- 588 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Annemin Tıkırtıları
Annemin tıkırtıları geliyor koridordan. Uyanışımın sesleri art arda beliriyorlar. Bir kapı açılıyor bir yerlerde, evin dışında kalan dünyanın bir parçası olarak. "Evim ve dışarısı" diyorum. "Böyle bir ayrım yapacak kadar beni sarıp sarmalayan bir kucak oldu mu bana evim" diye düşünüyorum sonra. "Kesinlikle evet" diyor soruyu sorduğum parçam. Yoksa bu baston tıkırtıları ve uzaklarda açılan o kapının sesi bu kadar ayrı düşmezdi birbirinden. Evin duvarları saydamlaşır, o kapının olduğu dünyayı da içeri alırdı.
Saate yöneliyor gözlerim... Akreple yelkovan yine her sabahki gibi olmaması gereken bir yerde... Ben çoktan kalkmış olmalıydım, bunu söylüyorlar ikisi ele ele vermiş, şamar gibi çarparak yüzüme tembelliğimi.
Annemin baston tıkırtıları mutfağa yöneldi. Oysa ben olmalıydım şimdi orada. O pencere önündeki köşesine kurulmuş; çayını yudumlayıp o yaşlardaki bir kadının yaşanmışlıklarında usul usul demleyip süzerek dışarıdaki dünyayı seyretmeliydi. Tıpkı çayının damağında bıraktığı o tatlı burukluğu duymalıydı önünden akıp giden hayatta. Çünkü o yaşlarda birinin gözlerinde hiçbir şey içinden geçip gittiği o an ve yerle sınırlı olarak değerlendirilmez. Dahası da vardır çünkü. Yolun daha ötesi... Yaşlı bir insanın gözleri o kızın az sonra hangi sokağa sapacağını görmez belki, onun pencereden görünen yaşam kesitindeki belirişinde... Ama çok daha sonrasını görür: Yolun sonunu...
Sonunda ölüm olan bir yolun yolcusudur o yaşlı kadın ya da adamın pencereden seyrettiği hayatın içinden gelip geçen o insan. Çayından yudum yudum akan o tatlı ılıklıkta bir kez daha görür pencereden gördüğü ne varsa. O yüzden yüzünde hep belirsiz bir tebessüm vardır. Bu anlamsız kavgaya gülüyordur belki de. Hınca hınç bu koşuya, öfkeden kabaran damarlara, kızaran yüzlere...
"Fazla mı kaptırdınız oyuna kendinizi" diye soruyordur sanki bu haliyle. "Biraz durun dinlenin. Tüm bunlar fazla yorulmanın birer belirtisi..."
Tıkırtılar uzaklaşıyor ağır ağır. Salona yöneliyorlar. Ben evin tembel kedisi hâlâ yatakta güne başlama hazırlığındayım. Ne başlamaz günmüş bendeki de! Herkesinkinden en az iki saat geriden başlıyor. O da sahibi gibi miskin mi miskin... Ağır ağır geriniyor, çekiştirip duruyor zamanı; geçip gitmesin, kendine ayak uydursun diye. Neyse ki kalkabildik yataktan günümle ben, başladık her günkü oyuna.
Annem kahvaltısını hazırladı çoktan, genç bir kadın gibi ayağına getirilmesini beklemeden güzel bir tepsi sundu kendine. Gençlik aşısı gibi bir şey yaptı yani tembel kızı sayesinde. Hatta muhtemelen yumurtayı haşlarken ya da ne bileyim, mutfak dolabından bir şey almak için uzanırken, kahvaltı hazırlığının herhangi bir aşamasında yaşlı bir kadın olduğunu unuttuğu bile oldu.
"Mutfak ruha iyi gelir" demişti bana, yoğun bulutlu bir günümde. "O üzümlü kekinden yapsana bana." Dediği gibi de olmuştu. Ortalığı vanilya kokusu sarmaya başladığında ben yüzümden çoktan def etmiştim bile o yağmur öncesini. Kendimi annemle kahkahalar atarken bulmuştum.
Kek yapma sürecinde onun da bulunmasının bunda büyük bir payı vardı mutlaka. Çünkü o böyle durumlarda penceresini de yanında getirirdi her seferinde. Oradan seyrettiği yoluyla birlikte usul usul konuşmaya başlardı çayını yudumlar gibi ılıklaştırarak dilinde sözcükleri. Ama bir yandan da yolun sonunu hep göstererek, o sözcüklerle çizdiği resimde... Hep "ölüm var" diyerek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.