- 914 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Özel Okul Yılları (b.ö.r.-43-)
Uzun yıllar köy okullarında öğretmenlik. Yurt içi yurt dışı çeşitli okullarda çalışmak derken şimdi özel bir okuldayım. Öykümde bu kez varsıllaşmış, varsıllık yolunda çabalayan ve sonradan görme velilerim olacak. Sadece veliler olursa öyküm yavan kalır. İşlerini kaybetme tedirginliğini yaşayan ve hiç beklemedikleri zamanda işlerini kaybeden okul çalışanları ve patronlar da öykümüm diğer kahramanları olacak.
“Bugün güzel ülkemde okullar yeniden şenleniyor. Edirne’den Hakkâri’ye, Muğla’dan Artvin’e kadar yurdumun dört bir bucağında, kentlerde, köylerde yarınlarımızın güvencesi sevgili yavrularımız okullara koşuyorlar. Uçarcasına. Umut ve neşe taşıyarak. Onları, “Gözleri denizlerden mavi, bakışları güneşlerden sıcak.” Bir duruşla Atatürk’ün resmi karşılıyor sınıflarda.” Böylesi coşkulu duygular içeren cümlelerle okul açılışının konuşmasını yapmaya çalıştım. Güneşli bir eylül sabahı okulun bahçesindeyiz. Annelerinin ellerine sıkı sarılan mini mini birinci sınıflar, ilk gençlik yıllarını yaşanma aşamasında, kendilerine öz güvenleri tam büyük sınıf öğrencileri, velilerimiz ve okul kurucuları, öğretmenler hep bir aradayız. İlk gün konuşmaları, selamlaşmalar bitti. Öğrencilerimiz sınıflara alındı.
Göreve yeni başladığım bu özel okulda ilk gün konuşma yapma görevi bana verilmişti. Elimde bir metin olmadan konuşma yapmamı istedi müdürümüz. Etkili bir konuşma yapabilmek adına hayli çalıştım. Özgün bir yazı hazırladım. Ses düzeni kusursuzdu. Bana göre başarılı bir konuşma oldu. Esas mesleği öğretmenlik olan eski belediye başkanı, okulumuzun eğitim danışmamı yanıma gelerek,
“Öğretmenim, konuşmanız çok güzeldi. Hele vücut dilinizi kullanmanız kusursuzdu. Sizi kutlarım…” türünden sözlerle beni onurize etti. Mutlu oldum. Okul müdürümüz ne derse beğenirsiniz:
“Öğretmenimiz bu konuşma için günlerce hazırlandı…” Şanda, şöhrette gözüm yoktu benim. Hele pohpohlanmayı hiç haz etmem. Misyonum, bana verilen bir görevi hakkıyla yapmaktı. Hepsi bu. Başarılı bir konuşma yaptıysam müdür arkadaş okulu adına mutlu olmalıydı!
Böylesi durumlarla karşılaşacağım okula; seminerlerin başlangıç günlerinde gittiğimde ilk olarak ders yapacağım sınıfı ziyaret ettim. Salonlarındaki duvarlar önceki yıllarda mezun olup çeşitli saygın okul sınavlarını kazanan öğrencilerin fotoğraflarıyla dolu. Buna karşın sınıflar araç-gereç bakımından pek yoksun. Emekli olduğum devlet okulundaki sınıfımda yansıtım, bilgisayar, yazıcı gibi daha nice araç gereç vardı. Bu araçların hiç biri yoktu bu sınıflarda. Yazı tahtasına bitişik yazı yazmak için yağlı boya kullanılarak dört çizgi, üç aralık çizgiler çizilmişti. Çizim işinde yağlı boya kullanıldığı için çizgiler kabartma fiziki Türkiye haritasındaki yükseltiler benzeri kabarıklarla doluydu. İlk iş olarak evden spartola getirerek bu yazıları temizledim. Tahta kalemle dört çizgi üç aralık çizim işini bir güzel çizdim. Bu çalışmada sınıfıma uğrayan okulumuzun görsel sanatlar ve türbanlı din kültürü öğretmeni arkadaşlarım yardım ettiler. İki bayan arkadaşım sıcak ilgisi beni mutlu etti. Ayrıca büyük bir panoya birden yüze kadar sayıların yazıldığı güzel bir matematik aracı hazırladım. Bu çalışmayı da evimde yaptım. Eşim ve oğlumdan yardım alarak. Sıra geldi bilgisayar edinme işine. Bu konuda müdür, “Hocam diğer arkadaşların yanında benden bilgisayar isteme. Arkadaşla da aynı istemde bulunurlar…”diyerek bu işte ne kadar acz içinde olduğunu gösterdi. Bilgisayar sorunumu okul işlerine bakan kurucu patronun yardımını alarak çözüme kavuşturdum.
Dersler başladı. Günde sekiz saat, haftada kırk saat ders yapıyoruz. Müzik, beden eğitimi, görsel sanatlar, bilgisayar, yabancı dil derslerine branş öğretmeni arkadaşlar giriyor. Okulun daha ilk günleri. Hafta sonu genel bir veli toplantısı yapıldı. Yapacağımız çalışmalarla ilgili velilerime bilgi verdim. Daha sonra branş öğretmeni arkadaşlar sınıfıma gelerek kendilerini tanıtarak sene içinde yapacakları çalışmaları anlatıyorlar. Beden eğitimi öğretmenimiz etkinliklerimizin içinde öğrencilerimize yüzme kursu da açacağımızı söylüyor. Asker kökenli genç bir verimiz söz alarak,
“Kızımın yüzme öğrenmesini isterim. Fakat çocuğumun elbise değiştirmesinde başka kişilerin yanında olmasını istemem. “Ne tuhaf bir durum. Velimiz genç, çakı gibi bir asker. Nuh diyor peygamber demiyor. Öğretmenimiz, ne kadar kibarca konuşsa bir türlü işin içinden çıkamıyor. Araya girmek zorunda kaldım. “Sevgili velim, yıllarca Almanya’da öğretmenlik yaptım. O ülkede öğrenciler devlet okulunda zorunlu olarak yüzme dersi yaparlar. Yüzme ders saatinde okula otobüs gelir. Öğrencileri ve öğretmenleri yüzme havuzuna götürür ve ders bitiminde de okula getirir. Öğrencilere sadece öğretmenleri refakat eder. Bu uygulama maalesef devlet okullarımızda yok henüz. Bakın ne güzel, bu okul böyle bir çalışma yapıyor. Biz öğretmenlere güvenin…” Bu mealde yaptığım konuşmayla verimizin endişelerini hayli zorlanarak giderebildik.
Bilgisayar destekli, ses temelli cümle yöntemiyle okuma-yazma çalışması yapmaya çalışıyorum. Kısa sürede sınıf ortamına uyum gösteren öğrencilerim çoğunlukta. İki öğrencim var, kesinlikle hiperaktifler. Hele birisi eline kalem almıyor. Yaptığı iş sürekli konuşmak. Bir öğrencim var, özel eğitime muhtaç. Yaşı küçük. Konuşma zorluğu çekiyor. Bu öğrencim sadece sınıfta oturuyor. Tahtaya bir küçük “e” sesi yazıyorum. Kısa bir süre bu sesin üzerinden tebeşirle geçiyor. Daha sonra yerine geçip bir güzel uyku çekiyor. Bu sessiz uyuma durumu birkaç gün sürdü. Bir İngilizce dersinde öğrencimiz tatlı uykusundan uyanıp bağırıp çağırmaya başlamış. Aynı davranışı benim dersimde de yapmaya başladı. Sınıfta artık ders yapamaz olduk. Durumu, bir yazıyla iyice anlattım. Branş öğretmeni arkadaşların da görüşlerini alarak okul idaresine bilgi verdim. Müdür hayli mücadele vererek bu öğrenciyi anaokuluna gönderdi.
Hiperaktif davranışlar gösteren iki öğrencimizi rehber öğretmenimizle eşgüdüm içinde doktora gönderdik. Böylesi durumlarda doktor önce sınıf öğretmenine bir form gönderir. Öğretmen öğrencinin davranışlarıyla ilgili soruların yazılı olduğu formu doldurup rehber öğretmene teslim eder. Daha sonra doktor öğrenciyi muayene eder. Formu da inceleyerek öğrenciye teşhis koyar. Bu yolla izlek gereği çalışmaları yapıp formları rehber öğretmene teslim ettim. Fakat bu formlar veliye veriliyor. Veli çocuğu ve formla birlikte doktora gidiyor. Formun sorularını aynı biçimde yanıtladığım halde öğrencimin birisine hiperaktif tanısı kondu. İlaç tedavisine tabi tutuldu bu öğrencim. Diğer öğrencimin velisi zaten durumu kabullenmiyordu. Formu doktora teslim etmediği belli ki, çocuğuna gerekli tanı konulamadı.
Bu öğrencimin eline kalem verip bir ses bile yazdıramadım. Devlet okulunda çalışırken özellikle birinci sınıf okuttuğumda sınıf düzeyinde olmayan öğrenci velilerimi okula davet ederdim. Velilerim okula seve seve gelip tavsiyelerim ışığında gerekli çalışmaları sorunsuzca yapardık. Hiperaktiflik durumu gün gibi belli, eline kaleme sürmeyen öğrencimin velisini okula davet ettim. Haftalık ders dağıtım çizelgesini velilere dağıtmıştım. Hangi gün hangi saatte okulda hangi ders işlendiğini velilerim biliyordu. Sesleri sabah derslerinde veriyordum. Okula davet ettiğim velim ancak öğle saatinde teşrif buyurdu. Zaten çocuğunu çok iyi tanıyordu. Zamanında sınıfa gelip durumu sınıfta gözlemlemek istememişti.
Öğretmenlerin başka işi ne! Onların paralarını veliler veriyordu. Şöyle ya da böyle son söz velide biter. Veliyle fazla uğraşmaya gelmez. Veliyi küstürdüğünün ertesi günü bir bakmışsın sınıf mevcudundan bir öğrenci eksilmiş. Eğer velilerle sorun yaşarsan sene sonunu beklemeden kendini okul dışında bulursun.
Bir veli toplantısında örnek bir veli nasıl olmalı diye anlatıyorum:
“Çocuğunu gerçekten seven bir veli sabahleyin çocuğunun günlük temizlik yapmasını sağlar. Ona güzel bir kahvaltı yaptırır. Sevgi sözleri söyleyerek okula gönderir. Evde kahvaltı yaptırmadan cebine harçlık verip okul kantininde çocuğunun karnını doyurmasını isteyen velilerimizin yaptığı uygulama yanlıştır…” Mealinde sözler ediyorum. Bir gün sonra ders bitiminde eve döndüm. Biraz zaman geçmemiş. Telefonum çalmaya başladı. Müdür yardımcımız beni acele okula bekliyor. Apar-topar vardım okula. Neymiş efendim. Toplantıda sakın çocuklarınıza para vermeyin. Öğrencilerimiz kantinden alış-veriş yapmasınlar gibi sözler etmişim. Bir velimiz okula gelip bu tip sözleri bana yakıştırmış. İdareci arkadaşa hemen o velimizi okula davet etmesini söyledim. Yalana şiddetle karşıyım. İftiraya uğramak ise tam bir şok benim için. Hayli konuşarak duruma açıklık getirerek eve döndüm.
Tüm böylesi olumsuzluklara karşın çalışmalarımı takdirle karşılayan velilerim çoğunluktaydı. Onların toplantılarda lehime yaptığı konuşmalar meslek yaşamımın bu son yıllarında bana çalışma azmi veriyordu. Hele özel eğitime muhtaç öğrenci sınıfımdan alınmasaydı bu işten feragat edecektim. Özel okulda çalışmak işte böyle bir şeydi. Adeta ip üstünde cambazlık gibi. Pek kimseye yaranamazsın! Benim dünyamda beyaz bayrak çekip teslim olmak yazmaz. Başladığım bir işi başarmak için ne gerekiyorsa zorlarım. Hele meslek yaşamımın bu son yıllarında başarısız olmak gibi bir olguyu hiç kabullenemem. Başarılı olmak adına her ne gerekiyorsa yapmaya çalıştım. İki haftalık dinlenme tatiline girerken alfabemizdeki yirmi dokuz sesten üç ses kaldı öğrenmediğimiz. Öğrencilerimin büyük çoğunluğu rahatlıkla okuyup yazabiliyordu. Sınıf mevcudu tamamlansın diye iki öğrencinin daha okul yaşı gelmeden kaydı yapılmıştı. Bu öğrencilerle birlikte iki öğrenci daha okumaya geçemedi. Bu çocuklarımla özel çalışarak onları da okuryazar hale getirdim. Sınıfı bu duruma getirinceye kadar ne büyük çabalar harcadım bir ben bilirim.
İki haftalık ara tatile girerken müdürümüzle konuştuk. Tatil bitiminden bir gün önce buluşup birlikte okula gidip öğretmenler kuruluna katılacaktık. Buluşma yerine sözleştiğim saatte arabamla gittim. Hayli zaman sonra müdürümüz geldi. İlk sözü, “Hocam kusura bakma, geç kaldım. Zaten okuldan ayrılıyorum! Şimdi okula varıp arkadaşlarla vedalaşacağım.” oldu. Okula vardık. Daha önce İstanbul’da bir özel okulda yıllarca çalışan yeni müdürümüzle tanıştık. Özel okullarda ve dershanelerde çalışanların iş güvenceleri hakkında hiçbir güvenceleri yoktur. İşverenin iki dudağı arasındadır özel eğitim kurumlarında çalışanların iş akdi. Müdürümüzün görevine sene ortasında son verildi.
İkinci dönemde artık önceki günlerdeki gibi zorluklar yaşamadan çalışmalarımı sürdürdüm. İlkbahara doğru tüm okul çalışanları için patronların da katılımıyla okul salonunda yemekli, sazlı-sözlü bir gece düzenlendi. Kendine güvenen arkadaşlar şarkılar-türküler söylediler. Hiç hazırlıklı olmama karşın kendimi bir anda sahnede buldum. Yıllar önce Almanya’da çalışırken kızımın bana gönderdiği ezberimde olan Muzaffer İlhan Erdost’un bir şiirini okudum:
“Yağmurun yağdığı saatlerde,
Uzun yollara bakıyorsun, uzun.
Gözlerinde aynı hasret aynı iç çekişinle
Susmuşsun.
Yine bahar, yine kır çiçekleri
Yine bir şarkı söylemede mahzun…
Öyle unutmuşsun ki kendini
Bırakma ellerimi, bırakma ne olursun.”
Şiirim arkadaşlarca çok beğenildi. Bundan böyle okulda kutlanan özel günlerde şiir okuma görevi hep bana düştü. Özel okullarda özellikle sene sonunda sınıf günleri daha bir özenle yapılır. Branş öğretmeni arkadaşların da katkısını alarak sene sonunda velilerimizin çok beğendiği bir okuma bayramı yaptık. Velilerime söz vermiştim sene başında. Her öğrencimi sene sonunda sahneye çıkaracağım. Onları mikrofonla tanıştıracağım diye. Bu sözümü yerine getirdim. Etkinliğim bittiğinde yıl içinde yaşadığım yorgunluk ve sıkıntıları unutuverdim. Sadece görevime yoğunlaşarak bu özel okul serüvenimin bir yılını tamamlamış oldum. O günlerden kulağımda drama öğretmenimizin hakkımda söylediği şu sözler kaldı:
“Öğretmenim, siz yaptığınız başarılı çalışmalarla ilgili hiç kendinizi övücü sözler etmiyorsunuz…” demek ki, özellikle özel kurumlarda sadece çalışmak yetmiyormuş! Bazen övünmekte gerekiyormuş. Öyle bir çabam hiç olmadı elbette. Karneler verildi. Tatile gireceğiz. Sıra gelecek yıl için patronla sözleşme aşamasına geldi. Hiç kimse ne kadar ücretle çalıştığını söylemiyor. Benden bir yıl önce çalışan arkadaşla ücret konusunu görüştüm. Ne kadar ücret aldığımı söyledim. Arkadaşım, “Ücretimi sadece eşim biliyor. Çocuklarım bile bilmez. Fakat ben sizden çok daha farklı bir ücretle anlaştım geçen yıl.” Ücret konusunu takdir hakkını işverene bırakmıştım sene başında. “Arkadaşlara ne takdir ediyorsanız bana da aynı ücreti verirsiniz…” diyerek hakkıma razı olmuştum. Fark ettim ki, çok az bir ücretle çalıştırılmışım.
Patronla ücret görüşmesine girdiğimde ücretimde iyileştirme istedim. Bu konuda çalışmalarımı çok beğenen müdürümüzün, “Sen ipin ucunu geçen yıl kaçırmışsın. Oysa göreve ilk başladığında iyi bir pazarlıkla yüksek bir ücretle işe başlayabilirdin. Ücret konusunda utangaç davranma. Dilerim gönlünce bir ücretle anlaşma yaparsın.” Müdürüm görüşünde haklıymış. Patron, “Hocam sen başka yerde iş bulamazsın…”türünden sözler etti. Ben de, “ Sadece emeğimin karşılığını talep ediyorum.” diyerek konuşmayı sürdürdüm. Nihayet düşündüğüm daha az bir rakamla adeta kurban pazarlığı yaparak anlaşma sağladık. Namazında, niyazında olan patronların çalışanların ücretlerini takdir konusunda hakkaniyet olgusundan sınıfta kaldıklarını yaşayarak gözlemlemiş oldum. Meslekte otuz sekizinci yılımı özel okul atmosferini tanıyarak geçirdim.
YORUMLAR
Bir solukta okudum değerli öğretmenimizin kıymetli yürek sesini hele ki söz konusu oldu mu o yaşanmışlıklar ve bir kez de yüreğini koymuşsa insan...
Yaram deşilir ne zaman ki söz konusu olan böylesi hararetle bir iz düşümü iken ki öğretmenliğe dair...
Yeniden dünyaya gelsem tereddütsüz seçerdim bu kutsal mesleği üstelik çok çok genç bir yaşta başlardım adımlamaya.
Ukdedir içimde tüm yarım kalmışlığı bu kutsal mesleğin.
Saygılar, hürmetler değerli hocam...
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
İBRAHİM YILMAZ
selam, saygı ve sevgiler sunuyorum yüce gönlünüze.
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygılarımla.