- 696 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
O Gamsız Kıvrım
Kıyıda durmayı başaracak mıyım bu sefer? Çok içeri girdim, bulandım savurdukları tozlara. O kadar kanıksadım ki orayı, üzerime sindi kokusu, kendi kokumu ayırt edemez oldum. Gece yalnız kaldığımda belirebildim ancak o kalabalıkta. Cismen olmayan o insanların arasında ilk kez "burdayım ben" diyebildim. İşin tuhafı onlar da çok daha fazla vardılar o kuytu saatlerde. Yine koca bir kütle halinde, sınır çizgileri silinmiş, birbirine eklenmiş, bakıyorlardı onlarca çift gözle bana. Ama gündüz olmayan bir dikkatin parıldattığı gözlerdi bunlar... Beni gördüklerini haykırıyorlardı.
Sabah olduğunda da bu bakışı var edebilecek miyim gözlerinde? Odamda, gecenin bir yarısı pencerenin köşesinden sokağı seyrederkenki kadar büyüyebilecek miyim? O köşede kendime dair gecenin kulağıma fısıldadığı sözcükler an be an bir şekle hapsederken beni; o bütünden beni ayıran o şekli çevreleyen sınır çizgisinin içindeki boşluğu dolduran ılık duyguda tanımladığım kadar ben olabilecek miyim orda da?
Nerde başlıyor kopuş? Hangi noktada göremez oluyorum onları birbirinden farklı kılan renkleri? Hangi benzerlik yok ediyor farklı olanı... ve haykıranı, tek tek kişilerin hikayesini..? Görmemi sağlayabilecek kadar sınır çizgilerini kalınlaştıracak o dolu dolu var oluşu, seslenişi..?
Uyum adına fazlaya mı kaçırıyorlar benzerliği? Dudakların kenarına kondurulmaya çalışılan o gamsız kıvrım çok zavallı kaçmıyor mu? Asiliğin doğasına aykırı kaçacak kadar asilikte benzeşmek diğerlerine öykünerek? Sürecin sonucu gerçekleşen doğal bir tepki olarak değil; hesaplı kitaplı, ince bir gözlemin sonucunda... "Onlar öyle yapıyor, demek doğrusu bu" türünden bir ön kabulle, yalnızlığın belirginleştirdiği şekillerine yeniden sığışmaktan korkup, can hıraş tutunmak bir parçası olmak için ömür boyu didindikleri o kalabalığa... Diğer kalabalıklardan özel bir yere koydukları o insanlardan biri olmanın rengini alabilmek için bir kez daha kaybetmek tüm renklerini...
İçli içli ağlayan o kıza dudak büken aynı yaşlardaki kızın çok da derinlerde olmayan bir bölgesinde hissettiği o sızıyı yok saymasının yüzüne örttüğü duvarlar... Her eklenen yeni duvarda bir parça daha derine inmesi sızının... Bir parça daha sağırlaşması kulakların acıya...
Çok mu güzeldi o film? Müzik, her şeyi çok tanıdık hale getirip yumuşatan ışık, o ılık atmosfer çok mu sarıp sarmalıyordu onları, ayaklarını yerden kesecek kadar? Çok mu etkiliydi yaratılmak istenen büyü? Bir ruha dokunacak kadar...
Zaten tüm o filmler, şarkılar, idoller hep bu büyü için değil miydi? O büyüyle yaymak için zamanın ’gözde insan’ını... Havalı bir gülüşü içten gelen, sıcacık bir gülüşe yeğ tutan; onu, seyrederken içine karışıp kaybolduğumuz o filmlerdeki oyuncuların dudaklarında bol bol görüp hayran olduğumuz meydan okuyan kıvrımda var olan gülüşe benzerliğiyle, kendimizi o filmlerin ta ortasında hissetmemizi sağlayacak bir kapı, bir eşik haline getiren bir anlayışı dayatmak için bize...
Neden öyle gamsız gamsız bakmalı peki acıya? Eğer gözümüz yaşarsa aynı durum karşısında iğne batar da balonlar gibi puf diye söner mi yoksa o çok şişkin, gösterişli, rengârenk kabuğumuz? Gibisi fazla balonun ta kendisi... İçi safi hava dolu... Üstelik tertemiz, içlerimizi yıkayıp arındıran havalardan değil, zehirleyen türden...
O filmleri yapanlar, o şarkıları söyleyenler, filanca iş adamının kızı, ünlü yönetmenin oğlu; ’şöhret’ denen sihirli değneği ellerinde tutanlar yani, onunla dokunanlar insanlara, onlara kalıplar sunup "bunların içine dökün hamurunuzu, ancak öyle benzeyebilirsiniz bize" diyenler... "ancak öyle soluyabilirsiniz bizim soluduğumuz o büyülü dünyayı"... Onların dudaklarında da yok mu aynen o filmlerde oynayan oyuncularınki gibi her şeyi küçümseyen, yok sayan, tüm dünyayı ellerinde yoğurup istedikleri biçimi verebilecekleri bir oyun hamuru gibi görenlere has kıvrım?.. Bir kıvrım ki çok da hoş yerlere vardırmayan yolu; içten, sıcacık bir tebessümü çıkarıp atan, tüm o çeşit çeşit gülüşün içinden... Meydan okuyan, alay eden, ironik, boş vermiş... yani üşüten, karşısındaki insana dokunmayan, gülüşün sahibinin duvarlarına ilişkin gülüşler...
Başka bir yöne kıvrılamaz mı yol?.. Dudakların kıvrıldığı yön güneşe bakamaz mı bu kez de? Yine yukarı doğru çevrili o filmlerdeki dudaklar gibi... ama bulutlara değil, güneşe yönelmiş... Kendi içine saplanıp kalmaktan kurtarıp insanı dışa çeviren, gözler gibi yürekleri de...
Bulut değil de güneş olunca yönelinen; daha az tüketeceğiz diye mi korkuyorlar bu kadar? Başka insanların içleriyle bu kadar ilgilenirse yüreklerimiz, atmaz olur mu diyorlar filmlerdeki, şarkılardaki dünyalar karşısında? O oyuncu, ya da zengin iş adamının kızı gibi giyinmek, onun taktığı saati takmak çok uzağa savrulup yarışamaz olursa iç ısıtmakta o ağlayan küçük kızın göz yaşlarını dindirmenin yanında, küçük bir çikolata parçasının göz yaşlarını dünyanın en geniş tebessümüne çevirmesini sağlayan mucize karşısında o filmlerdeki dünyalar bir anda un ufak olursa diye mi bu kadar can hıraş çabalıyorlar gözlerimize bu perdeyi çekmek için?
Haksız da sayılmazlar endişelerinde. Para el değiştirmezse önceki sıklıkta, insanlar ıvır zıvır onca şeye deve yükü harcamalar yapmayıp mutluluğu manevi tatminlerde bulmaya başlar, o üretilen onca mal raflarda kalıp daha az üretilmek zorunda kalırsa... O zengin iş adamının kızı ya da oğlu ne yapar sonra?! Bilmem kaçıncı son model arabasının rengini nasıl değiştirir?.. Hangi yıldızı satın alabilir sevgilisine hediye etmek için?.. Arkadaşlarıyla hız yarışına girişip arabasının motor gücünü nasıl test eder, hangi yeni sınırı daha zorlayabilir? Onu bu iki günlük dünyaya biraz renk katacak, bol adrenalinli, çeşit çeşit lezzetten mahrum etmek hainlik değil de nedir?!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.