Yaz Kokusu-1
“Yeter be canımdan bezdim artık. Terk ediyorsan et. Bin kere canımı terk edesim geliyor her gün. Tacizlerinden de bıktım, onu beslemekten de. Ben aşkım için evlendim seninle, anlıyor musun be adam. Allah belanı versin. Allah senin de, şu geri zekâlının da belasını versin. Allah ananın babanın da belasını versin. Ölmeyeceklerdi anlıyor musun? Madem geri zekâlı bir çocukları vardı, ölmeyeceklerdi. Aah beş kuruş para da bırakmadılar geride. Tabii aptalın tekini buldular ya geri zekâlı çocuklarına bakacak, geride neden bir şey bıraksınlar. Madem beş kuruş paran yok çocuğuna bakıcı tutacak, ölmeyeceksin anlıyor musun, ölmeyeceksin. Öleceksen, önce bu aptalın kafasına bir kurşun sıkacaksın, sonra da kendi kafana. Yeter dedim, yeter. Cinnet geçiriyorum her gün. Beni sevdiğinden, annesi gibi gördüğünden okşuyormuş saçımı başımı,pezevenkliğine kılıf uyduruyor bir de, namussuzun çocuğu. Memelerimi avuçluyorlan,gavat. Beni aptal kardeşine de meze olayım diye mi aldın lan, ne biçim erkeksin. Geri zekâlıymış sözde, ama karının saçlarını okşarken kafasının çalıştığı pantolonundan belli. Sen evde yokken tecavüz edecek diye kendi evimde bıçakla dolaşıyorum her gün. Ya onu göndereceksin bu evden ya da ben gideceğim. Bana hiç laf geveleme şerefsizin doğurduğu, git inşaatlarda sabahla, yatır akıl hastanesine. Yoksa çatır çatır nafakamı ödemen için sabahlatırım ben seni diken üstünde. Anam babam bunun için mi büyüttü beni. Bir gavadın ve aptal kardeşinin altına yatayım diye mi?” Şeyma cümlelerin sonunda elinde ki bıçağın ucunu kocasının boğazını acıtacak kadar bastırdı. Hiç konuşmadı adam. Öylece durdu.
****************
On üçüncü kattalardı. Kavurucu güneş sanki kafatasının içine doğmuş gibi yakıyordu beynini. Susuzluktan kudurmak üzereydi. Üstüne birde şef, o gün tersinden kalkmış olmalıydı. Büyük patron belli ki sabah-ı şeriflerin hayrolsun şefim diyerek uyandırmıştı onu. O da tüm işçilerini arenasına toplayıp üzerlerine aslan gibi yürüyordu. Betonu ertesi güne dökecekleri için, kalıbı yetiştirsinler diye kırbacını eline almış bir yandan motive edip bir yandan da kırbacını kükretiyordu şef. Oysa kendi iş bilmezliği yüzünden bütün projeyi birbirine geçirmiş, her şeyin şirazesi kaymıştı. Şefin bu gerginliğinin arasında aşağı su almaya inse, şef laf söyleyecek ve ikisinin egosundan doğacak patlamanın öfkesiyle şefi on üçüncü kattan aşağı itecekti, bunu biliyordu. Bir zamanlar karısına beslediği sevgi ona duyduğu öfkenin önüne geçiyor ve karısına zarar vermesine engel oluyordu. Fakat onun gül yüzünde ki dikenleri avuçladığı her an içinde kanser gibi büyüyen bu öfkenin ve nefretin bir şekilde dışarı çıkması gerekecekti. Nefretini depreştirecek küçücük, ufacık bir hareket eyleme geçmesine yetecekti. Mesela tam olarak sudan bir sebep yahut şefin onun üzerine atacağı bir adım şefi aşağı atmasına sebep verecekti, bunu tekrar düşündü. Hapse girme hesapları yaptı o an, ne kardeşi kalırdı nede artık geri dönüp düşünebileceği karısı. Hatta vicdanı bile rahatlayabilirdi, bir halt yedim ve bedelini ödüyorum diye. Ufacık bir sarsıntı tüm hayatının depremlerini tetiklerdi. Yapmadı. Hapis, hayatından daha tatlı görünse de gözüne, bir el ve ekmek ufaklarından beslenen bir umut engel oldu aşağı susuzluğunu gidermek için inme teşebbüsüne.Kendini ateşe atma arzusuna engel olan o el ve o elden gelen kuvvetle yeniden içine attı ve “ya sabır” diyerek çekicini tekrar eline aldı.
Elinde ki çekice bakarak zora ki gülümsedi. Ne önemi vardı, neyi doğruydu ki şu vakte kadar. Şefe kıl olsa ne olurdu. Kıl olduğu şef miydi? Gerçekte ona biçilmiş bu kadere kıl oluyordu ve şef bu kaderin denetçisiydi. Gözle görülemeyen şeylerden hesap sormaz genelde insanoğlu. O da kadere olan nefretini şefin her hareketinden nem kaparak yaşıyordu. Kalıba bir çivi çaktı. Sonradan farkına vardı, çiviyi karısının kafasına çaktığını düşünüyordu. Zevk aldı. Bir çivi daha çaktı. Dermanı kalmamış kollarına can geldi, herkesi gönderip bir katın kalıbını komple çakmak istedi o an. Hayata olan bütün öfkesini şeften çıkartamasa da, elinde ki çekiçle kalıplardan çıkartabilirdi. Kalıptan normalde çıkan seslerden fazlası yükselmeye başladı. Bir süre sonra kan ter içinde dibine kadar soktuğu çiviyi sanki kalıbın bir parçası haline getirebilecekmişçesine demircinin demire örs üstünde şekil vermesi gibi hiddetle, hırsla vurduğunu izliyordu herkes. Herkes işini bırakmış gözyaşları gibi alnından inşaatın hamuruna akan teriyle Sadi’nin amacının ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sadi bunun farkında değildi.
Can taşıyan herkes sinirleri gergin ve genel olarak kaybedecek hiçbir şeyi olmadığından canını riske edecek işlerde çalışan insanlardan korkmalıdır. Elbette her inşaat işçisiişinin risklerini kaybedecek bir şeyi olmadığından kabullenmez. Bazılarının hayatta icra edecek başka işleri yoktur ve inşaata mahkûm olmuşlardır. Fakat şef, Sadi’nin kaybedecek pek bir şeyi kalmadığını biliyordu. Onun üzerine oynamak her defasında egosunu bir parça şişirse de, şu an çekici kullanışına bakarak onun üstüne gitmek için doğru zaman olmadığını da fark ediyordu. Belli ki Sadi’de kendisi gibi sabaha hiçte hoş başlamamıştı. Bundan sebep şef, biraz ürkek birazda korkusunu yansıtmamaya çalışarak gene de kibirli havasıyla yanına geldi Sadi’nin. Sanki bir şeylerin açığını kapatıyormuş gibi sanki ben daha iyiyim gör işte der gibi ukala bir tavrı da yüzünetakıştırıp sordu “sen tıp fakültesinden kovulmuştun değil mi?”
Sadi durdu bir müddet, içinde her an olduğu gibi şimdi de bir sürü hesap yaptı. Gün ne kadar çok üstüne geliyordu. Bazen karanlık günleri olur insanoğlunun bilirsiniz. Sanki o gün o kişi için özel olarak tasarlanmışta bir çırpıda bütün dertleri yaşatırmış gibi üstüne gelir tanrı. Fakat o günün bitiminde kâbuslarla dolu bir gece de geçirildikten sonra sabah yaklaşırken yeni bir gün diyerek uyanır ve bütün dertleri geri de kalır ya insanoğlunun, Sadi’nin son beş ayı bu şekilde geçmiş ve bugün de ekstradan karanlık gecesinin ortasında bataklığa saplanmış gibi nefesini iyice daralırolmuştu. Karısı tarafından hafife alındığı yetmiyormuş gibi şimdi birde şefin cümlesi uçurumun kenarına yeniden getirmişti Sadi’yi. Cümle alaycılık taşımasa bile –ki taşıdığına yemin edebilirdi Sadi- yine de dönüp tek çekiç darbesiyle kafasını yarabilirdi şefin yahut hızla belinden ittirerek aşağı atabilirdi şefi. Ne çok sevmiştim karımı yeniden sevebilir miyim acaba diye düşündü Sadi. Sevdiğinin karısı olmadığını da biliyordu. Hayatının son üç yılında yaşadığı fakat bin yıllar öncesinde kalmış gibi hissettiren bazı hatıraları hala engel oluyordu hareketlerine
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.