- 1035 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Fransa'da Laikligin tarihi
Fransa’da Laikliğin tarihi
Hazırlayan: Sunar Yazıcıoğlu
Laiklik bir tanrı esini değildir. O, insanın kendi kişiliğini korumak, haklarını korumak için, toplum yaşamının bir gereği olarak insan tarafından ortaya konulmuş siyasi ve sosyal bir kurumdur. Bu sosyal ve siyasi kurum zamana uyarak gelişmiş, değişmiş ve yayılmıştır.
Din kitaplarına göre özgürlük, sadece kendi kuralları içinde düşünülebilir. Bir din, kendisi gibi düşünmeyeni dışlar, devamlı olarak kendi dışında olanları kendisine uydurmak, etrafında başka dinden olanları veya hiçbir dine inanmayanları kendinden uzaklaştırmak ister. İşte laiklik dinlerin her birine göre değişen bu kurallarından, insanı kurtarmak, dinsel inançlarını insanların vicdanlarına bırakmak, dışarılara taşırmamak, her dinden insanların (teizm) ya da tanrının varlığını kabul edip dine inanmayanların (deizm) veya tanrıya hiç inanmayanların (ateizm) toplu yaşamda birbirlerini rahatsız etmeden bir arada huzur içinde yaşamalarını sağlamak için düşünülmüş bir yöntemdir.
Fransa’da laiklik fikrinin tarihi uzun bir geçmişe dayanır, din ile devlet arasındaki ilişkinin bir ifadesi olarak belirir. Ortaçağ Fransa’sında din, devleti hâkimiyeti altına almıştı. Krallar kiliselerde papaların elinden taç giyerler, papanın gücendirilmesi halinde aforoz edilirler, kimse kral da olsa o kişiyle konuşmaz, bir lokma ekmek, bir yudum su bile vermez, tek başlarına terkedilirlerdi. Aforoz edilene yardım edenler olursa onlarda aforoz edilirdi.
Rönesans’ ta kilise ile monarşi arasındaki bu sıkı sıkıya bağ kısmen de olsa gevşemiş, kraliyet Katolik kalsa da, reformlar kabullenilmiştir. Nantes fermanı 1685 de tekeli tekrar Katolik dinine verdi ve kralın, toplumu kontrolünü kolaylaştırdı.
Felsefi düşünce tersine gelişse de, dinsel kural ahlak ve siyaset kuralıyla karışmıştır. XVIII nci yüzyılda, Aydınlanma çağı filozofları ile insan hakları, erklerin ayrımı, halk ve millet ayrımı fikri yayıldı, ama bu düşünceler siyasi ve dinsel kurumlarda birden değişim göstermedi.
1789 Fransız ihtilalinde her şey kökten değişti. Halk yalnız krala karşı değil aynı zamanda dinsel anlayışa karşı da ayaklandı. Kral ve kraliçe giyotinle öldürüldü, kiliseler tahrip edildi. Cumhuriyet yönetimi işte bu esnada ortaya çıktı. Artık halk, kralın tabası değildi, böylece kişiler vatandaşlık hakkını ve özgürlüğünü kazandı. Napolyon imparatorluk tacını, papanın elinden değil, kendi eliyle giydi. Bu hareketle dinin otoritesi yıkılmış, vatandaşlar yalnız monarşiden değil, aynı zamanda dinin hegemonyasından da bir daha dönmemek üzere kurtulmuştur.
İnsan ve vatandaşlık Hakları Beyannamesi fikir ve ifade özgürlüğünü, bilhassa da kimlik ve kişi haklarını doğrular. İktidarın temeli bundan böyle sadece siyasidir, dinsel değildir. 21 Şubat 1795 yasası, Protestan Boissy d’Anglas’ın raporu üzerine, resmen Kilisey ile Devlet ayrımını ve devlet desteği olmadan ibadet özgürlüğünü ilan etmiştir.
1801 de Napolyon ile papa VII nci Pie arasında imzalananıp tanınan, Katoliklik, Protestanlık, Lütercilik, Yahudilik olmak üzere dört ibadet sistemini başlatan Konkordato ile din özgürlüğü Devlet tarafından kontrol edilmektedir. Bonapart tarafından belirtilen özel uygulama koşulları, Protestanlara, daha sonra Yahudilere yaygınlaştırılacak olan 1802 yasasının maddelerini oluşturur. Tanınan din ve mezhepler, halk hizmetinden, kamu fonlarından, devlet bütçesine bağlı bakanlık ödemelerinden faydalanırlar. Kiliseler otonomide kaybettiklerini güvenlikten yana kazanırlar. Protestanlık, din işleri kuruluna ve demokratik teşkilatın yokluğuna katlanmak zorundadır. Sadece önemli kişiler iktidar tarafından zaman zaman dinlenmektedir. Ve gerçek laikliği bulmak için 1905 yılını beklemek gerekecektir.
Hristiyanlıktan uzaklaştırmanın devam ettiği XIX ncu yüzyıl boyunca, Meryem Ana’ya saygı, ayinlerin artması, hac ziyareti, Lamennais, Lacordaire ve Montalembert gibi Katolik yandaşlarının liberalizm istekleri olsa da, karanlıkçılığa dönme anlamında, Katolik Kilisesi tekrar meydan kazanmak ister. İnananla inanmayanlar arasında bir çatışma değil ama iki Fransa’nın, cumhuriyetçilerin kampına karşı, hâkimiyet dileyen Roma kilisesi inançlarına uygun Katolik kampının çarpışması söz konusudur.
1866 da sayıları 850 000 olan Protestanlarla sayıları 90 000 olan Yahudiler, 37 100 000 Katolik’in bulunduğu bir ülkede hiç değilse kabul edildikleri için, serbestçe ibadetlerini yapabilmekten az çok memnundurlar. Bunların bazıları, cumhuriyetçilerin başında kendilerini gösterir. Léon Gambetta 1877 de Millet Meclisinde: “Kilise egemenliği, işte düşman bu” der.
Birçok özgürlük yavaş yavaş kabul edilmiştir. 1880 yasası Pazar duası dinlenmesini zorunlu olmaktan çıkarır. 1881 yılında, basın üzerine bir yasa çerçevesiyle, dinsel anlamda küfür suç olmaktan kalkar. 1883 de, bir kararname yüksek askeri görevlileri dinsel törenlerden ayrı tutar. 1884 de sivil boşanma yeniden düzenlenir, halk duaları, özellikle parlamento açılışlarında kaldırılır. Sivil cenaze törenleri 1887 den itibaren kabul edilir.
Cumhuriyetçiler, Kilisenin ideolojik koruyuculuğundan uzaklaşmakta anlaşmışlardır, ama bu uygulamaya seferber olmak için nasıl bir yol izleyeceklerinde farklılık gösterirler. Konkordato (Uyuşma), cemaat (Katolik topluluğu) ile 1899 da orta öğretim öğrencilerinin yarısını okutan cemaat öğretmenlerinin rolünü ve konumunu belirtmemiştir. Bu cemaatler bir milyara varan önemli ortak malları ellerinde bulunduruyordu.
Dernekler üzerine olan 1901 yasası dinî amaçlı derneklerin meydana getirilmesini kolaylaştıran bir özgürlük payını kabul eder, ama öncesinde yapılacak bir beyanata zorlar. Aynı yasa, parlamento tarafından önceden izin verilmesine zorlayarak izin verilmemiş olanların mevcudiyetini ve çalışmasını haksız beyan edip cemaatlere saldırmalarına yol açar.
Bu tedbirler, 1904 de 10 000 cemaat kurumunun kapanmasına neden olur, bunların yarısı daha sonra kendilerine dinden bağımsızlaşmış görüntüsü vererek yeniden açılır. Tahminen 30 000 kadın-erkek din insanı bu yasaklamanın ardından Fransa’yı terk eder.
Protestanlar, Jules Ferry ile laiklik kartını oynadılar. Onlar böylece Devlet’e 1380 ilkokul verdiler, bunların hemen hemen tamamı XIX ncu yüzyılda kuruldu, bu yabancı etkisinden korkulan kolonilerdeki cemaat okulları için bir istisna olmuştur. Millet Meclisinde konuşurken koloniler bakanı, Cumhurbaşkanlığı konağına girecek olan tek Protestan Gaston Doumergue, Ferdinand Buisson ile uyum içinde 272 e karşı 283 ile oylanan bu düzeltmeye karşı gelecektir.
Protestan bir ailede doğmuş, felsefe doçenti olan Ferdinand Buisson, Jules Ferry’nin en samimi sırdaşıdır. Jules Ferry onu ilköğretim müdürlüğüne getirir, onun Kalven teolojisine karşı olan Reformcu Sébastien Castellion üzerine tezini destekler. Protestan papazı Charles Wagner’in “Libre pensé et Protestanisme liberal” (Özgür Protestanlık ve serbest düşünce) başlıklı eserini yayınlar. Eser 1992 de “ Sommes-nous tous des libres croyants?” (Hepimiz özgür inananlar mıyız?) adı altında yeniden yayınlanır. Eserde, vicdanı ve insanca davranışın sivil dinini savunur ve kelimenin alışılan hür düşünce anlamı yerine, daha çok, özgür Hristiyanlığın temsilcisi olarak kendini gösterir.
Papa, cumhuriyetçi iktidara fazlaca yakın durduğundan şüphelendiği Dijon ve Laval piskoposlarını görevden ayrılmağa zorlar. Yönetim, 29 Temmuz 1904 de Vatikan’la diplomatik ilişkileri kesme kararı alarak cevap verir. Emiles Combes, Auxerre’de, “ kötü şekilde bir araya getirilmiş karı kocaya karşılıklı anlaşmayla boşanmaktan başka yol yoktur” der, 1904 de hemen hemen oy birliği ile kendisine karşı olan bir proje sunar. Konu, Katolik kilisesini eyalet kadrosunda yaşamaya zorlamanın anlamsızlığıdır. Protestanlar için bu, din işleri kurulu yaşamının sonu olacaktır. Paris’teki, Protestan ilahiyat fakültesi profesörü Raoul Allier, özgür düşünenlerle beraber Katolik, Protestan ve Yahudi sorumluları konuşturarak, Siècle gazetesinde geniş bir anketi birçok ay müddetle sürdürür. Makalelerin, Parlamento tartışması sırasında halkın görüşünün gelişmesinde büyük etkisi olur.
Cumhuriyet, fabrikaları, orduyu, yargıçları ve kilisenin gözü doymaz dokunaçlarının egemen olduğu kolonilerdeki hâkimiyetini söküp atmayı dener; eğitimi boğan dokunacını kestiğini hatırlayalım.
Emile Combes fişleme davasının ardından 1905 Ocağında istifaya zorlanır. Mason locaları, subayların dini ve siyasi bilgilerini toplamıştı. Eski bir Protestan papazı olan senatör Frédéric Desmons az bir şüpheyle bu teşebbüsün başındaydı. Yer değiştirmeler ve terfiler bu bilgi fişlerine göre yapılıyordu. Bu uygulamanın açığa çıkması savaş bakanını ve hükumetini istifa ettirir.
Eski bir papaz okulu öğrencisi olan Combes, Katoliklikle bozuşmasına rağmen ateşli bir dincidir. Cezayir’de ilköğretim üzerine rapor hazırlamıştır, kendini Kuran ve İslam üzerine yeterince anlayışlı gösterir. J.J.Rousseau çizgisindedir ve Cezayir karmel tarikatı başrahibine çok bağlıdır. Ona göre cemaatler itaat yeminlerini telaffuz etmekle, düşünce özgürlüklerinden feragat ettiler. Katolik eğitim, toplamda, öğrencilerinin % 30 unu kaybedecektir.
Combes’dan sonra gelen Maurice Rouvier, Parlamentoda tartışmayı kültür ve halk eğitimi bakanı Jean Baptiste Bienvenu-Martin’e bırakır. Aristide Briand’ın raporundan fazlasıyla esinlenilen bir yasa projesi, 1905 Martında Parlamento komisyonunda oylanıp kabul edilir. Çok hizmet verdiği Protestanlıkta çok faal olan Eugène Réveillaud’nun teklfi üzerine, 1902 de millet meclisinde oylanan bu komisyona Ferdinand Buisson başkanlık eder ve uzlaşma arayan bir serbest düşünür olan raportörü Aristide Buisson’un atılımıyla büyük bir çalışmaya girişir. Bu berikine metnin yazılımında iki iş arkadaşı, Protestan Louis Méjan ile Yahudi Paul Grunebaum- Bilan yardım ederler.
Öyle görünüyor ki Louis Méjan milli ve bölgesel kademeleri düzelterek, eyaletlerin kadrosunda Kiliselerin istişare imkânını sınırlandırmadığı için başarılı olmuştur. Tartışmalar uzar: Millî Mecliste 48, Senatoda 21 oturum olur. Sağcı parlamenterler Katolik Kilisesinin erk üstünlüğünü sürdürmek isterler: Frank-masonlara (farmason) öğretimi yasaklayan bir yasa teklifi vermekle ünlü Finistère milletvekili papaz Hypolite Gayraud, Konkordatonun uzlaşmayla, geçersiz olması yolunu arar. “Ayrılma şartları üzerine Kiliselerle bir anlaşma hazırlamak amacıyla, ilgili Kiliselerin başkanlarıyla birlikte, çeşitli mezhepten papazlardan oluşan parlamento dışı bir komisyon toplamaya” hükümeti davet eder. Önerge 162 ye karşı 235 oyla reddedilir.
Katolikler, ihtilalde Kilise mallarının millileştirilmiş olması fikrine karşıdırlar, papazlarının aylıklarının ödenmesinin Devletin yükümlülüğünde olmasını isterler. Cumhuriyetçiler, genel olarak, mezhepten papazların ücreti için, bunun sadece yerine getirilen bir hizmetin bedeli olduğunu, özel olduğu andan itibaren ise Devlet bütçesinden kayıp olacağını düşünüyorlardı.
“Cuma günü gülen, Pazar günü ağlar”. Resimde, boyun eğmeyen papazların ayininin temsil edildiği 31 Ağustos 1792 tarihli taşbaskıda “burnu otuz santim kadar uzamış” efsanesinde söylendiği gibi, piskoposun burnuna eklenmiş uzantıyı görüyoruz. Resimde, arka planda, şeytan başkanlık ödeneğini temsil eden tabutu taşıyor.
Bir kısım milletvekili bir karşı proje sunar, zira amaç her tür vasıtayla Kiliseyi ve dinleri yıkmaktır. Var milletvekili Maurice Allard, “Kilise’nin ve dinlerin” zararlarından bahseder. Ona göre “Hristiyanlık akla zarar, doğaya hakaret” tir. A. Briand ona: “Siz Kilise ile Devlet’in ayrılmasını istemiyorsunuz ama Devlet’in Kiliseyi yok etmesini istiyorsunuz” diye cevap verir. Bu fazlasıyla Kilise-karşıtı durum, altmış kadar milletvekili tarafından temsil edilmiştir.
Ayrılma yasası 9 Aralık 1905 de, Mecliste 233 oya karşı 341 oyla ve Senatoda 103 oya karşı 179 oyla kabul edilir. Bu yasayla Kilise ile Devlet, yani iki Fransa arasında ayrılma ya da yeni bir ilişki ortaya konuluyor. Protestanlar o zaman da, şimdi de bu yasaya tepki gösterirler.
Aynı zamanda dengeli ve ılımlı olan bu yasa, her iki kampa da ardınca, saklı paylar sürükler. Clemenceau’ya göre, yasayı oylamamak büyük bir düş kırıklığı olacaktı, ama oylamak umduğunu bulamamak olurdu. Gelecek meclis başkanı René Viviani ise “ Gökteki bir daha yakılamayacak ışıkları söndürdük!” diye feryat edecektir. Ayrılma yasası onun için ancak bir başlangıçtır. Vehementer nos Papalık genelgesinde, X ncu Pie 1906 Şubatında ayrılmayı kabul etmez. Katolikler dinî dernekleri oluşturmayı reddederler.
Yurtluk alanı servisince beceriksizce gerçekleştirilmiş, Kilisenin taşınır, taşınmaz mallarıyla ilgili 3 ncü maddenin uygulanması, beklenmedik sonuçlar ortaya koyar. Varlık defteri dökümü sırasında kutsal kâsenin bulunduğu dolabın açılmasının ardından, yönetim İsa’nın vücudunun kaldığı kutsal yerin kutsiyetine yapılan saygısızlıkla suçlanır. Silahlı kuvvetlere müdahale emri verilir. Subaylar istifalarını sunar. Bir gösteri esnasında, ölen olmuştur. Rouvier hükumeti istifa etmek istemez. Yeni içişleri bakanı Clémenceau, Kiliseye karşı bir söylem olmasına rağmen “bir Kilisede mumların sayımı bir insanın can vermesinden daha değerli olamaz” der. Ortalığın yatışması için varlık defterinin dökümü bir başka zamana bırakılır.
Fransa’da laiklik öteki ülkelere bakıldığında, ideal şekline ulaşmış olmasa da en ileri evrededir. Stasi komisyonu, Fransa cumhuriyetinin laiklik etrafında kurulduğunu kabul eder. Fransa, laikliği cumhuriyetin temel prensipleri arasında görür. Kişisel tanımlamalar, yorumlamalar çeşitlidir.
Ama laiklik bugün Fransa’da geniş bir anlaşma konusudur. Fransa kendini onunla ispatlar, bununla beraber herkesin yaklaşım şekli ve kavrayışı farklılık gösterir. Öyle olunca da tartışmaya açık, çok bakışlı, yumuşak ya da sert bir laiklik anlıyoruz. Bazen onu tekrar tanımlamak gerekiyor. Tarihçi Jean Bouberot’nun deyişine göre, bazen, “Fransa’nın laikliği Avrupa ortalamasına getirmesi” de akıldan geçmiyor değil.
Laikliğin dostları olduğu gibi düşmanları da vardır. Laikliğin ilk temel kuralı, vicdan özgürlüğüdür, laiklik vicdan özgürlüğünün en gelişmişidir. Her insan vicdan özgürlüğünü serbestçe kullanmalıdır. Bunu kimseye soracak değildir. Bu özgürlük bütün dinsel baskıları, bütün ideolojik baskıları, zorlamaları reddeder, hesaptan çıkarır.
Vicdan özgürlüğü sadece din ve mezhep özgürlüğü değil, sadece söz konusu olan ruhsal, dinsel, mezhepsel fikirleri kavramıyor fakat aynı zamanda athe ve agnostik inançları da kapsıyor. 13 Temmuz 1983 yasası, bu, fikir, inanç özgürlüğü kuralını kamu görevlilerine taşıyarak: “Politik, sendikal, felsefi ya da dini fikirleri, cinsiyetleri, sağlık durumları, engellerinden ötürü ya da budunsal (etnik) sebeplerle devlet görevlileri arasında hiçbir ayrım yapılmamalıdır.” der. Benzer türdeki kurallar esasen askeri duruma da uygulanır.
Bu özgürlüğün uygulanmasında yasama titiz davrandı. Danıştay, kararlarıyla, yönetimi bu özgürlük kuralına uymağa yönlendirdi. Örneğin, yolcuların otel fişinde mensup oldukları dini işaretlemeye zorlayan valilik kararının kaldırılması gibi. Bu vicdan özgürlüğü tek başına laikliği niteleyemez. AB içinde vicdan özgürlüğüne günümüzde uyuluyor, herkes fikrini ifade edebilir ve bununla beraber kimse bu laik ülkeyi başka türlü nitelemeyi düşünmez. Vicdan özgürlüğüne ek olarak, laikliği tanımlayan şu üç ögeyi de belirtmek gerek:
- Dinsel fikirlerin eşitliği.
- Kilise-Devlet ayrılığı ve Devlet’in yansızlığı.
- Devlet okulları.
Laikliğin ikinci ilkesi eşitliktir; vatandaşların titiz eşitliği. Eğer yasa herkes için aynı değilse gerçek özgürlükten söz edilemez. Bu eşitlik ilkesi özellikle dini fikri, ne olursa olsun eşit olma anlamına gelir.
- Her dinden inananlar, inanmayanlar ya da sadece tanrıya inananlar arasında titiz bir eşitlik vardır.
- İnanmayan ya da inanan, tek tanrılı ya da çok tanrılı, özgür ya da dogmatik düşünenler... Hiçbir kademe, fikirler arası seçimde dayatılamaz. Bunun içindir ki laiklik evrensel (tüm insanlığa ait) bir ideal (ülkü) dir, Zira bu ideal, herkesi eşitlik ayağı üzerinde bütün tinsel (manevi) fikirleri, kabul eder.
Tüm tinsel fikirler Fransa’da gerçekleştirilmiştir. 4 Ekim 1958 Anayasasının 2 nci maddesi şöyle der: “ Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. O, etnik ya da dinsel ayrım gözetmeksizin bütün vatandaşların yasa önünde eşitliğini güven altına alır. Bütün inançlara saygılıdır.”
Laik bir ülkede, birbirlerinin inançları bakımından bölgesel örgütlenme olamaz, siyasetle din adamının ilişkisi yoktur.
- Ne tanrının sözünün bütün sosyal ilişkileri belirlediği teokrasi, örneğin İran’da olduğu gibi,
- Ne ilahi hukuk monarşisi, örneğin kralın “Tanrının yeryüzündeki papazı olduğu” XIV ncü Louis Fransası gibi.
Bu durumda, cismani iktidar ile dini iktidar karşılıklı olarak birbirlerine dayanırlar ve bir din egemen olur; örneğin Katoliklik,
- Ne Devlet dini, örneğin kraliçenin Anglikan kilisesinin başı olduğu Büyük Biritanya gibi,
- Ne bazı dini otoriteler ile yönetim arasında imzalanan, kamu alanında bu dinlere haklar tanıyan bir anlaşma...
Bütün bu durumlarda, dinler arasında, tinsel inançlar arasında imtiyazların bazılarına verilmesiyle ayrımcılık yapmış oluruz. Elemeye tabi tutmak laiklikte yoktur.
Laiklik, inançları kendisine bağlayan bir communautarisme (kommünotarizm ) = ortakçılık, cemaatçilik [1] içerisinde hiç olamaz; kommünotarizm, insanı farklılıkları içine hapseder, kişisel özgürlüğe diş gösterir ve şartlar yaratır.
[1] Fransızcada yeni bir terim olan “communautarisme” etimolojisi yönünden, latince “ile” anlamına gelen “cum” ve “paylaşılan yükümlülük, yardımlaşma zorunluluğu” anlamına gelen “munus”sözcüklerinden türemiş olan “communis” ve ondan türeyen “communauté =topluluk, cemaat” sözcüğünden gelir.
Terim Kuzey Amerikadaki azınlıkların hak davalarından kaynağını alan 1980 yıllarında belirmiş yeni bir sözcüktür. Communautarisme (komünotarizm) sözcüğü basit anlamıyla etnik, dinsel, kültürel, sosyal, politik, mistik, sportif... yönden kendi üzerine dönmesi eğilimi göstererek topluluklara bireyden daha fazla değer veren etni (kavmî) merkezli, sosyoloji merkezli bir şekli işaret eder. Kültürün ve tarikatın kendi üzerine dönmesi demek olan bu kimlik, cemaatin aidiyet zorunluluğuna karşı olan mensuplarının fikirlerinin ve davranışlarının kontrolünü beraberinde bulundurur. Kommünotarizm, çok kere, liberalizme, endividüalizme, kozmopolitizme ve üniversalizme karşıttır.
Vatandaşın sosyal, ekonomik, politik, hukukî yönden evrimlendiği, insanların bir araya geldiği kamusal alanda, toplumun kuralları açıkça belirlenmiş ve İnsan Hakları temeline oturtulmuştur. İnsanların felsefî, metafizik kanılarının, inançlarının, gereğinde ibadetlerinin ve ortak yaşam tarzlarının konuşulduğu kişisel, özel alanda tam bir vicdan özgürlüğü olmalıdır.
Nötr (yansız) olmakla Cumhuriyet, ne dinsel, ne agnostik, ne de athedir; o çeşitli inançların dışında kendini belirler.
Herkes için olan, akıl ve kanıtla eğitim yapan devlet okulu insanı ve yurttaşı hazırlamakla görevlidir. Her kesimden çocukları, yabancı ya da alt düzeyden, şu ya da bu inançtan olduğuna bakmadan toplar. Ortamı, müfredatı, programları, öğreticilerin meslek ahlakının yansızlığı ile nötr (yansız) dür. Laik değerleri aktarır, eleştirsel bir düşünme biçiminin gelişimine yardımcı olur. Düşünsel çalışmayı hiçbir şekilde sınırlandırmaz. Bunları yapabilmesi için Devlet ona saygınlığı ve insancıl çareleri ve malzemeleri sağlamalıdır.
Vicdan özgürlüğü kavramından hür vicdan kavramına geçmeye olanak sağlamalıdır, zira bilgili kişi aydın ve görgülü tarzı seçer. İşte laikliğin bir çırpıda söylenecek temel ilkeleri.
XIV ncü Louis zamanında Tamamen Katolik bir Fransa düşünülüyordu. XVII nci yüzyılda ise Gerçeğin ifadesi sosyal bir zorunluluk haline geldi. Voltaire “Savunmamı yapan, terzim, uşaklarım, Tanrıya inansınlar isterim, çünkü beni daha az soyacaklardır” der.
Fransız ihtilali cemiyetin ve Fransız kurumlarının laikleşmesinin çıkış noktasıdır. Cemiyet ve doğan iktidarın yeni kavramı radikal (kökten) yeni ilkelerin üzerinde durmaktadır. İhtilalin temel anlaşması 26 Ağustos 1789 İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesidir. Kraliyet ailesinin ilahî yazgısı üzerine kurulan iktidarın yasallık ilkesi bırakılmış, tacın ittifakına ve Eski Rejimin Fransa’sından, inanç üzerine kurulan bir Devlet meydana getiren Kiliseye son verilmiş, bu ilkenin yerine iktidarın akılcı temeli gelmiştir.
İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesinin 3 ncü maddesi şöyle der: “ Bütün Egemenlik ilkesinin özü Millettedir”. Katoliklik artık Devlet dini değildir. Eski Rejimde kullandığı Tekellik vasfını kaybeder ve bundan böyle, öteki dinlerle beraber eşit haklarda bir arada yer alır.
1792 de dinî başvuruların kalktığı yeni bir takvim doğar; örneğin sonbaharın üç ayı doğaya, bitkilere ve hayvanlara gönderme yapılarak Vendémiaire, Brumaire, Frimaire diye adlandırılır ve hafta yerine 10 günlük dekadlara bölünür.
1790 da Bakanlıklar meydana getirilirken tüm dinsel referanslar dışarda tutulur. Ama iktidarın bu temel laikleştirilmesi Devletle Kiliselerin ayrılmasından hemen sonra olmadı. İhtilalciler, Fransız Devletinden ayrı olmasından çok Papalıktan bağımsız bir Katolik kilisesinin olmasını tercih ediyorlardı.
1907 yılı başında, A.Briand dinî dernekler bulunmadığını, ibadete tahsis edilmiş binaların ibadetlerini yapmak isteyen inananların tasarrufuna terkedilmeye devam ettiğini ileri süren bir yasayı oylatarak kabul ettirir.
Ayrılma yasasının uygulanması bütünü içerisinde memnuniyetle karşılanır. Danıştay, 4 ncü maddeye dayanarak, bir Kilisenin, piskoposun görüşüne karşı olan papaza değil de piskopos tarafından atanmış papaza verilmesini onaylamaya kadar işi götürür, yasaya uygun olarak, dinî bir derneği görevlendirir. Vatikan’la kamu ilişkilerinin düzelmesi için 1921 yılını beklemek gerekecektir. Protestan senatör Eugène Révillaud bu yönde çalıştı. 1924 de XI nci Pie dinî derneklerin yerine piskoposluğa ait derneklerin kurulmasını kabul etti. Böylece, Kilise artık laiklerin olası koruyuculuklarına tabi değildir.
Bazı bakımdan yasa, Katolik Kilisesini, mensuplarını, faaliyetlerinde sadece ve harfi harfine, dinî sınırlar içerisinde tutan dernekleri kabul eden Protestanlardan ve Yahudilerden daha çok kayırmaktadır. Bugün bu sınırlama boyna geçirilmiş bir halka gibi ağır gelmekte, bu da Fransız Protestan Federasyonunun ifade ettiği, yasanın değiştirilmesi dileğini açıklamaktadır.
Bir takım parlamenter ayrılma sözcüğünü kullanmaktan kaçınıyordu. Yine de ayrılma o derece söz konusu değildir, ama artık kamu hukuku değil de özel hukuk diyen Kilise ile Devlet arasında yeni ilişkiler söz konusudur. Ayrılma yasası ne 1905 de alman toprakları olan Alsace ile Moselle’i, ne de ilgili toprak sıralamasında yer almayan Guyane ile Mayotte’u ilgilendiriyordu.
En önemli itiraz, dinî derneklerin bağış ya da mirasları kabulde yetkilerinin bulunmadığını hedef alandı (madde 19). İtiraz para toplamaların sınırlandırılmaması ile yumuşatılmış oldu ve belli şartlarda bağışa, vasiyetlere izin veren 1966 kararnamesi ile ortadan kalktı. Ayrılma yasası bugüne kadar dokuz değişiklik gördü. Başka değişikliklerin olacağını tahmin etmek ise olağandır.
Kiliselerle Devlet’in ayrılması, 1848 de Louvre’un dua yerinde toplanan Protestan meclisinin ardından Frédéric Monod ve kont Agrénor Gasparain’in kışkırtmalarıyla, 1849 dan başlayarak aralarında birlik oluşturan hür kiliselerce istenmiştir. 1872 de iyileştirilmiş olan din işleri genel kurulu, Protestan papaz Eugène Bersier’nin hazırladığı rapora göre, “Kiliselerin ve Devlet’in karşılıklı bağımsızlık ilkesinin çağdaş toplulukların hukukuna yazılması gereği” kabul edildi.
Jean Baubérot ve André Encrevé’nin çalışmaları gösteriyor ki Protestanlar Devletle Kilisenin ayrılması sırasında gerçekten bir motor rol oynamamışlardır. Halkın % 2 sini temsil etmektedirler, J.P. Willaime’nin belirttiği gibi, bir baskı gurubu oluşturamazlar. Bununla beraber, buraya kadar adını verdiğimiz birkaç Protestan’ın kişisel rol oynadıkları inkâr edilemez.
Uzun sözün kısası, en belirgin hareket belki de, Seine valilik kurulu nezdinde hükumet komiseri ve A.Briand’ın çalışma arkadaşı Louis Méjan’ınki olmuştur. O belki yasanın Protestan kiliseleri için hiçbir kabul edilemez şey içermemesine ve bölgesel, millî ve din işleri kuruluna değgin bir yaşam imkânını onlara garanti etmesine yardımcı oldu. Louis Méjan’ın etkisi ayrılma ve hazırlama ilkesi düzeyi değil ama uygulaması düzeyi üzerine oturtulur.
Şayet hür kiliseler ve metodist kiliseler (Angilikan kilisesi) daha önce Devletten ayrılmışlarsa, evanjelik Protestan kiliseleri için de ayrılma fikrini benimsemişlerdi diyebiliriz. En çekingenler, St. Etienne’den Protestan papaz Comte’un aksine, hukukçu, manastır başkanı Jalabert’in düşündüğü gibi, organik maddelerin (konulmuş maddeleri açmaya mahsus maddeler) piskoposluk birliğinin bağımsızlığını sürdürmeye katkıda bulunduğunu düşünenler hür Protestanlar oldu.
1905 yasasının birinci maddesi vicdan özgürlüğünü güven altına alır. Bu madde 45 e karşı 422 oyla kabul edildi. 2 nci madde Cumhuriyetin hiçbir tapınma şeklini tanımadığını işaret eder. Bu, Devlet dinleri tanımaz demek değildir, ama onların hiçbirine ayrıcalık tanımaması anlamına gelir. Ancak vaizlik hizmetleri giderlerini karşılayan Devlet dinlere ne ücret verir ne de onları paraca destekler. Bir yatılı okul, kapalı bir yer ya da yer değiştirmenin imkânsız olması insanların ibadetlerini serbestçe yapmalarına engel olabilir.
Bağış üzerine paragraf, şiddetli tartışmalara sebep oldu ve 281 e karşı 287 oyla kıl payı kabul edildi. Madde 4 dinî kurumların taşınır ya da taşınmaz mallarından dinî derneklerin yararlanmasına bırakılmasıyla ilgilidir. Bu, mal sayımı esnasında büyük zorluklar çıkaracak olan maddedir. Bu madde, Protestan papazı, senatör ve Fransadaki beş akademi birliği üyesi Edmond de Pressensé’nin oğlu Rhône milletvekili, İnsan Hakları derneği başkanı Francis de Pressensé’nin girişimiyle, İskoç Kilisesiyle ilgili mevzuattan esinlenilmiştir.
Ayrılma oldu. Clémenceau Briand’ı ve Jaurès’i laikliğe ve “ toplumcu-papalık yanlısı” antlaşmaya ihanet etmekle suçladı. Özellikle, her ne şekilde olursa olsun, bir dinin uygulamasını yerine getirmek ya da ondan kaçınmak amacıyla yapılan bütün baskıyı yasaklayan 31 inci maddeyi unutmamak gerek. 32 nci madde, yakın zamanda Paris’in banliyösü Montreuil’de görüldüğü gibi, bir dinin uygulamalarını engellemeyi, ertelemeyi ya da durdurmayı yasaklıyor. Dinin toplu uygulanması kişinin serbest seçimine bağlıdır. 34 ncü madde din işleri bakanlığına bir halk hizmeti yüklemiş, vatandaşa hakaret etmeyi ya da kara çalmayı yasaklamıştır. 35 nci madde kamu otoritesinin yasalarına ya da yasal kararlarına karşı koymayı deneyen söylev ya da yazıları yasaklamaktadır. Aykırı davrananlar suçla ilgili para cezalarına ve gerektiğinde hapis cezalarına çarptırılırlar.
Başkalarına zarar vermeden hareket etme özgürlüğüne izin veren düzenlemeleri tedbirle kullanmak gerekir. Clémenceau şöyle diyor: “ ikna edebilirsem kuvvetliyim, ama zorla kabul ettirmek istersem acınacak şekilde güçsüzüm”. Yine de her ne pahasına olursa olsun ikna etmek için bazen entegrizmin (gericiliğin) ince şekli kızgın olmamak ve tartışmaya karşı düşünceden olana saygılı bir töre geliştirmek gereklidir. Voltaire’e mal olmuş ilkeyi hatırlayalım: “ Sizinle aynı fikirde olmasam da, fikrinizi ifade edebilmeniz için savaşmağa hazırım”.
1987 de, Hoşgörü Fermanının yüzüncü yıldönümünde, Sorbon’daki Descartes anfisinde, konferansçı “Hoşgörüsüzlük (yobazlık) hoş görülemez ” diyerek sözü bitirir. O, Hristiyan’ın günahı kınamaya davet edildiğini unutuyor, günahkârı kınamak ise ona düşmez. “ Özgürlük düşmanlarına özgürlük yok” ünlü sloganı yine de herkes için daha az özgürlük diye dile getirilebilir.
Okul programları çerçevesinde, okullarda, inan üzerine dinî eğitim değil ama değişik dinleri temsil eden din eğitimi yapılabilir. Nicolas Sarkozy’nin “ 2004 yılında çıkan “ La République, les réligions, l’espérence” ( Cumhuriyet, dinler, umut ) adlı kitabı, büyük harflerle belirterek, başlıca dinlerin, mümkünse ortaklık birliği içinde dersler düzenlemesini önermektedir. Debray’in raporu (Laik okulda din olgusunun eğitimi, Şubat 2002), kurucu büyük din metinlerinin incelenmesi için din fenomenolojisisinin ( olaybilim ) ötesine gitmek ister, bu da eşyanın merkezine daha fazla girmeye fırsat verir, ama kolejliler için daha az önerilir.
İslam ve Budizm gibi, XX nci yüzyılın başında bu altıgen ülkenin üzerinde az temsil edilen dinlere de uygulanabilen 1905 yasasının tamamını yeniden düzenlemek zorunlu görünmüyor. Sistematik bir iyileştirmeye gerek yok. Tepeden tırnağa yeni bir müzakere için de aynı. Zamana bağlı değişiklikler kendini benimsetiyor bununla beraber Fransız toplumumunun titreyerek kendi üzerine katlanması ve burada bulunmayan ya da çok az bulunan dinlerin bir yana bırakılması istenmiyorsa da yüzyıllardır bu topraklar geleneksel bir sığınma ülkesi olmuştur.
Bu gün Fransa’da Allain Boyer’in tahminine göre 4 milyon Müslüman yaşıyor. Her Avrupa ülkesinde yaşayan Müslüman halkın kökeni değişiktir [2].
[2] Alain Boyer’e göre Hollanda’da 1995 de 182 000 Türk, 180 000 Endonezyalı, 159 000 Faslı vardır, Türklerle Kürtler Almanya’da yaşayan 7,7 milyon yabancı Türkler sayısının % 28 ini oluşturur. 1961 den bu yana Alman hükumeti Türk uyrukluların gelişleri ve hakları üzerine Türkiye’yle bir anlaşma imzalamıştır. Hintliler le Pakistanlılar İngiltere’de çok sayıdadır; çoğunluğunu Cezayirlilerin teşkil ettiği Magripliler özellikle Fransa’da bulunuyor. AB nin tamamında dağılmış olan iki topluluk, Cezayirlilerle bir bölümünü Kürtlerin teşkil ettiği Türk vatandaşlarıdır. Son tahminlere göre Almanya’da 1,6 milyon, Hollanda’da 220 000, Fransa’da 200 000, Belçika’da 85 000 Türk vardır.
A ve J. Selier’nin orta Avrupa halkının Atlası başlıklı eserine göre güney- doğu Avrupa’da 95 li yıllarda 8,5 ile 9 milyon arasında Müslüman yaşamaktadır. Bunun 2,9 milyonu Arnavut, 2 milyonu Sırp-Hırvat dili konuşan Müslüman Bosnalı ve 1,8 milyon Kosovalıdır. Eski Yugoslavya’nın dışında Bulgaristan’da 800 000 Türk ve 200 000 Slavca konuşan, ama dinen Müslüman olan Pomak vardır. Orta Romanya’daki Türkler birkaç bindir. Yunanistan’ın Trakya bölgesinde 1923 barış antlaşmasından sonra yasal olarak tanınan 100 000 Türk vardır.
Dom-Tom’da, Komorlar’da, Reunion’da eski kolonilerden gelmiş ya da XIX ncu yüzyıl sonunda Kuzey-Batı Hindistan’dan getirilmiş Fransız Müslümanlar vardır. Günümüzde, Reunion’da 8 500 aile oldukları tahmin edilmektedir. Bunlar Hintlilerin soyundan gelirler, yerel kültürü sürdüren bu Müslüman Fransızlar iyi uyum sağlamışlardır. Dini sorumluları yetkililerce tanınmıştır. İki serbest radyoları vardır. Sözleşmeli bir İslami özel okulları vardır.
Her büyük kasabanın uzun zamandan beri genellikle bir camisi vardır ve cami inşası için problem yoktur. Metropol’e doğru olan göç oranı önemlidir. Mayotte, halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu Komorların bir adasıdır. Sivil otoriteler kendilerine dindar Müslüman otoriteler der; Müslümanların dinî bayramları, orada tatil günleridir; Kamu güçleri bir müftünün yetkisi altında bir imama görev verir. Orada, hemen hemen Devletle İslam arasında ilişkiler üzerine kurulmuş konkordato ile yapılmış (uyuşulmuş) bir tip sistem içerisindeyiz. Çalışma imkânının az olması metropole (anakente) göçün çokluğunu açıklar. Hemen hepsi Fransız uyruklu 40 000 den fazla Komorlu, Marsilya’nın köylerinde, kasabalarında yaşıyor. Avrupa birliğinde 10-11 milyondan biraz fazla Müslüman yaşamaktadır.
Laiklik devletin hiçbir dini inancı resmi olarak tanıyıp sübvanse etmemesi ve bütün dinlere karşı tarafsız olmasını öngörür. İngiltere ve Danimarka gibi ülkeler seküler olmalarına yani kilise ve devlet ayrımını tanımalarına rağmen, resmi bir devlet dini tanımadıkları için laik değillerdir. İngiltere’de başörtülü bir polis memuru görmek mümkünken Türkiye ve Fransa gibi kendini anayasasında laik olarak tanıyan ülkelerde kamu görevlilerinin dinsel simge taşımaları, devletin tüm inançlar karşısında tarafsız olması ilkesi gereği mümkün değildir.
Fransa’da Katolik kilisesi, Devlet- Kilise ayrımını kabul eden 1905 tarihli yasayı ancak 1924 yılında tanımıştır. Buna rağmen laiklik ilkesi Fransız Anayasasına 1946 da girebilmişken Türkiye’de Fransa’dan daha önce, 1937 de Anayasaya girmiştir.
Combes’un tasarısını hazırladığı söylenilen 1905 yasası Rouvier hükumeti tarafından 9 Aralık 1905 de kabul edildiğinde, bazı karşı fikirde olanların aksine, dine karşı saldırgan bir yasa olması istenmemiş, aksine yatıştırıcı olması istenmişti. Raportörü, çok kere sanıldığının aksine, Emile Combes değil Aristide Briand’dır. İşte 1906 da bir söylevde Jean Jaurès’in yasa hakkında söyledikleri:
“Cumhuriyetçiler hiçbir dinin Devletten daha imtiyazlı olmaya hakkı olmadığını hep hatırlarlar. Yurttaşların inanma ya da inanmama, ibadet etme ya da etmeme hakkı vardır. Meclis, Kilise ile Devlet’in Ayrılma yasasını yüz gibi bir oy çoğunluğuyla oyladı. Meclisin oyladığı yasa bütün dinlere özgürlük vermektedir; her yurttaşın istediği şekilde, bir dine inanmasına ve ibadetine izin verir. Birkaç ay geçmeden Devletin laikliği yasasının bir özgürlük yasası olduğunu göreceksiniz, bizzat siz, Kilise papazlarının, dini ortadan kaldırmak için yapılmış zulüm yasası olduğu yalanını utanmadan söylediklerini göreceksiniz. İnanç özgürlüğü güven altındadır, tam ve eksiksizdir”.
Cumhuriyetin en önemli metninde yer aldığı için, 1946 Anayasası, laikliğe anayasal bir kabul kazandırdı. 27 Ekim 1946 Anayasasının son metni birçok kez laiklik kavramına göndermede bulunur. Metin, yasanın başlangıcında, dinle ilgili bütün ayrımcılığı yasaklamayı hatırlatır, her seviyede parasız ve laik kamu eğitimi düzenlemenin, devletin görevi olduğunu belirtir. Bu Anayasanın 1 nci maddesinde “ Fransa bölünmez, laik, demokratik bir Cumhuriyettir” deniliyor.
1958 Anayasası 1946 metnini güçlendirmiştir, böylece laikliği tanır. Başlangıç, 1789 Beyannamesinde ve 1946 Anayasasının başlangıcında belirtilmiş haklara Fransız halkının bağlılığını tanımakla bu iki metne anayasal bir değer verir. Bundan başka, 1 nci maddede, 1946 Anayasasında Cumhuriyetin “yasa önünde bütün yurttaşların köken, ırk ya da din ayrımı yapılmaksızın eşit olduklarını belirten formülü yeniden ele alınır; o bütün inançlara saygılıdır.”
Bununla beraber anayasal formül birkaç anlama çekilebilir, zira laiklik sözcüğü birkaç anlama çekilebilmektedir, anlamı IV ncü ve V nci Cumhuriyetlerde, hatta günümüze kadar belirsiz kalmıştır. Bazıları için basit bir devlet tarafsızlığı söz konusudur. Ötekiler için Kilise ve Devlet ayrılığı üzerine kurulan 1905 yasasının sürdürülmesidir. Örneğin Danıştay “İslami türban davası” denilen davada görüşünde ve kararlarında laikliğe gönderme yapmıştır. Ama bu açık değildir. Bir anayasal kabulle donanmış olan laiklik zorlayıcı bir kural olmaktan daha çok Devlet’in anlayışının bir ifadesi olarak görünür. Sadece eğitim konusunda yasa, gerçek bir zorlamaya yer vermektedir.
Yorumlar çeşitlidir; Bazı topraklar hâlâ laiklik yasamasından kaçırılır. Alsace ve Moselle’in 1871 de Almanya tarafından ilhakı sırasında 1871 de konkordato ile yerleşmiş dinler rejiminin, 1919 da “Chambre bleu horizon” (Mavi ufuk meclisi) tarafından - burada “mavi” Fransız üniformasının ve sağın rengini ifade eder- Fransız yasaları içine dahil edilene kadar önceki durumunu (statu-quo) muhafaza etmesine karar verilir. Benzer kaldırma rejimi yukarıda bahsettiğimiz gibi deniz aşırı koloniler, Katolik Wallis-et-Futuna Adaları ve Guyane için de aynıdır.1924 de seçilen sol partiler aralarında anlaşarak verilmiş sözlere rağmen ve muhtelif sınıftan papazların kuşattığı halkın direnci önünde, geçici olan şey kesin olur.
15 Mart 2004 de Rafarin hükumetinin çıkardığı yasayla ilköğretimde ve liselerde dinî simgeler yasaklanınca Fransa’da laiklik tartışması yeniden başlar. Başörtüsü, Yahudi kipası ve Hristiyan haçı okullarda yasaklanır. Haziran 2008 de bir Fransız’la evlenen Faslı bir kadının burka (çarşaf) giydiği için vatandaşlık başvurusu kabul edilmez.
Eylül 2008 de La HALDE ( La Haute Autorité de Lutte contre les Discriminations et pour l’Egalité = Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Yüksek Konseyi) Fransa’da yaşayan yabancıların gittikleri dil kurslarında vücudun tamamen kapatılarak örtülmesine izin verilmeyeceğini açıklar. Nisan 2008 de Cumhurbaşkanı Sarkozy de etnik farklılıkların kamusal alanda tanınmamasını önerir.
Temmuz 2009 da, La Commision sur la Voile integrale ( Tamamen Örtünme üzerine Komisyon ), Fransız halkının görüşlerini paylaşmak için internet üzerinde bir site kurdu (debatidentitenational. fr). İktidardaki UMP den (Halk Hareketi Partisi) bir kısım milletvekili de internet üzerinde bir başka site kurdular ( la-burqa- en- debat. fr). Başbakan Filon: “ la burqa n’est pas bienvenu en France” (“burka Fransa’ya hoş gelmemiştir”) diyerek bu tarz giyinmeye karşı memnuniyetsizliğini belirtti.
Komünist Troçkici parti NPA nın, 22 yaşında başörtülü üniversite öğrencisi Ilham Moussaid’i seçimlerde Vaucluse’den aday göstermesi sağ ve sol partilerin içlerinde görüş farklılıklarına sebep oldu. Bir kısmı, Cumhuriyet denilen milli iradenin seçtiği ve herkesi temsil eden bir vekilin özelinde kalması gereken bir simgeyi kamusal alana taşıyamayacağını, buna gerek olmadığını, Fransa’da zaten mevcut olan islamofobiyi (İslam korkusu) daha da artıracağını söylüyordu. Marjinal bir kesim tarafından uygulanan bir pratikten yola çıkılmış olması Müslüman Fransızlar arasında tedirginliğe yol açtı.
Bu güne gelirsek, Eğitim bakanı laikliğin “ bir savaşım olduğunu, ama birilerini ötekilerle karşı karşıya getirmemek” olduğunu ileri sürüyor. Yine bakan Vincent Peillon “laikliğin Cumhuriyetin bilgeliği” olduğunu hatırlatıyor:
“ Laiklik birilerini ötekilerle karşı karşıya getirmek savaşımı değil, ama birilerinin ötekilere karşı koymasını isteyenlere karşı savaşımdır. Bazılarına karşı değil, ama herkesi bir araya getiren ve herkesi bir araya getirmesi gerekenlerin savaşımıdır”.
“ Laiklik Cumhuriyetin bilgeliğidir”, Niçin? diye ekliyor Peillon. Laiklik ” iyice bilinmiyor, ben bu son yıllarda Devletin üst düzey yetkili kişilerinin laiklik üzerine tuhaf şeyler söylediklerini fark ettim. Örneğin, laikliğin öncelikle yasaklama olduğuna inananlar var. Laiklik hep birlikte özgürce bir arada yaşamaya imkân verir”.
Fransa’daki sığınmacıların, Fransa’nın özgürlükçü yapısından faydalanarak başlattıkları kültürel ve İslamcı hareketler dolayısıyla, siyasal İslamcı örgütleri ve akımları denetim altında tutmaya mecbur kalınarak, 2013 yılı Eylül ayı içerisinde, Okullarda Laiklik Yasası çıkarılmıştır.
İşte anaokulundan koleje, liseye dek bütün okullarda, sınıflara zorunlu olarak asılacak laikliğin 15 kuralı:
OKULDA LAİKLİK KURALLARI (CHARTE DE LA LAÏCİTÉ À L’ÉCOLE)
Millet, Cumhuriyetin değerlerini öğrencilere paylaştırma görevini okula emanet eder.
1. Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyettir. O, yasa önünde, topraklarının tamamında, bütün vatandaşların eşitliğini güven altına alır. Bütün inançlara saygılıdır.
2. Laik Cumhuriyet dinlerle devletin ayrılığını düzenler. Devlet dinsel ve manevi inançlar konusunda tarafsızdır. Bir Devlet dini yoktur.
3. Laiklik herkesin vicdan özgürlüğünü güvence altına alır. Her biri inanmakta ya da inanmamakta serbesttir. O, başkalarınkine saygıya ve kamu düzeni sınırları içinde onların inançlarının özgür açıklamalarına izin verir.
4. Laiklik her birinin özgürlüğünü genel çıkar endişesi içinde herkesin eşitliği ve kardeşliğiyle bağdaştırarak yurttaşlık uygulamasına imkân verir.
5. Cumhuriyet, eğitim kurumlarında bu ilkelerin her birine saygıyı sağlar.
6. Okulun laik olması öğrencilere kişiliklerini işlemesinin, iradesini istediği şekilde belirlemesinin, yurttaşlığı öğrenmenin başlangıcında olmanın koşullarını sunar. Laiklik onları kendi seçimlerini yapmalarına engel olan bütün kendi inancını yayma çabasından (proselitizm ) ve bütün baskıdan korur.
7. Laiklik öğrencilere ortak ve paylaşılmış bir kültüre erişimi sağlar.
8. Laiklik, cumhuriyet değerlerine saygı ve inançların çoğulculuğu gibi Okulun iyi çalışma sınırları içinde öğrencilerin özgür ifadelerini kullanmasına imkân verir.
9. Laiklik her şiddeti ve her ayrımı ret anlamına gelir, kız ve erkek çocukları arasında eşitliği güvence altına alır ve ötekini anlama ve saygı kültürü üzerine oturur.
10. Cumhuriyetin öteki temel ilkelerinde olduğu gibi laikliğin anlam ve değerini öğrencilere aktarmak tüm personele düşer. Okul kadrosunda uygulanmasına dikkat ederler. Bu kuralların öğrenci velilerine tanıtılmasını iletmek onlara düşer.
11. Personelin görevi tam bir tarafsızlıktır: onlar çalışmaları uygularken siyasi ya da dinsel kanılarını açığa vurmamalıdırlar.
L’ÉCOLE EST LAÏQUE (OKUL LAİKTİR)
12. Eğitimler laiktir. Bilgilerin enginliğinde ve kesinliğinde olduğu gibi dünya görüşlerinin çeşitliğinde de mümkün olan en yansız açılımı öğrencilere sağlamak maksadıyla hiçbir konu deney öncesi bilimsel ve pedagojik sorgulamadan çıkarılmış değildir.Hiçbir öğrenci bir öğreticiye programdaki bir soruyu işlemek hakkına itiraz etmek için dinsel ve siyasi kanaatını ileri süremez
13. Hiç kimse Cumhuriyetin Okulunda uygulanabilir kurallara uymayı reddetmek için dinsel aidiyetinden yararlanamaz.
14. Kamu okulu binalarında, iç tüzükte belirtilmiş çeşitli alanlarda yaşam kuralları laikliğe saygılıdır. Öğrencilerin dinsel bir aidiyeti açıkça ortaya koydukları işaretleri ya da kıyafetleri taşımaları yasaktır.
15. Düşünce ve etkinlikleriyle, öğrenciler laikliği kurumlarının sinesinde yaşatmaya katkıda bulunurlar.
----
“ Laikliğin hareket noktası, inanç özgürlüğüne mutlak saygıdır. Seçme özgürlüğü vermek için öğrenciyi ailevi, köktenci, toplumsal, düşünsel bütün belirleyiciliklerden çıkarabilmek gerek” diye eğitim bakanı Peillon bir yıl önce söylemişti. Eğitim bakanının açıkladığı hedef dinsel komünütorizm’e karşı (ortakçılık, cemaatçilik) mücadele etmektir.
SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.