- 940 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
ONDAN SONRA
DEDİKODUKanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan gelinlik çağa gelmişti. Sultan Süleyman Mihrimah’ı; genç, zeki, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan Rüstem Paşa ile evlendirmek istiyordu. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır Valisi’ydi.
Rüstem Paşa’nın saraya damat olacağı söylentisi duyulunca, onun hakkında bir sürü dedikodu çıkmıştı. Bu dedikodulardan en dişe dokunuru Rüstem Paşa’da cüzzam hastalığı bulunduğu iddiasıydı. Sultan Süleyman diğer dedikodulara kulak asmadıysa da bu dedikodu onu endişeye sevk etmişti.
Sultan Süleyman sarayın hekimbaşını çağırıp cüzzamın tüm belirtilerini anlattırdı. Sonra da Rüstem Paşa’nın bu belirtileri taşıyıp taşımadığını gizlice tahkik etmeleri için Diyarbakır’a adamlar gönderdi. Sultan Süleyman’ın adamları Rüstem Paşa’nın çamaşırlarını gizlice kontrol ettikleri sırada bir bit buldular. Hekimbaşının anlattığına göre cüzzamlı bir hastada bit bulunamazdı. Böylece Rüstem Paşa’nın cüzzamlı olmadığı ortaya çıktı.
Bu olay nasıl olduysa halk arasında kulaktan kulağa yayılınca; devrin bir şairi olay hakkında şu iki dizeyi söyledi:
“Olacak bir kimsenin bahtı kavi, talihi yâr,
Kehlesi (Biti) dahi mahallinde onun işe yarar.”
*ONDAN SONRA;
Dedikodu yapmak çok mu ayıptır?
Kim demiş onu?
Hürmetkâr devlet büyüklerimiz demediyse benim için geçersiz bir tespittir bu. Hatta devlet büyüklerimiz demişse bile cumhurbaşkanımız onaylamadıysa yine kabul etmem. İllaki inanmamı istiyorsanız “dedikodu yapmak çok ayıptır” diye ilanı yapılmış resmi gastenin tarih ve numarasını verin, gözlerimle okuyayım, inanayım. Biz imamın dediğini yapan, yaptığını ise yapmayan bir neslin torunlarıyız. Devlet büyüklerimiz her ne kadar günün yirmi dört saati, bulabildikleri her kameraya birbirlerinin dedikodusunu yapsalar da önemli değil, değil mi ki “dedikodu ayıptır,” demiş olsunlar… Nokta.
*ONDAN SONRA;
“Ben dedikoduyu hiç sevmem. Hatta dedikodu yapanı da sevmem.”
Bazen, “Ayyy… Duydunuz mu? Falancanın filanca şiiri aslında falan filana ait, virgülünü bile değiştirmeden benim diye yayınlamış,” diye çığırtkanlık yapan dedikoduculara, “Yooo… Falanca yapmaz öyle şey, o intihalden nefret eder,” demişimdir.
Demişimdir belki, bilmiyorum. Ama herkes benim gibi değil ki! Bukalemun gibi rengini ortama uydurarak huyunu suyunu belli etmeyenler, daha “falancanın filanca şiiri…” sözcüklerini okurken mal bulmuş mağribi gibi ortaya çıkıveriyorlar. Bildiğim bir şey var ki, tam da herkes kaptırıp içini dökerken, ortaya çıkıp dedikodusu yapılanı savunmaya başladığın zaman o dedikodu, yapanları mutlu edecek etkisini kaybediveriyor. Yani dedikodunun tadı arada muhalifler varken pek çıkmıyor.
Geçenlerde, hemen her yazımın altına yorum yazan bir arkadaşımın yazısının altına, o benimkilere yazıyor, ayıp olmasın diye, “ayyy… Çok güzel olmuş valla, yüreğine sağlık,” diye yorum yazmıştım. Bunu yazdıktan az sonra ‘mesaj’ menüsünün ışığı yanıp sönmeye başladı. Açtım baktım, o güne kadar yazılarımın altına ufacık bir tebrik notu bile düştüğüne şahit olmadığım, ama her yazısına iyi kötü bir yorum yazdığım kalemlerden biri. Okudum mesajını. Aynen şöyle yazmış: “Ayol, nesi çok güzel o yazının? Ne imla var, ne kurgu…” Haklıydı. Aslında on para etmez bir yazıydı. Ben de cevaben, “öyle ama yazma şevki kırılmasın hadi, deyip yazıverdim işte. Yoksa dediğin gibi ne imla, ne kurgu, hiçbir şey yok yazıda. Bir de edebiyat okudum diyor, ayol edebiyat fakültesinden nasıl mezun etmişler bunu, aklım dimağım almıyor. Benim ilkokula giden torunuma desem yaz bir yazı, en azından cümleye büyük harfle başlayıp, cümle sonuna bir nokta koyar,” diye bir şeyler yazıp yolladım. Bu mesajlaşmadan sonra her yazımın altına yorum yazan o arkadaşım yazılarımın altına yorum yazmayı kesti. Sonra bir hafta geçti, geçmedi, beni yasaklı listesine ekledi. Ben de ona yorum yazamaz, mesaj çekemez oldum. Eşim Kemnur’a rica ettim, onun sayfasını kullanarak mesaj çektim. Yorum yazmaktan vaz geçişinin ve beni yasaklı listesine almasının nedenini öğrenmeye çalıştım. Cevaben, “edebiyat fakültesinden nasıl mezun etmişler bunu, diye dedikodumu yapanlarla işim olmaz benim, benden uzak dur,” diye yazdı ve bir daha mesajlarıma cevap vermedi. Onu ve bana gazı verip ağzımdan aldığı lafı ona yetiştireni de ben sildim defterimden, ama neye yarar! Bir dedikodu yüzünden, ne güzel geçinip gittiğimiz iki kişiyi birden kaybetmiş oldum.
Bu interneti icat edenin de, icat edip bu mesajlaşma menüsünü koyanın da… Hepsini Allah davul etsin de, her ramazan sabaha kadar davul tokmağıyla dövülsünler inşallah! İnşallah ateş yiyip kömür çıkarsınlar! İnsana ağız tadıyla bir dedikodu yapmaya izin vermiyorlar ayol! Üç dört sözcükle yazılabilecek bir dedikoduyu yazıp yazmamak konusunda bir saat düşüne kalıyorsun, sonra da korkup ‘amaaan, boş ver!’ diye vaz geçiyorsun. Kimsenin güvenirliğinden emin olamıyorsun ki! Yazdığın her dedikodu kayıtlı belge gibi, kopyala, yapıştır, anında iletiyorlar karşı tarafa. Ben akıllandım artık. Dedikodu yapmadan önce karşımdakini önce teste tabi tutacağım, hatta noter tastikli sözleşme imzalatacağım.
*ONDAN SONRA;
Dedikodu yaparken angut angut dinleyenlere, konuşmadan sadece dinleyenlere de güvenmeyeceğim artık. Böyleleri genelde dedikodusu yapılanların kankası çıkıyorlar. Bunlar arasında casusluk yapmak için akıllı telefonuyla dedikodumu videoya kaydetmiş olanına bile denk geldim. Nasıl mı? Kısaca anlatayım.
İki yıldır Eskişehir’deki ev kilitli duruyor, her ay boşu boşuna evin bulunduğu sitenin müşterek masrafları için ev kirası öder gibi aidat gönderiyoruz. Eşim bu kışı Eskişehir’de geçirmeye kesin kararlıyım, gitmem İstanbul’a diye inatlaşıyordu.
Yaz aylarında Ayvalık’dayken yanımıza oğlumuz gelmiş, birkaç gün misafirimiz olmuştu. Bir gün eşimle oturmuş, bizim kızın peşpeşe doğurduğu iki bebeğe bakmakta nasıl zorlandığından konuşuyorduk. Eşim, “iki tane velede birden ne gerek vardı, bir tane doğurursun, adam gibi büyütürsün. Hiç akıl yokmuş bizim bu kızda, hiiiç…” derken, ben de, “üstelik dünya kadar bakıcı kadın parası veriyor, yazık, günah… Kocası olacak o meymenetsiz suratlı da demiyor ki, yardımcı olayım da karım yorulmasın diye…” diyerek içimi döküyordum. Yanımızda oğlan da vardı, ama bizim konuştuklarımızla alakadar değildi; o elinde telefonu, kendince bir şeylerle uğraşıyordu.
Yok, maalesef öyle değilmiş, meğer o arada elindeki telefonla bizim kız hakkında atıp tuttuğumuz her şeyi kaydetmekle meşgulmüş.
Oğlan telefon ekranını suratımıza tuttu, “seyredin!” dedi.
Seyrettik. Kızın hakkında atıp tuttuğumuz her şey birer birer kayıtlı! Hay dilimizi eşşek arısı sokaydı da konuşmasaydık.
Daha, “niye yaptın bunu?” diye sormaya kalmadı, “İstanbul’a yanıma gelmezseniz, bunları kızınız da seyreder; ona göre haaa!” deyip şantaj yapmaya başladı modem ışığı sönesice.
“Esastan yapacak mısın bu kötülüğü bize? Seyrettirir misin kardeşine?”
“Vallahi seyrettiririm!”
“Seyrettirirsen seyrettir. Kendisi burada olsaydı, aynı şeyleri yüzüne de söylerdim. Zamanında kaç kere yüzüne de söyledim zaten, yapma arka arkaya iki çocuk, zor olur dedim ama dinletemedim. Oğlum, benim alnım ak, yüzüm pak! Aslında madem kendi burnunun doğrultusunda gidip doğurdu, ne hali varsa görsün demek var ya, anne yüreği işte, üzülüyor insan!”
“He he… Yüzüne de söylemişindir herbir şeyi, eminim. Ben seyrettirince yine söylersin… Her söylediğim senin iyiliğin içindi prensesim, derseniz, inanır size belki…”
“İnşallah çü.ün içine kaçsın e mi?”
Elimiz mecbur, geldik İstanbul’a… Evlat gibi heryerinden evlatlar çıkasıca, n’olcak. Değil mi ki evlat, başa bela! Topunun köküne kibrit suyu… Başa bela deyince aklıma geldi, aslında düşmanımızın yanında olmak, uzağında olmaktan daha az tehlikeli oluyor.
*ONDAN SONRA;
Temel her gün evine trenle gidip gelmektedir. Yine bir gün trende giderken karşısında oturan adamın biri pezevenk der. Temel şaşırır içinden acep bağami dedi diye sağına soluna bakınır. Adam yine pezevenk der. Temel yine şaşkınlık içinde sağa sola bakınır; sanırım bağa dedi der. Olay çıkmaması için ilk durakta iner ve olayı evde karısına anlatır.
“Fadime bu gün trende adamin biri bağa pezevenk dedi,” der.
Fadime:
“Hadi ya haçen bak terbiyesize!”
Temel ertesi gün aynı adamla tekrar trende karşılaşır. Adam bu sefer Temel’e bakarak şöyle der:
“Dedikoducu pezevenk!”
*ONDAN SONRA;
Herkese iyi dedikodular dilerim.
YORUMLAR
Dedikodu konusunda erkeklerin bayanlardan aşağı kalmadığına çok sık rast geliyorum.
Çalıntı çamurculuğunda özel yazılar yazıp ihbarcılık yapanlar ve o ihbarın altında dedikoduyu abartanlar çoğunlukla erkekler...
Milletin canı sıkılıyor.
Birbirlerini aşağılamaya çalışarak heyecan arıyorlar...
Evet intihal suçtur ama BUNUN DEDİKODUSUNU YAPMAK İÇİN ÇIĞIRTKANLIK YAPMAK DA AHLAKSIZLIKTIR...
Yazın esprili bir şekilde bu konulara gülümseterek değinmiş.
Bence harika bir yazıydı.
TEBRİK EDERİM ÖĞRETMENİM