- 595 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öğrenme-Öğretme Günlerim Bitmemiş Meğer (b.ö.r.-42-)
Bir efsanedir. Anlatılır. Evliya Çelebi genç yaşlarında bir gece rüyasında peygamber efendimizi görür. Hani şöyle de bir düşünce dolanır İslam dünyasında. Elinden ve dilinden kimseye fenalığı dokunmamış Allah’ın has kulları, gerçek Müslümanlar, ömürlerinde en az bir kez peygamberimizi rüyalarında görürler. Böylesi rüyayı görme mutluluğuna eren kişi öbür dünyadaki hesap gününde peygamberimizin şefaatine nail olur. Lakin bu rüyanın başkalarına anlatılmaması gerekir. Eğer rüya anlatılırsa şefaate nail olma durumunun ortadan kalkma riski var… İşte bu olguları bilen çelebimiz rüyasında peygamberimizi görür. Heyecanla, rüyasının yarı uyku, yarı uyanıklık halinde, “Şefaat, ya Resulullah!” diyecek yerde, “Seyahat, ya Resulullah!” der. Bu rüyanın ertesinde çelebimizin ruhunu bir seyahat etme, gezip görme arzusu sarar. Bu arzu azalacağına günden güne artar. İçini yakıp kavurur. İçindeki ateşi söndürmek için yollara düşer Evliya Çelebi. “Ve Anadolu’yu ve Trakya’yı,” bil cümle diyar-ı Osmanlı coğrafyasını adım adım dolaşır. Bu eylemi sırasında sadece gezmekle kalmaz, gördüklerini de tatlı ve abartılı bir dille anlatır. Bizlere de ünlü Evliya Çelebi Seyahatnamesi adlı eserini bırakır…
Gerçi ben de Evliya Çelebi örneği rüya görmedim. Kimse bana rüya âleminde oku-okut demedi. Fakat ruhumdaki öğrenme-öğretme isteği hiç bitmedi. Emekli oluşumdan sonraki ilk eğitim-öğretim yılı başında okullar açılıp ziller çalarken kendimi mesleğe yeni başlayan genç bir öğretmen heyecanı ve çalışma arzusu duyguları içinde hissettim. Üçüncü kez kasık fıtığı operasyonu geçirecektim. Üç operasyon sonunda öğrencilerime gerekli biçimde yararlı olamam duygusuyla emekli olmuştum. İstemeden. İçimde çalışma arzusu hiç bitmemişti. Emekli olduğum okul sonu yaz mevsiminde fıtık operasyonum gayet başarılı geçti. Üçüncü kez bıçak altına yatmama karşın hastahanede bir gece kalarak taburcu oldum hemencecik. Diğer günlerimi evimde geçirerek kısa sürede sağlığıma kavuştum. Yıllardan beridir su ve çaydan öte bir farklı içecek içmiyorum. Tütüne de veda edeli hayli zaman geçti. Bulutlara komşu memleketim Artvin’de yaz tatillerimi geçirmem ve de spordan hiç kopmamamdan olacak kendimi gayet sağlıklı hissetmeye başladım yeniden. Evde avara avare oturup zamanın geçmesini beklemek benim gibi sürekli hayatın içinde çeşitli uğraşlarla haşır neşir olan birisi için hiç olası değil…
Köyümde ilkokulu bitirdiğimiz yıllarda velilerimiz çocukları hemen aynı yıl ortaokullara kayıt yaptırmazlardı. Okulu bitiren çocuk köyde kalır bir yıl. Kış mevsiminde köydeki camiye devam ederek Kuran-ı Kerim okumayı ve bir Müslüman bireye gerekecek kadar dini bilgileri öğrenir. Ertesi yılda da ortaokula kayıt yaptırarak öğrenim hayatını sürdürürdü. İlkokulu bitirdiğim yıl babam bir yıl köyde mi kalmak istersin yoksa hemen ortaokula mı gitmek istersin diye bir öneri sundu bana. Namaz surelerinin çoğunu babamdan öğrenmiştim. Ara vermeden ortaokula kayıt olmak istediğimi belirterek bir yıllık cami eğitimi almadan öğrenim yaşamıma atılmış oldum.
Emekli olduğumda kitap okumaktan başka yapacak hiçbir iş yok şehir yaşamında. Doğduğum topraklarda yaşama olanağım olsa durum değişirdi elbet. Babadan kalma bağda-bahçede, tarlada-çayırda her zaman yapılacak iş bulunur. Meyve ağacı dikme, ağaçların bakımını yapma gibi. Zaman akıp giderken kendime bir farklı uğraş arama çabasına girdim. Camilerimizde yetişkinler için Kuran kursları faaliyet gösterdiğinin farkındaydım. Asker emeklisi bir komşum geçen yıl bu kurslara katılıp hatmettiğini anlattı. Benimde aynı kurslara gidebileceğimi önerdi. Memleket hocadan, hacıdan geçilmiyor! Başına bir sarık sarıp bir de sakalını uzatanlar her tarafı sarmış durumda. Eğer bu kurslara katılır dini bilgilerimi daha da pekiştirirsem piyasadaki düzmece hoca takımıyla daha iyi mücadele edebilirim duygusu belirdi bende.
Hem yıllarca içimde bir uhde kalan kutsal kitabımızı orijinal metinden okumak hem de dini bilgilerimi daha da pekiştirmek adına mahallemizdeki Kuran Kursuna katılmaya karar verdim. Kursun için çevre camilerinde çalışan imam arkadaşlar görevlendirilmişti. Hepsi gayet anlayışlı, hoşgörülü, kibar insanlardı. Daha cami öğrenciliği diyeceğim kursun ilk gününde derse giren imam arkadaşla şöyle bir diyaloğum oldu:
“Hocam ben emekli bir öğretmenim. Lakin burada, bu sınıfta kendimi okula yeni başlayan yedi yaşındaki bir öğrenci olarak görüyorum. Kutsal kitabımızı yeterli bir düzeyde okuyabilmek adına her türlü uyarı ve eleştirilerinize açık olduğumu belirtmek isterim.” Hafif bir tebessümle sözlerimi karşıladı genç imamımız. Eski devirlerdeki gibi elde uzun kızılcık sopasıyla medrese öğretimi çok gerilerde kalmıştı. Günün ilk saatlerinde kuran okuma çalışması yapıyorduk. Öğleye kadar kalan süre içinde de çeşitli dini konularda hocalarımız anlatılar yapıyordu. Camilerdeki gibi hoca vaaz yapsın, cemaat dinlesin usulü geçmiyordu kurstaki anlatılar. Arkadaşlar hocalarımıza çeşitli sorular yönetiyor, gayet demokratik hava içinde sıkıcı olmayacak şekilde derslerimizi sürdürüyorduk.
Bir önceki yıl kursa katılanlar başka bir sınıfta ders yapıyorlardı. Kurslar öğleden sonra kadınlar için devam ediyordu.
Kısa sayılacak bir zaman dilimi içinde Elif-Be’yi bitirip Kuran-ı Kerim’de ders almaya başladım. Aramızda başarıyla ders yapanlar olduğu gibi haftalarca ilerleme kaydedemeyen arkadaşlarımızda vardı. Hemen hemen hepimiz emekli kişilerdik. İşçiler, polisler, esnaflar, benim gibi öğretmenler gibi daha nice meslek guruplarından olanlar vardı. Kuran-ı kerime okumaya geçenler ve hatim edenler sınıfa baklava, lokum gibi tatlılar sunarak neşe ve güzellikler içinde günlerimizi geçiyorduk. Bazı hoş olmayan durumlar da yaşadık. Derslere ayağımızda terlikle giriyorduk. Ders bitiminde terlikleri sınıfların girişindeki holde bırakıyorduk çoğu kez. Bazı arkadaşların terlikleri yer değiştirdi. Ben de bir gün terliklerimi bulamadım. Terliklerin akıbetini bir de öğleden sonra ders yapan kadın arkadaşlara sorayım dedim. Ne cevap alsam beğenirsiniz!
“Hocam, bizim hoca hanımefendinin de pardösüsü kayboldu geçen hafta…” Hani yıllar önce yatılı öğrencilik günlerimde çok nadir olarak atlet ve gömlekleri kaybolan arkadaşlarımız oluyordu. Tabi bu olgu hoş görülemez öğrenciler adına. Lakin camiler bünyesinde açılan Kuran kurslarında eşyaların kaybolması çok trajikomik bir durum ahzediyordu.
Cuma namazlarında ve vakit namazlarında özellikle camilerde namaz kılan vatandaşlarımızın belirli bir düzeyde dini bilgilerinin olduğu kanaati hâkimdi bende. En azından namaz kılanların namaz surelerini eksiksiz bildiklerini zannederdim! Kursa katılan arkadaşlarımızın çoğu doğru dürüst iki sureyi ve de duaları ezer biliyor durumda değildi. Namaz kılarken bir bakarsınız muhteremler dudaklarını kımıldatarak, gayette ulvi duygularla, huşu içinde surelerin engin anlamları içinde kaybolmuşlar. Ne gezer! Böylesi kişilerin kurslar süresinde ne kadar çok olduğunu gözlemledim.
Hani insanımız kitap okumuyor. Bu olgu hoş görülemez elbette. Lakin Allah’ın huzuruna durulan namazları eksiksiz ve yanlışsız kılmak gerekmez mi? Camilerimizin hemen yanı başlarında birer çay ocakları var çoğunlukla. Özellikle emekli vatandaşlar zamanlarını bu çay ocaklarının sürekli müdavimleridir. Çay ocaklarına belli görüşü savunan gazeteler alınır. Vatandaşlar bu gazetelerin sadece başlıklarını okur, hepsi o kadar. Diğer zamanlarını sohbet ederek geçirirler.
Biz derslere dönelim. Derslerimiz normal akışı içinde devam etti. İlkbahara doğru sınıfımızda herkes Kuran-ı hatmetti. Kursu bitirirken müftülükten görevliler geldi. Sınav yapıldı. Kurs bitirme belgelerimizi almağa hak kazandık. Çevredeki vatandaşların izleyebileceği bir program hazırladık. Davetlilerin önünde bir sure-dua okuma, ilahi gurubu, skeçler, şiir okuma ve bilgi yarışması gibi etkinlikler programımızın içeriğini oluşturuyordu. Yıllarca okul törenlerinde şiir okuma görevi bana düşerdi. Kaderimizde caminin içinde şiir okumak varmış. Daha önce bize verilen kırk soru içinden seçilen sorularla bilgi yarışması yapıldı. Yarışmaya üçer kişiden oluşan dört gurup katıldık. Sorulara hayli çalıştım. Bir öğretmen olarak başarısız olmak ayıp olurdu. Yarışmada birinciliği diğer guruplara kaptırmadık.
Böylece yıllar sonra kutsal kitabımızı orijinal Arapça metinden okur hale geldim. Atatürk ilkelerine canı gönülden bağlı emekli bir öğretmen olarak laik bir anlayışla dini bilgilerimi daha da artırdım ve pekiştirdim. Başta Elmalılı’nın olmak üzere birçok tefsir okudum. Hadis eserlerini inceledim. Tasavvufi alandaki susamışlığımı bir nemse de olsa gidermiş oldum.
Yarının neler olacağı, hangi olayla karşılaşacağımızı önceden bilemeyiz. Kuran kursunu bitirdiğim günlerde İstanbul’a gidip oğlum ve kızımı ziyaret etmek istedim. Güneşli, güzel bir Derince sabahında körfezin sakin sularını seyrederek yaptığım otobüs yolculuğumda yanımda eşim ve küçük oğlum vardı. Daha Kocaeli sınırlarını kat etmemiştik. Telefonum çalmağa başladı. Karşı tarafta emekli olduğumun okulun şakacı müdürüydü.
“…. Ağabey, ilimizde, sizin evinize de yakın bir özel okul önümüzdeki yıl birinci sınıfları okutacak deneyimli bir öğretmen arıyor. İlk hamlede aklıma siz geldiniz. Düşünür müsünüz?” Bir anda her anını sevgi ile anımsadığım öğretmenlik anılarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti bir bir… Yeniden çalışmak gibi bir düşüncem yoktu. Aslında böyle bir olanak ta yoktu. Sağlık sorunu yaşarım diye, öğrencilerime gerekli bir biçimde yararlı olamam düşüncesiyle emekli olmuştum. Emekli olmuştum olmasına da, içimde çalışma arzusu hiç bitmemişti. Müdür dostuma,
“Bir düşüneyim. Daha sonra size dönerim.” diye cevap verdim. Olacak bu ya, müdür arkadaş,
“Ağabey sen bu işin üstesinden gelirsin. Biliyorum mesleği çok seven ve gereği gibi yapan bir ağabeyimizsin. Telefonunu özel okul müdürüne veriyorum.” Diyerek konuşmayı sonlandırdı. Daha İstanbul’a varmadan telefonum yine çalmağa başladı. Bu kez arayan özel okulun müdürüydü. Bana biraz zaman tanıyın. Dememe kalmadan ertesi gün için beni okulunda beklediğini söyledi.
Böylesi bir teklif almayı hiç düşünmemiştim. Şakaklarına aklar düşmüş, ellili yaşlarının sonuna yaklaşmış bir öğretmenle çalışmak istemezler diye düşünürken bir taraftan da gidip bir bakayım fikrine kapıldım. Kim bilir beni nasıl bir sürpriz bekliyordu. Çocuklarımın yanında bir gece kalıp İzmit’e döndüm. Sonbaharda sararıp yerlere düşüp rüzgârda sürüklenen yaprak örneği yeni serüvenlere doğru savruluyordum. Yanıma emekli olduğum okulda son teftişlerimde aldığım raporlar vardı. Rapor derecelerim çok iyiydi. Yüz ve doksan dokuz.
Özel okul dünyasından hiç haberim yoktu. Birinci kademe diye adlandırılan ilk beş sınıf birer şubeden oluşuyordu. İkinci kademe sınıfları ikişer şubeydi. Birinci kademede benim gibi emekli arkadaşlar çalışıyordu. İkinci kademe öğretmenleri alanlarında çok başarılı fakat Kapese sınavı mağduru genç arkadaşlardı. Mali durumu iyi olan dört esnaf ele ele vererek öncelikle kendi çocukları nitelikli eğitim-öğretim görsün diyerek özel bir okul açmışlar. Okul binası yeni yapılmış. Pırıl pırıl, şirin bir okul. Öncelikle sınıfları dolaştım. Öğretmen arkadaşlarla tanıştım.
Okuldaki işleyiş görevini üstlenen okul kurucusu bir arkadaş, eğitim danışmanı ve okul müdüründen oluşan bir sınav komisyonu diyeceğim kurulun önünde adeta stajyer bir öğretmen örneği sınava tabi tutuldum. Her türden sorularla karşılaştım. Altı yıl yurt dışı Almanya’da öğretmenlik deneyimimin olduğundan bahsettim. Teftiş raporlarımı sundum. Öğretmenlikte yıllarca başarılı çalışmalar yaptığımı, teşekkür ve takdirname aldığımı anlattım. Komisyon kendi aralarında görüştü. Daha sonra okul kurucusu arkadaş beni odasına davet etti.
“Gelecek yıl sizinle çalışmak istiyoruz. Bu iş için ne kadar ücret talep ediyorsun?” Dedi. Meslek yaşamımda öncelikle işimi en verimli şekilde yapmak çabası içinde oldum. Parayı amaç olarak değil araç olarak düşündüm hep. Bu bakımdan ücret konusunda pazarlığa girmedim.
“Arkadaşlara ne kadar ücret takdir etmişseniz bana da aynı oranda ücret takdir etmenizi beklerim.” Diyerek ücret konusunu uzatmadım. Özel okul ve dershanecilik işinde ücret konusunda işverenlerin ne kadar tamahkâr olduklarını daha sonra üzülerek öğrendim. Hiç düşünmediğim bir anda yeniden kendimi çok sevdiğim öğretmenlik mesleğinin içinde buldum. Yeni başlayacak eğitim-öğretim yılında birinci sınıflarla okul ve sınıf havasını tekrar solumaya başlayacaktım. Öğrenme-öğretme günlerim bitmemiş meğerse.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.