BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM - 14
İLKOKULA BAŞLADIM
Yeni öğretim yılı başlayınca, babam bana sordu: “bu sene sen de mektebe gitmek istiyor musun?” Yaşadığım olumsuzluklara karşın cevabım tabi ki evet idi. Abimin küçülen grizetini giydim bana uyuyordu. O yıllarda ilkokulda iki tür önlük giyilmekteydi. Hali vakti yerinde olanların çocukları ‘siyah önlük’ fakir olanlar ise gri renkli önlük ‘grizet’ giyerlerdi. Tabi siyah önlük giyenler bu durumun farkındaydılar ve bunu diğerlerine hissettirirlerdi. Kısa pantolon ve sandalet ve yaka yeni alınmıştı ve saçlarım da makine ile tıraş edilmişti. İlk gün boylarımız ve kantarda kilolarımız ölçüldü. Birinci sınıfa kayıt olanlardan Arif ve Ömer adında ikizler (15) kilo geldiler ve ben bir kilo farkla onları geçtim. Diğer çocuklar hep yirmi ve üzerinde kiloluydular. Okul Müdürü Halis Bey yaşlıca, şişman ve gür sesli biriydi. Bahçede sıra olunduktan sonra tırnak ve mendil kontrolü yapıldı. Özellikle 4.ve 5.sınıf öğrencilerinden tırnakları uzamış olanlar ayrıldı ve müdür onlara: “şimdi doğru Zeynel’e gideceksiniz, marş!! Marş!!” dedi. Zeynel okula iki yüz metre mesafedeki nalbandın adıydı. Birinci sınıfın öğretmeni olmadığından o haftayı bahçede oyun oynayarak geçirdik.
Pazartesi sabahı yeni öğretmenimiz göreve başlamıştı ve töreni müteakiben öğrencilerin kılık-kıyafet, temizlik, tırnak ve mendil kontrolünü yapmaya başladı. Sıra bana geldiğinde eğilip eliyle çenemi kaldırdı, boynumdaki kir dikkatinden kaçmamıştı ve sordu: “senin adın ne?” ben utangaç bir edayla “Ahmet” dedim. Öğretmen : “Ahmet annen sana banyo yaptırmadı mı? Cevap: “benim anam yok ki!” Öğretmen sanki sorduğuna pişman olmuştu “son dersten sonra seninle konuşmak istiyorum” dedi ve diğer çocuklarla ilgilendi.
Adı Pervin olan öğretmenimiz otuzlu yaşlara gelmiş, ondüleli kömür karası saçlarıyla esmer güzeli, minyon bir hanımdı. Son dersten çıkınca yanına gittim, elimden tuttu ve birlikte okulun karşısındaki evine gittik. Önce sabunlu bir bezle ellerimi, boynumu ve yüzümü temizledi. O an O’nu annemmiş gibi hissettim. Evde yalnızdı, bu onun bekâr olduğunu gösteriyordu. Bana öğle yemeği ikram ederken hakkımızda birçok soru sordu. Evden çıkarken; “yarın öğle arasında birlikte babamın dükkânına gitmek ve hikâyemizi bir de ondan da dinlemek istediğini” söyledi.
Ertesi gün sınıfta seviye kontrolü yaptığında Ahmet Yaycıoğlu ve benim okuma yazma konusunu çözümlemiş olduğunu tespit edip bize pekiştirme ödevleri verip diğer çocuklarla ilgilendi. Öğle arasında birlikte dükkâna gittik ve babama, benim hakkımda görüşmek istediğini söyledi. Karnımı doyurmak için simit almaya giderken onları baş başa bıraktım.
Öğretmenim Pervin Hanım hikâyemizi babamdan dinledikten sonra benim sorumluluğumu almak istediğini, gerekirse evlât edinmek istediğini açıklıkla teklif edince babam; “zaten ciğerlerini evlâtlık verdiğini, daha fazlasını kaldıramayacağı” cevabını vermiş. Öğretmenim bir ikindi üzeri evimize çıkageldi. Avluda bir iskemlede oturdu, Ayşe abla ile sohbet ettiler. Bir müddet sonra babam da eve geldi ve O’na kulplu bardakta menekşe çayı ikram ettik, çok beğendiğini söyledi. Akşam üzeri babam öğretmenimin eve dönüşüne refakat etti. Bu sırada babama; “çocuklara anne olmak istediğini, bu teklifini ciddiyetle değerlendirmesini” rica etmiş, ancak babam bunun mümkün olamayacağını nazik bir dille anlatmış. O yıllarda çalışıp para kazanan hanımların en büyük sorunu, bunu kabul edebilen anlayışta erkek bulunması zorluğu idi. Hele yaşadığınız ortam küçük bir yerleşim birimi ise.
Pervin öğretmenle çok iyi bir yıl geçirmiştim. İkinci sınıfa başladığımızda Pervin Hanım gitmiş, yerine Ayten isimli daha genç bir öğretmen gelmişti. Onunla da kaynaşmış ve yine başarılı bir yıl geçirmiştim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.