- 534 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
O,110 YAŞINDAYDI... (1)
Hiç unutmam, dört yıl önce bir bahar günüydü...
Evde mutfak erzakımız bitmiş, dolap tam takırdı. Her çarşamba günü Edremit meydanının ara sokaklarına semt pazarı kurulurdu.
O gün pazar çantamı alıp evden çıktım.
Evimden bir km uzaklıktaki pazar yerine ulaştım. Ne var ne yok diye tezgahlara bakınırken satıcıların sesleri birbirine karışıyordu. O sırada belli belirsiz bir ses kulağıma çalınmıştı. Göz ucumla baktığımda bir sıra olmuş siyah yöresel çalışma giysileriyle satış yapan Türkmen/Yörük köylü kadınları yerlere sergi açtıklarını gördüm. Yağmur, soğuk demeden her pazar kurulduğunda gelirlerdi. Bahçelerinde, dağlardan topladıkları nebatatları satarak geçimlerini sağlarlardı. Üzülüyordum onları her gördüğümde. Hangi birinin ürünlerini almaya kalksam, "Benimkinden de alsana," diye yalvarmaları içimi kıyardı. Keşke onlar için bir şey yapabilseydim. Tam onların bulunduğu yerden uzaklaşacaktım ki aynı sesi yeniden duydum. Ses titrekti.
"Alır mısın?"
Önce aldırış etmemiştim. Yürüyüp geçtim satıcı kadınların önlerinden.
Aynı cılız ses bu kez de demez mi!
" Alsan sana fayda bana zarar!" Diye.
İster istemez kulağıma değen sese doğru başımı çevirdim.
Onu görür görmez şaşkınlığım bir kat daha artmıştı!
Bana uzattığı yeşil şeyi daha önce ne görmüş, ne de yemiştim. Adımlarımı ona doğru yönelttim.
Onun göz seviyesine gelene kadar yere çömeldim: Beni ona sürükleyen sorumu sordum:
" Neden bana fayda da sana zarar?"
" Almeceksen boşuna beni eyleme!"
Yaşlı Turkmen kadınının yüzündeki derin çizgiler onun yaşını ele veriyor gibi fazlaydılar.
" Alacağım sen söyle hadi."
Akıllı kadın yerdeki sepetinden üç adet sap daha alıp naylon poşete koyup bana uzattı:
" Bu acı filiz her yerde yetişmez. Sabah erkenden dağlara çıkcen, kaya diplerinde biter bu filiz, size fayda etcek, diye tee ıraklardan getirip duruyoz işte."
Anladım ki zor şartlarda eline geçirdiği otlarla yaşam savaşı veriyordu yaşlı Turkmen kadını.
Ondan otun nasıl pişirilme tarifini aldıktan sonra feri geçmiş açık mavi bulanık gözlerindeki kederi gördüm. İlgimi çekmişti. Hem de yaşını merak da etmiştim.
" Kaç yaşındasın teyzem?"
" Yüzü geçtim çoktan. Bende unuttum işte..."
Yanındaki Turkmen kadın satıcılar biz söyleşirken hem gözleri bizim üzerimizdeydi hem de kendi aralarında gülüşüyorlardı. Yaşlı Türkmen’e yakın olan sözü aldı:
" Gülsüm teyze 110 yaşında. İki de kocaya varmış. Onlar ölüverince bi başına kalıvermiş.Aklı gidi gidiverir bazı bazı..."
Kadınların gülüşmelerinin nedenini anlamıştım. Onlara -anladım- der gibi başımla onaylayıp adının Gülsüm olduğunu öğrendiğim yaşlı kadına başımı çevirdim.
" Hangi obadansın Gülsüm teyzeciğim?"
" Tee ırak yerdeyim.Orta Oba’dayım."
Yanındakileri işaret ederek sordum:
" Onlar iki kez evlendiğini söyledi. Çocukların var mı?"
" He... Doğru demişler. İki kez kocaya vardım. İkisi de öldüler işte...Çocuk yok. Olmadı."
"Anladım."
Eve geldiğimde Gülsüm nineden almış olduğum acı filizleri onun tarifine göre pişirdim. Eşimle bir güzel yedik.
Bir yıl sonra bu kez de ona sahilde tesadüf etmiştim. Elinde kekik ve nanelerle güneşin altında titreye titreye zor yürüyordu. Beni tanımadı tabi. Yanıma gelip sordu:
" Alcen mi kekik?"
Kumların üzerine serdiğim sergimde doğruldum. Ona acımıştım.
" Gülsüm nine hepsi ne eder?" Diye sordum.
Elindekilere şöyle bir baktı, anladım ki fiyatı tam o da bilemiyordu: Nane ve kekiklerin tahmini bedelini kafamda evirip çevirdim; 15 TL. edeceğini düşündüm. Çantamı açıp yaşlı kadına 20 TL uzattım:
" Hepsini aldım, hadi daha fazla sıcakta dolaşma da git obana. Güneş başına geçecek. Hasta olursun sonra,"
uyarısını da yapmıştım.
" Peki, " dedi uzaklaştı yanımdan.
Bende biraz yüzüp güneşlenmeye devam ettim. Yaşlı kadını düşündüm: Onun güneşin altında daha fazla dolaşmasına gönlüm razı olmamıştı. Bu nedenle naneyle kekikleri satın almıştım. Oysa aynı otlar evimde vardı.
Ben böylesi düşüncelerdeydim ki Gülsüm nine az öteden görünmez mi!.. Hem de eli kolu daha da doluydu. Ağzım bir karış açık onun bana doğru yaklaşmasını bekledim.
Emine Pişiren
Devam Edecek