıyı anahtarla açmak istedi. Anahtarını çıkartana kadar karısı kapıyı açmıştı. Üstünde ilk zamanlar giydiği özel kıyafetlerinden bir tanesi vardı. Saçlarını yapmıştı ve makyajlıydı. Kan beynine sıçradı Sadi’nin. Bir şeylerin iyiye gitmesi onun beyninde artık yalnızca kötü şeyler çağrıştırabilirdi. Karısı onun için süslenmiş ve davetkâr bir biçimde kollarını dolamışsa beline tek bir izahı vardı Sadi’ye göre, kardeşine bir şey yapmıştı muhakkak karısı ve bu onun günah çıkartma biçimi olmalıydı. Adrenalinin tüm vücuduna yayıldığını hissetti. Sıcaklık kalbinden tüm vücuduna dağıldı. Tedirginlik hissi beynini kuşatmış, elleri titremeye başlamıştı. Sesi titreyerek “İdris nerede” diyebildi. Karısı gülümsedi kafasını kocasının göğsüne yasladı. “Korkma sevgilim İdris içeride” dedi. “Sen neden böyle giyindin” dedi Sadi, sesinde ki titreme aklında ki tedirginlik daha da artıyordu. İnsanoğlu alışılagelmişle yaşamak üzerine programlanmıştır. Yeniliklere sert biçimde ayak direr fakat bir şekilde yenilik yaşam olduğunda bu sefer de ona ayak uydurur. Tıpkı vücudumuzun homeostazisi gibi olaylar karşısında da adaptasyon yeteneği muhteşemdir. Ancak alışılagelmişin dışına çıkmamak içinde elinden geldiğince direnir. Bunu Sadi iyi bilmesine rağmen güzellik ve bir parça karısının kendisini sunumu Sadi’ye iyi şeyler hatırlatamazdı. Bu yenilik olamazdı Sadi’ye göre.
Karısını omuzlarından iterek kendisinden uzaklaştırdı. Sadi’nin odasının kapısını açtı yalnızca bir valiz vardı yatağının üstünde. Diğer odaya geçti hiç konuşmamasına rağmen her adımda beyninin içine bir karanlık çöküyordu. Kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyarak o odada bulamadı İdris’i. Karısının İdris’i en son sokacağı yer bile değildi yatak odaları. Tuvalete yöneldi. Yatak odalarının yanında ki tuvalete girmeden önce gözü bir anlığına yatak odalarına ilişti, içeriye girdi.
Oda da mumlar yakılmış kokular sıkılmıştı. Siyah bir gece kıyafetinin yanında bir valiz daha duruyordu. Karısı kendisine, yazar kişiliğine uygun mesaj vermeye çabalıyor fakat bunda bile yeteneksizliğini ortaya koyuyordu. Arkasını döndü Sadi. “İdris nerede?” dedi. Karısı salına salına mutfağa girdi Sadi peşinden beyninde ki karanlık büyüyerek geçti mutfağa. Kilerin kapısını açtı karısı yerde baygın gibi yatıyordu İdris. Önünde birkaç parça oyuncak vardı. “Ona uyku ilacı verdim ve buraya çekebilmek için de bak çocukların için biriktirdiğin oyuncakları kullandım. Bu gece onun bağırtıları ve korkuları olmadan güzel bir gece geçirelim istedim. İlk zamanlarda ki gibi”
Sadi, kardeşini orada yarı baygın üstünde yemek lekeleri ve cam kavanozu gözlükleriyle gördüğünde kırıldı. Kardeşi resmen bir çöp gibi bırakılmıştı oraya. Karısı milyon kere milyon yıl haklı olsa gördüğü manzarayı gene de affedemezdi. İnsan ne kadar haklı olursa olsun, akli dengesi yerinde olmayan birisine bunu yapamazdı. Karısını boğmak istedi o an. Fakat sükûnetini bozmadı. Arkasına karısına döndü ve gülümsedi.
Karısı kozunu oynamıştı. Sadi vahşi bir zevk aldı bundan. Karısı artık vicdan azabı duymasına engel olarak Sadi’nin intikamına ruhsat çıkartmıştı. Öfkesini dizginlemesine gerek kalmayacaktı. Uyku ilacıyla sırf sevişebilmek için ya da kendi planı işlesin diye kardeşini hayvan gibi bayıltmıştı. Oyun başlayacaktı yeniden, karısını belinden kavradı kendisine çekti ve öptü onu. “Peki ya valizler?” dedi Sadi. Karısı “bunu neden yatak odasında konuşmuyoruz” dedi. “Hayır” dedi Sadi. “Şimdi hemen burada konuşacağız.” “peki” dedi şeyma ve anlatmaya başladı. “Seni çok üzdüğümü biliyorum bu zavallıya birinin sahip çıkması gerektiğini de biliyorum. Ama biz yeni evliyiz ve daha birbirimize doymadan bütün ilişkimiz alt üst oldu. Senin ailenin vefatı zaten en güzel zamanlarımızı bizden aldı. Şimdi de kardeşin bizden gençliğimizi alıyor. Diyorum ki eğer kabul edersen ona bakmayı kabul eden bizim köyde bir kadın var. Bir özürlü çocuğu da onun var. Aylık az bir meblağ karşılığında ona bakabileceğini söyledi. Kliniğe gücün yetmiyor anlıyorum. Ama o kadın bakabilir.”
Gülümsüyor muydu Sadi yoksa aşağılıyor muydu bakışlarıyla kadın bir müddet çözemedi. Kocasının ağzından çıkacak tek bir “tamam” kelimesi cennetle müjdelenmiş gibi sevinmesine yeterdi. Kadın tüm problemlerinin İdris olduğuna kendisini öylesine inandırmıştı ki zaman içinde İdris gitsin diye yaptığı hareketlerin başka ne problemler yarattığını Sadi’nin zihninde ne yaralar açtığını görmüyor, bilmiyordu. Sanki İdris gidecek ve Sadi onu kollarına alıp her şeyi bir kenara itecek ve af çıktığında doktor olacak yıllardan beri hayalini kurduğu hayatı ona verecekti. O zamanlar geldiğinde önce evi değiştiririz diye düşünüyordu. Evi değiştirince de arkadaşlarını çağırmaya başlardı evlerine. Belki birazcık uğraşırsa mini Cooper bile alırdı Sadi ona. Kadın ilişkilerini ve kendini evlendikleri günkü haliyle kapatmıştı kafasında, sanki aşk ve sevgi hareketlerle hakaretlerle yıpranmazmış gibi İdris gittiğinde her şeyin başladığı günden devam edeceğine inanıyor hatta biliyordu. Sadi ise tıbbi kültürle büyümüştü. Bir kanserin nüks edeceğini, kanserli hücreyi çekip çıkartsan da kanseri yenmenin,nüksleri önlemenin mucize niteliği taşıdığını biliyordu. Hiç konuşmadan karısının yanına gitti öfke şakaklarındaydı artık.
Karısının yüzünü avuçlarının içine aldı. Hiç konuşmadı ve karısını öptü. Dudaklarından tiksindi Sadi. Karısını hafifçe kenara itti amacını engelliyordu. Mutfak çekmecesini açtı. Bir bıçak aldı eline, karısının gözleri fal taşı gibi açıldı. Karısının eline tutuşturdu bıçağı “hadi al” dedi. Karısı titriyordu. Bu sefer Sadi’nin hareketlerinde ki rahatlık da eline tutuşturduğu bıçakta ürpertiyordu. “Sadi” diyebildi kadın. “Hayır, hayır hiçbir şey olmayacak. Bende bunaldım ondan, akşama kadar kazandığım üç kuruşu ona harcamak istemiyorum artık. Sen yapmalısın ama. Nefsi müdafa diyeceğiz. O seni tacize kalktı ben evde yoktum, korktun, iyice sana dokunmaya başladığında kaçıp mutfaktan bıçağı aldın onu durdurmaya çalıştın üstüne çullanmaya kalktığında yere düştün oda senin üstüne düştüğünde bıçak saplandı. Bak göstereyim tam şurasına batıracaksın, pankreas var burada buraya saplarsan kolay kolay kurtaramazlar hastanede. Zaten olaydan sonra seni baygın bulduğumu söyleriz. Hatta sen aynen yere uzan bıçağı tut, ben İdris’i senin üzerine atayım. Kanı aksın biraz üstüne daha sonra onu kendi gücünle üstünden at ve biraz sonra 112 acili arayalım. Ben geldiğimde seni evde baygın bulmuş olayım. Dur unuttum. Önce seni biraz hırpalamam lazım ki tecavüze kalktığı ve şiddet kullandığı düşünülsün.”
Kadın kanı donmuş bir vaziyette izledi Sadi’yi. Bıçağı bir müddet sonraelinden yere bıraktı ve Sadi’nin kafayı yemiş olduğuna kanaat getirdi. “ben sadece gitsin istedim” dedi Sadi’ye. “Evet o kadına yollayabiliriz, para da yollarız, peki kadın ne yapar, canı sıkılınca döver. Pislik içinde yaşatır onu. Hatta dur bakayım, belki de açlıktan bile ölebilir İdris, he ne dersin? Cidden mi, aşkımız şu çocuğun kahrını kaldıramazken altı yüz lira mı kaldıracak. Ölsün gitsin o zaman? Biz doya doya yaşayalım diye öldürelim olmaz mı?” dedi Sadi.
Sadi’nin alnında damarlar fırlamasına rağmen ses tonu oldukça sakindi. Kadın bu halini bir sefer daha görmüştü. Hayra alamet değildi. Kadın hızla uzaklaştı ve yatak odasına geçti. “Ben babamlara geçeceğim bir müddet” dedi ve üstünü giyinmeye başladı. Korkuyordu kadın. Sabah söylediği sözler geldi aklına, şimdi de bağırıp çağırmak yıkmak istiyordu ortalığı ama Sadi’nin alnında ki damarlar engel oluyordu. O damarlardan hep korkmuştu Şeyma, onlar patlamanın gerçekleşeceği anın öncesiydi. Susmak ve uzaklaşmak en iyisiydi. Sadi yatak odasından içeriye girdi. Kadının kolundan tuttu. Kadının canı çok yansa da ses çıkartmadı. En son sabredemeyip kolunu silkti. “Hiçbir yere gitmiyorsun sultanım. Ben sana ne dedim. ‘Bak doktor olamadım ister şimdi git istersen gitme kaldığın müddetçe benimsin ama gidersen geri gelemezsin’ dedim değil mi?” dedi. Kadın kocasına baktı “beni korkutuyorsun” dedi. Adam odadan çıktı.
Aklında milyon tane ihtimal vardı yeniden. Fakat hiçbir ihtimal ona yaşamı sunmuyordu. Abdullah’ı hatırladı. Aslında hiç aklından çıkartmamıştı. Karısı evden çıkarken sanki beni durdur der gibi yüzüne bakıyordu. Hiç ses etmedi Sadi telefonu eline aldı ve Abdullah’ı aradı. “Haydi o zaman gün bugündür” dedi. “Ne diyon abi ya” dedi Abdullah. “İçelim diyorum” dedi Sadi.