Sarışın 4 son bölüm
Sarışın
Herkes gitmişti.
Sarışınla kıvırcık saçlı kalmıştı. Konuşmadan öyle duruyorlardı. ikisi de yorgundu, o akşam ne kadar içtiklerini bilecek halde değillerdi. Kıvırcık saçlı ağlamaklı bir tonla <<Her gün içmeyeceğime yemin ediyorum ama yine de her gün içiyorum. En kötüsü de bu durumdan bir raharsızlık duymuyor olmam>> diyordu. Bu işi anlamadım, bunun sırrını çözemiyorum. Artık kendi kendine sözünün geçmediğini, daha ne yapabileceğini bilmediğini, bir de aptalca orda burda, olur olmaz dünya ve hayat üzerine, aşk sevgi ve insan üzerine, iyice kendinden geçerek zırvaladığını söylüyordu. Çok kızgındı, konuşurken ağzı köpük saçıyordu.
<<Ah! İçime bir canavar yerleeşmiş devamlı boğuşuyor benimle. Bu boğuşma yoruyor beni. Bazen dört başlı bir ejderha olup üstüme üstüme atlıyor, bazen de başı boş bir at gibi koşturuyor üzerime. İçimdeki canavarı zor zaptedebiliyorum. Bir an boş bıraksam, az birşey gevşesem, altına alıpta ezecek beni, bunu biliyorum diyordu.
Bir de içimde hep iyi bir insan olma isteği vardı. İyi ve yararlı bir insan olmak istiyordum. Biraz da mutlu olmak istedim ama, olmadı. İçten içe boğuşma sürüp gidiyor. Zaman zaman gücümün zayıfladığını hissediyorum. Hafife aldığım, gülünç bulduğum şeyleri aşamıyor, aptalca onların peşinden gidiyorum. Bir şiir yazmak istiyorum, içinde hiç öenemli bir şey olmayan, basit bir şiir. Bunu çok istiyorum ama yazamıyorum. Bazen elimde olmadan aklıma giren bir düşünceye direnmeden çabucak yeniliyorum. Bu ahmakça bulduğum düşünce bana, sen bir budalasın, bir ahmaksın ve bunun farkındasın; bunu bildiğin halde bilmiyor anlamıyor gibi yapıyorsun diyor.
Sarışın o akşam hiç konuşmamıştı. Ondan önceki akşamda konuşmamıştı. Her gün daha fazla içine kapanıyor, tartışmalara katılmıyordu. Sessiz durduğu sıralar bile, dinleyip dinlemediğini, kendinde olup olmadığını anlamakta mümkün değildi. İçi derin acılarla sarsılmıştı.
Kıvırcık saçlı kendi kendine söylenir gibi, yine de bir yol olmalı, insanın kendine gelmesinin bir yolu olmalı diyordu. <<ya da insan, kendini yoldan çıkaran sebepleri bulmalı, onlarla yüz yüze gelmeli ve hesaplaşmalı>> diye söyleniyordu. Bir de, hep eksiğini duymuş olduğu şeyin, kendine birşeyleri yanlış yapığını, hata yaptığını, açıkcası ahmak bir budala olduğunu kimsenin söylemediğini, bunun sevinecek bir yanının olmayıp tam tersine, insanı cezalandırmak gibi olduğunu söylüyordu. Kendinden geçmiş bir insan haliyle konuşmaya devam eden kıvırcık saçlı, belki de ne dediğinin ayırdında bile değildi. Kesik kesik konuşuyor ve kelimeler dudaklarının arasından zorlukla çıkıyordu. Tamamını söyleyebildiği cümleler ise kendi gibi sarhoş ve yorgun kelimelerle dizilmiş, eğri büğrü olmuş halde yansıyordu.
Kıvırcık saçlının konuşmasının sonu geleceğe benzemiyordu.
Fısıltı gibi kısık bir ses tonuyla devam ediyordu anlatmaya. Çoktandır kendini biraz olsun anlayacak birini delice aradığını, artık herşeyi açık seçik ortaya koymak istediğini, uzun zamandır bunu umut ettiğini söylüyordu.
Öteki zorlukla kalkıp çıkış kapısına doğru yöneldiğinde, kıvırcık saçlı da kalkarak sallana sallana oraya vardı. İkisi birden ancak kapıyı çekerek açabildiler.
Bütün gece kar yağmıştı. Dışarısı çok soğuktu. Her yer karla kaplı ve beyazdı. Karın beyazlığı, karın üzerinden eserek gelen soğuk yelin yüze çarpışı, insanın kulağına bir şiir fısıldar gibiydi. Her tarafı kaplayan o beyazlık, az rastlanır türden hafiflik, nerdeyse duyulabilen sessizlikle birlikte etrafa etkileyici bir güzellik yansıtıyordu. Tüy kadar iri kar taneleri yavaşca uçarak yere doğru iniyorlardı. Yerdeki karın kalınlığı yirmi santi kadar olmalıydı. Karın yansıttığı beyazlık karanlığı da hafifletmiş gibiydi. Dışarısı çok sessizdi, evlerin pencerelerinde ışık bile yoktu artık. Zaman çok geç olmalıydı.
Kıvırcık saçlı zorlukla kapının kilidini yerine sokabildi ve kapıyı kapadı. Yürümeye başladılar. Dengesizce sağa sola kayarak ilerleyebiliyorlardı. Her yer derin bir sessizlik içindeydi. Kıvırcık saçlı durup durup yeniden bir şeyler anlatmaya uğraşıyordu. <<Ah! Ne oldu bize böyle. Her akşam içiyoruz. Ben bu işi hiç anlamadım>> diyordu. Evde kadın ve çocuklara da en son, içkili olarak eve gelmeyeceğine söz verdiğini, bu haliyle yarın bazı işleri halletmek için yine kalkamayacağını, çocukların sorularına ise ne yanıt vereceğini bilmediğini söylüyordu. Ötekinin onu dinleyecek hali yoktu. O da kendi kendine anlaşılması güç homurtular çıkartıyordu.
Büyük yolu nasısa karşıya geçebildiler. Kıvırcık saçlının evinin kapısına kadar gelmişlerdi. Kıvırcık saçlı kapıyı açmaya uğraşırken ötekine <<Gel bize gidelim. Kendini koltuğa atar uyursun. Bu halinle eve gidemessin, bir yere düşer de donarsan. Ne olur? Ben ne yaparım o zaman>>diyordu. O bunları söylerken sarışın evin yolunu çoktan tutmuştu.
Yeşil gözlü sarışın genç adamın en az bir kilometre kadar daha gitmesi gerekiyordu eve varabilmesi için. Bu kısa yol ona bu haliyle uzun sayılırdı aslında. Bir sağa bir sola yalpalayarak yürüyordu. Kendiliğinden kapanan gözlerini parmaklarıyla açmaya uğraşırken, nereye bastığını tam seçemez durumdaydı. Kendi kendine anlaşılmaz şeler mırıldanırken, birine birşeyler anlatmak istiyor gibi hareketler yapıyordu. Kendini uçar hafiflikte hissediyor, nerdeyse uçacağını sanıyordu. Gülmeye başladı. Gülmesi uzadıkca uzuyor, hem gülüyor hem uçuyordu. Bir görünüp bir kaybolan bir yüz, el sallıyordu ona.Tekrar gülüyordu. Gülmesi kesik kesik ve sessizdi.
Aklı yerinde değil, düşünceleri düzensiz şekilde gelip gidiyorlardı. Onları kontrol edecek iradesi yoktu artık. Öyle yürüyor gibi yapıyordu ya da yürüdüğünü sanıyordu. Bu işi kendi mi yapıyor, yoksa iradesinin dışında kendiliğinden mi oluyordu bütün bunlar? O bunları ayırt edecek durumda değildi. Hala güldüğünü sanıyordu.
Saat gecenin dördü, ortalık sessiz ve soğuk iyice artmıştı. Hala tek tük kar taneleri havada uçuşuyordu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.