Yaz, Kızım. Kış Oğlum
Herkes bildiği cevaptan taşlayabilir.
Soru 1: Neden, kimi zaman kaleme küser, yazamayız?
Cevap: Kaleme düşen sorulara, aklımızın verdiği cevap, kalbin eşiğini aşamadığı zamanlarda tek bir kelime bile yazamayız.
Yazamayızdan kasıt, harfleri bir satıra dizemeyiz değil, elbette.
Soru 2: Her konuda, canı istediği zaman, üşenmezse, oturup şakır şakır yazabilenler, yazdıklarını niye saklarlar ki?
Cevap; ilham perisinin vurdumduymazlığını biliyorlar demek ki.
Hangi temaya konacağı belli olmaz onun, ülkede kan gövdeyi götürüyorken, oturtur şehla gözlere methiye yazdırır adama.
Pek keyfine bırakmamak lazım.
Soru 3: Güzellerin bahtı neden karadır?
Cevap: Beyaz mürekkep ak alında silik duruyor olmalı.
Esmerler alınmasın bizde güzele beyaz derler.
Maniye niye ayaz dediklerini ben de merak ettim şimdi.
Söze girişteki o bir yanı açıklıktan olabilir mi?
Yurdum manilerinde sağ göstere göstere giren söz, çıkışta gider anlamın soluna oturuverir kimi zaman.
Uyanık okunmalı, uyanık dinlenmelidirler.
Neden aldatırız?
Soru, 4 mü oldu?
Cevap; aldanmamak için.
Bu soru böyle sorulunca cevap veren az olur.
Neden aldatılırız, denseydi, kolaydı.
Kolaydı, çünkü İnsanoğlunun yarısı emdiği çiğ sütten, geri kalanı mamalardan alıyor huyu.
Huy oralardan, su buralardan, olmazsa herhangi bir yerden.
Beslenmenin karaktere etkisi mevzuu uzunca, ben soruya kısaca cevap vereyim:
Biz en güçlü zırhımızı en çok korktuğumuza karşı giyiniriz.
En çok, en sevdiğimizi kaybetmekten korkar ve aldatırız.
Kaybetmekten korktuğunuz kişinin yokluğunda da yaşayabileceğimizi, kendinize kanıtlamaktır aldatmak.
Kolay da değildi, önce kendimizi aşmak gerekir.
Korkumuz kadar büyük, zırhımız kadar gerçek, gerçekliğimiz kadar çirkin veya acıdır ama en çok tıklanan seçeneğidir, korkudan çıkış kapılarının.
İki kapılı, tek bacalı bir hana, insan girenlerin insan kalmaları zor zenaattır.
Çırılçıplak girilen savaşlardan sağ çıkmak yetmez, sağlam çıkmak da gerekir.
Sosyolojinin, psikolojinin ve hatta dinin alanına girmemek lâzım; soruda bu kadar oyalanmak yeter, geçelim.
Soru 5: Neden yalan söyleriz?
Cevap : Doğrusunu bilmediğimiz için.
Şaka gibi ama cevap bu, fikrimce.
Hangi insan, sorulara verdiği cevabın bir adım sonrasında yolunu keseceğini bile bile yalan söyler?
Bu şekilde düşünüldüğünde, yalancılık akla yatkın gelmiyor değil mi?
Yalanı, kim söyler?
Doğruyu bilmeyen.
E, bilenle bilmeyen bir olur mu, olmaz tabi.
Bunu nush ile anlamayan vakti gelince tekdir ile o da olmazsa yolun münasip yerinde, öğretmeye gönüllü bir kötekle aklının tozlarından arınır zaten.
Yalana dönen her dil kendi çene, kalça veya kafa kemiklerine karşı sorumluysa, sıkıntı yok.
Kafi...
Başka?
Soru 6: Neden affederiz?
Soruya soru : Neyi?
Sorunun tekrarı: Bizden özür dileyeni, neden bağışlarız ya da bağışlamayız?
Ha...
Abdal ya da değilizdir.
Aşığızdır bağışlarız, değilizdir, bağışlamayız.
Mecbursak affederiz. Değlsek...
Etmeyiz.
Edersek buluruz.
Bulursak görürüz.
Görünce gösteririz.
Mola lütfen.
Aklım dolandı, dilim yoruldu.
YORUMLAR
Herkes bildiği cevaptan...
Neden aldatırız?
Çünkü cana değsin diye. :(
Hiç bilgi vermeyince yalan da söylememiş oluyoruz diye biliyorum ben. İstemeyince de aldatmamış olur muyuz?
Sonra affeder aslında insan. Ya kendini ya da muhatabını. Bir şekilde çözüme erişmesi lazım. Yoksa kinle dolu bir yürek kapkara olur. Sevemez olur. Nasıl yaşanır ki böyle?
Ve kalem merhamet bulduğu anda yazar. Kalbin eşiği burasıdır belki.
Sevgiyle selamlar.
Aynur Baş
ve bir ilave belki, izninle.
Kalemler merhamet kadar aksini görünce de yazıyor sanıyorum.
Öyle ya da böyle ve mutlaka her soruyu, her cevabı özünce yazıyor.
Sevgimlesin, daima. Biliyorsun değil mi?
Önce dönüşün çok güzel olmuş.
Mola artık çok uzun olmasın, zira özledik yazılarını.
Taşlamaya başlıkla başlayalım o vakit. Yaz kızım, kış oğlum. Yaz kızım sekreterlere patron hitabı (Filmlerde patronu karısı sekreterle uygunsuz yakaladığında patronun ilk sözü) Yada biraz feminen çağrışımla Kıza yakıştırılan mevsim. Bu manada Kış oğluma; kış kış oğlum demek abesle iştigal olur mu, diye bir soru cümlesi geçti beynimin sokaklarından hızlıca. Efendim yazının yorumuna gelince: eeee.... ne eeee si ya. Bitti valla bitti sorularda çaktım, yada terse yattım. Çok kazıkmış abi. ben kaçtım biraz ters pardon ders çalışayım. Ama sen yaz. Zira kalemini özlemişiz.
Tebriklerimle
Elbette dostlukla...
Aynur Baş
Neden yalan söyler bir insan? Bence bilmedigi için değil de, korktuğu için. Hani dürüst olur bir kez, sonra ağır bir tepkiyle karşılaşır ve sonra o korku yer eder içinde de, söyleyemez doğruyu. Ha bu onu haklı çıkarıyor mu? Asla.. Ve şu kaybetmekten korkma olayı. artık bu durum içimde öyle büyüdü ki, herkese birgun gelip de kaybederim gözüyle bakıp, ona göre davranmaktan yoruldum galiba...
Çok düşündürücü ve oldukça keyif verici bir yazıydı. Çok çok beğendim...
Aynur Baş
Sizi görmek ne güzel, okumak ayrı güzel :)
Fakat ben daha ilk sorunun cevabında kaldım, kalbin eşiğini aşamama mevzusu.. Kendi çukurumdan çıkabilseydim sorularla güzel bir fikir teatisi yapılabilirdi ancak saplandım. Sağlam cümlelerinizi özlemişim ''Çırılçıplak girilen savaşlardan sağ çıkmak yetmez, sağlam çıkmak da gerekir. '' cümlesini ayrı beğendim. Bir kenara not edilesi..
Molanın çok çok kısa sürmesi dileği ile.
Aynur Baş
Özlenen kalem usta olunca, okur okurken darmadağın olabilir. Şekil A'da olduğu gibi.
Kalem uzun süre ara verse de, sahibi zaman zaman mürekkebini eksik bıraksa da kalemin, o kağıt üstünde nasıl dans edeceğini unutmuyor işte. Her zamanki gibi düşündüren, düşündürürken algı yaptıran; satırlar kadar, belki de daha fazla satır aralarındaki mesajları yoğun bir deneme kısacası.
"Düşündüren" dedik, "Algı" dedik de; boşa demedik. İşte giriş cümlesi... Eminim ki o cümleyi, ben de dahil birçok okur "Başlayabilir" olarak okumuş, "Taşlayabilir" olduğunu ya sonradan görmüş ya da görmemiştir.
Bir de sona bir bakalım... Mola istemiş, aklınızın dolandığından, dilinizin yorulduğundan söz etmişsiniz.
Bence de mola... Şu satır aralarını iyice bir özümseyip hazmedelim hele. Gerisini yarın istiyoruz ama...
Kutlarım...
Nicelerine...